Giderek artan sayıda kanıt, Dünya’da yaşamı başlatan kimyasalların en azından bir kısmının uzayda oluştuktan sonra gezegenimize geldiğine işaret ediyor. Bunlardan biri de nitriller olarak bilinen bir molekül grubu.
Nitriller, bir “siyano” grubuna, yani bir azot atomuna üçlü doymamış bağla bağlanmış bir karbon atomuna sahip, organik moleküllerdir. Bunlar, normalde canlılar için zehirlidir (toksiktir); ancak ilginç bir şekilde aynı moleküler, ribonükleotitler gibi bazı organik moleküllerin üretimi konusunda kritik bir role sahiptir.
Ribonükleotitler, hücrelerimizdeki genetik materyalin önemli bir bölümünü oluşturan RNA'nın yapısına katılan Adenin (A), Timin (T), Guanin (G) ve Urasil (U) adını verdiğimiz nükleobazların bir şekere (riboza) ve fosfat grubuna bağlanmasıyla oluşan moleküllerdir. Bunlar bir araya gelerek RNA’yı oluştururlar.
RNA, sadece günümüzde var olan canlılığın devamlılığı açısından önemli olmakla kalmaz, aynı zamanda yaşamın başlangıcından neredeyse tek başına sorumlu olabilir: “Önce RNA Hipotezi” denen bu hipoteze göre, doğal yollarla oluşan RNA-benzeri (örneğin ribozim gibi) kendi kendini kopyalayabildiğini bildiğimiz moleküller, üzerlerinde biriken kopyalama hataları sonucunda nihayet RNA’ya evrimleşmiştir ve bu sayede “yaşam” dediğimiz şeyin “genetik bilgi” bileşeni ortaya çıkabilmiştir. Sonrasındaysa RNA’dan DNA evrimleşmiştir ve daha stabil yapısı dolayısıyla baskın genetik molekül hâline gelmiştir.
İşte RNA’yı oluşturan öncül moleküllerden biri nitril olduğu için, bir yandan yaşamın temel moleküllerini üretebilen, diğer yandansa var olan yaşamı sonlandırmada rolü olan nitrillerin nasıl var olduğunu anlamak, bilimsel açıdan son derece önemlidir.
Öncü moleküller
Yaşamın başlangıcını açıklayan teoriler bütünü olan Abiyogenez Teorisi’ne göre, ilk RNA moleküllerini oluşturacak öncü moleküllerin tamamı illâ Dünya’da oluşmak zorunda değildir; astronomik koşullarda oluştuktan sonra meteoritler ve kuyrukluyıldızlar gibi gezgin gök cisimleri yoluyla Dünya’ya ulaşmış olabilirler – ki günümüzden 4,1 ilâ 3,8 milyar yıl öncesinde yaşanan Geç Bombardıman Dönemi’nde Dünya’ya bu şekilde bolca göktaşının çarptığını ve bu sırada organik ve inorganik bolca molekülü Dünya’ya taşıdıklarını biliyoruz. Zaten daha yakın tarihlerde düşen göktaşlarında yapılan incelemeler, bu gök cisimleri içinde yaşamın yapıtaşları olan nükleotitler, lipitler ve aminoasitler için öncül olan, nitriller gibi çok sayıda molekülü tespit etmiştir.
Peki bu moleküller nereden geliyor? Uzayda hangi şartlarda ve nasıl oluştular? Bu soruları yanıtlandırmak, galaksimiz içinde yaşamın olabileceği diğer yerleri tespit etmek açısından önemlidir.
Artık bu soruya bir cevabımız var: G+0.693-0.027. Klavyede rastgele tuşlara basılmış gibi gözüken bu kod, Samanyolu Galaksimizin merkezinde, soğuk yıldızlararası boşluktaki yoğun moleküler bulutlardan birinin adı. 3 ışık yılı genişliğinde olan ve sadece -173 derece sıcaklıkta olan bu bölgenin kütlesi, Güneş’imizin 1000 katı kadar. Bu bulut içinde şu anda yeni yıldız üretilmiyor; ancak gelecekte buranın bir yıldız doğumevine dönüşme ihtimali var.
İspanya Ulusal Araştırma Konseyi ve Ulusal Havacılık Teknolojisi Enstitüsü’nden Dr. Victor M. Rivilla ve ekip arkadaşları, bir süredir bu bulutun kimyasal özelliklerini inceliyorlar. Bulgularına göre bu moleküler bulutun kimyasal kompozisyonu, Dünya’ya gelen asteroidlerinkiyle oldukça benzer. Ekip, Granada’da bulunan 30 metrelik IRAM teleskobunun ve Guadalajara’da bulunan 40 metrelik Yebes teleskobunun yardımıyla, bu bulutun elektromanyetik spektrumu içerisinde büyük miktarda nitril siyanoalen (CH2CCHCN) molekülleri tespit etti. Bu moleküllerin keşfi, yaşamın başlamasıyla ilişkili en önemli moleküllerden birinin uzayda bol miktarda bulunduğunu doğrulamış oldu.
Yaşamın evrim tablosu
Sadece bu da değil: Araştırmacılar, aynı moleküler bulut içerisinde, bir kısmının Dünya’ya taşınması hâlinde geniş bir organik çorbanın evrimini mümkün kılabilecek, proparjil siyanit (HCCCH2CN) ve siyanpropin gibi çok sayıda malzeme buldular. Daha önceki çalışmalar aynı bulut içerisinde siyanoformaldehit (HCOCN), glikolonitril (HOCH2CN), glikoaldehit (HCOCH2OH), üre (H2CONH2) ve 1,2-etenediyol (C2H4O2) bulunduğunu da göstermişti. Bunların keşfi, yıldızlararası boşluğun RNA üretimi için gerekli olan kimyasal öncülleri barındıran bir ortam olduğunu doğruluyor.
Hem yeryüzündeki hem de gökyüzündeki abiyogenez parçalarını birleştirdikçe, giderek daha eksiksiz bir yaşamın evrimi tablosu karşımıza çıkıyor. Görünen o ki bu araştırmalar devam ettikçe yaşamın tamamen doğal yollarla, sıradan bir moleküler tepkime sürecinden geçerek kısmen veya tamamen Dünya’da başlamış olduğunu göreceğiz. Bu, bilimin tamamladığı en büyük yapbozlardan biri olacak.
BirGün / 10.07.22