Boğaziçi kayyım rektörleri istemiyor

Esra Çiftçi, bu haftaki dosyasında Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyımları, akademisyenlerin, öğrencilerin devam eden barışçıl protestolarını ve akademi dünyasını kaleme aldı.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 06 Eylül 2021
  • 16:54

Boğaziçi Üniversitesi direnişin 36. haftasında. 246 gündür Boğaziçili akademisyenler, öğrenciler direnişlerine devam ediyorlar. Nöbet boyunca “kabul etmiyoruz”, “vazgeçmiyoruz” dövizleri ellerinde. Peki, Boğaziçi Üniversitesi hocaları ve öğrencileri neden vazgeçmiyor? Vazgeçmek istemedikleri ilkeler neler?

İşte o 3 ilke

1. Üniversitelerin herhangi bir kişi ya da kuruluşun etki veya baskısına maruz kalmaması ve siyaset aracı olarak kullanılmaması, bilimsel ve toplumsal gelişim açısından vazgeçilmezdir.
2. Üniversitelerde karar alma yetkisinin demokratik yöntemlerle seçilmiş kurullarda ve akademik yöneticilerde olması özerklik için şarttır. Rektör, dekan, enstitü müdürü, yüksekokul müdürü, bölüm başkanı gibi akademik yöneticiler atamayla değil seçimle belirlenmelidir.
3. Üniversitelerin, özerk anayasal kurumlar olarak, akademik programlarını ve araştırma politikalarını öğretim elemanlarınca ve/veya üniversite kurullarınca kararlaştırılarak belirlemesi, bilimsel özgürlüğün ve yaratıcılığın şartlarındandır

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun, sonra da Naci İnci’nin atanması işte bu ilkelere aykırı, aykırı olduğu için de Boğaziçililer açısından kabul edilemez. Hiçbir kurul ve kurum muhatap alınmadan, kurum iradesi hiçe sayılarak Melih Bulu’da sonra yüzde 90’dan fazla “hayır” oyu almasına rağmen Naci İnci rektör olarak atandı.

İnci, rektör olduktan sonra ilk icraatı, hukuksuz ve keyfi bir şekilde akademisyen Can Candan’ın işine son vermek, akademisyen Feyzi Erçin’in ders vermesini engellemek ve Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü (CİTOK) ofis koordinatörü Cemre Baytok’un sözleşmesini yenilememek oldu.

Artı Gerçek olarak bu haftaki dosyamızda Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyımları, akademisyenlerin, öğrencilerin devam eden barışçıl protestolarını ve akademi dünyasını konuşacağız.

İlk sözü, Naci İnci’nin hukuksuz bir şekilde görevden aldığı, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü öğretim görevlisi, Can Candan’a veriyoruz.

Can Candan: Boğaziçi direnişi ile bir istisna

Candan, “1992'den 2016'ya kadar, 24 yıl boyunca Boğaziçi rektörlerini hep kurum içinden kendi seçmiştir” diyor. Candan Boğaziçi sürecini şöyle anlatıyor.

“Yakın dönemde bu sisteme yani bizim irademize vurulan ilk darbe 15 Temmuz 2016 sonrası yüksek bir oy oranı ile ikinci kez rektörlüğe seçtiğimiz Gülay Barbarosoğlu'nun atanmayarak, yerine seçimde aday bile olmayan Mehmed Özkan'ın atanmasıydı. Muhalif akademisyenlerin KHK'larla üniversitelerden tasfiye edildiği o karışık ve korkunç OHAL günlerinde, Özkan'ın atamasına karşı verilen tepkiler kitlesel bir direnişe dönüşmedi. Bunda tabii Özkan'ın bir Boğaziçi akademisyeni olması, bir önceki rektörlük döneminde rektör yardımcılığı yapmış olması ve de Boğaziçi'nde hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair verdiği sözler de etkili oldu”

'Bulu değil rektör, akademisyen dahi olamaz'

Candan, Melih Bulu’nun atanmasının tamamen bir şok etkisi yarattığını söylüyor. Bulu’nun değil Boğaziçi rektörü olmasını, Boğaziçi’nde akademisyen dahi olamayacağını da ifade ediyor.

“Bu durum kabul edebileceğimiz bir şey değildi. Bu siyasi iktidarın Boğaziçi'ni tamamen ele geçirmek için başlattığı çok açık bir saldırıydı ve bu saldırının ne büyük bir kamu zararı oluşturacağı belliydi başından itibaren. 1980 darbesi sonrası siyasi iktidarların üniversiteleri kontrol altına alma çabası yaşadığımız bir şey. Özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası KHK'larla akademisyenlerin tasfiye edildiği dönemde üniversiteler büyük zarar gördü. 2016'da yine bir KHK ile hukuka aykırı bir şekilde rektör atama yetkisinin Cumhurbaşkanına verilmesini, AKP'nin son dönemde tüm üniversiteleri tek elden kontrol altına alma projesi olarak düşünebiliriz”

'İnci’ye akademisyenlerin yüzde 95’i güvenoyu vermedi'

Candan, Bulu döneminde, onun yardımcısı olmayı ve onunla iş birliği yapmayı kabul eden üç rektör yardımcısından biri olan İnci’nin vekâleten atandığını ve ilk icraatının 14 yıldır kadrolu bir öğretim üyesi olarak çalıştığı kurumdan uzaklaştırmak, işine son vermek ve Boğaziçi'nde 8 yıldır yarı-zamanlı ders vermekte olan Feyzi Elçin'i kurumdan uzaklaştırmak, ders vermesini engellemek olduğunu söylüyor. Candan, güvenoyu almamasına rağmen İnci’nin Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atandığını şöyle anlatıyor

“İnci, rektörlüğe aday olduğunu açıkladı. Bu dönemde Bulu'nun rektör yardımcılığını kabul etmiş başka biri olan Gürkan Kumbaroğlu da rektörlüğe aday olduğunu açıkladı. Biz de bu süreçte irademizi ortaya koymak için iki şey yaptık: Bir, Bulu ekibinden arta kalan bu iki aday dışında içimizden 17 profesör de rektörlüğe aday olduğunu açıkladı; iki, bu 2 artı 17 aday için bir ‘güvenoyu oylaması’ yaptık. 30 Temmuz'da yüksek katılımla, çevrimiçi yapılan oylamada 17 profesöre güvenoyu verildi, Naci İnci ve Gürkan Kumbaroğlu yüzde 95 ve yüzde 93 gibi çok yüksek oranda güvenoyumuzu alamadı. Buna rağmen 20 Ağustos'ta sadece yüzde 5 güvenoyu alabilen İnci, cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı tarafından rektör olarak atandı.

'İnci’nin beni görevden alması hazindir'

Candan, İnci’nin 16 Temmuz'da kendisini görevden almasını en hafif tabiriyle hazin olarak değerlendirdiğini söylüyor. Vazgeçmediğini, kabul etmediğinin de altını çiziyor.

“Boğaziçi Üniversitesi 158 yıllık tarihi olan, 50 yıldır kamu üniversitesi olarak kamu yararı üreten bir kurum. Kendisi de yirmi küsur yıldır bu üniversitede akademisyen olan Naci İnci’nin 16 Temmuz tarihli yazısı ve yaptıkları Boğaziçi Üniversitesi tarihinde daha önce yaşanmadı. Boğaziçi Üniversitesi’ni Boğaziçi yapan değerlerle bağdaşmıyor söyledikleri ve yaptıkları. Her şeyden önce benim için bu, sırf şahsıma değil, kamu yararı üreten bir kuruma verilen büyük bir zarar. İnci’nin bana yazdığı yazıdaki üslup gibi bir üslubu bu üniversitede yöneticilik yapmış hiç kimse kullanmaz. Üniversitede amir – çalışan, alt – üst ilişkisi yoktur, doğasına aykırı. Mektup hukuki açıdan da çok sorunlu, zaten bu konuda sendikam Eğitim-Sen ile bir dava açtım ve en kısa zamanda yürütmenin durdurulacağına ve işe iade edileceğime eminim”

Candan, yasal hakları sonuna kadar savunacaklarını söylüyor ve son olarak şunları ekliyor:

“Prof. Dr. Melih Bulu’yu rektör olarak atayan 2 Ocak 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararı anayasal ilke ve kurallarla bağdaşmaktan uzak, hukuka aykırı bir işlemdir ve Cumhurbaşkanı tarafından kullanılan atama yetkisi kamu yararı aleyhinedir. Kararın iptali için 23 Şubat 2021 ve 2 Mart 2021 tarihlerinde Danıştay 8. Daire Başkanlığı’na başvuru yapıldı”

*******

Prof. Dr. Fikret Adaman: Üniversiteler askeri kışla değil

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Fikret Adaman ise üniversitelerin temelde özerk yapılar olduğunu söylüyor. Adaman, “özerk yapıların temel taşları malum öğretim üyeleridir” diye de ekliyor

“Öğretim üyelerinin fikri alınmadan tepeden, yetkileri inanılmaz güçlü olan birini rektör olarak atamak son derece sağlıksız olurdu ve oldu da. Bu durum maalesef devam ediyor. Netice itibari ile üniversiteler en azından Boğaziçi üniversitesi rüştünü ispatlamış bir okuldur. Yeni kurulan bir üniversite değildir, 160.yaşına yaklaşıyor. Eğitim ve araştırmada Türkiye’nin başta gelen üniversitelerindendir”

Adaman, YÖK diye bir yapının olduğunu ve denetlenmeye açık olduklarını ifade ediyor. Adaman, işimizi iyi yapmasak bunun bir yaptırımı olmalı ama bu yaşananların bu durumla alakalı olmadığını söylüyor. Adaman’ın sözleri şöyle

“Üniversiteler özyönetim düzeniyle giden yapılardır, bunu kıran bir müdahale oldu. Bir önceki Mehmed Hoca dönemi geçiş dönemiydi. Türkiye zor günlerden geçiyordu. Ankara’yla bir tür istişare yapıldı. Melih beyde böyle istişare yapılmadı, akabinde Naci Bey. Naci beyin adaylık başvurusunu yaptığını öğrendiğimiz zaman, sorduk biz bu kişiyi istiyor muyuz diye. Seçime ağırlıklı bir katılım oldu ve yüzde 95 hayır oyu aldı ona rağmen atandı”

Adaman, Boğaziçi üniversitesinin bu toprakların zenginliği olduğunu söylüyor.

“Burada mesele sen, ben kavgasının ötesinde. Biz bunu politik malzeme yapmamak için çok çalıştık. Bu sadece taktiksel bir manevra da değil. Aramızda iktidar partisinden yana olan arkadaşlarımız da var. Konu kimin atandığı değil, onun ne şekilde atandığı. Ben atansaydım da olmazdı. Burası askeri kışla değil. Yukarıdan birini atıyorsunuz, inanılmaz gücü olan o kişi üniversiteyi yönetiyor. Burası akademi ve özerk özgürlüklerin olduğu bir yerdir”

'YÖK herkese aynı ceketi giydirmeye çalışıyor'

“YÖK yapısında sıkıntılar olduğunu ifade edip duruyorduk. Bunu daha kuvvetli ifade etmeye başladık. Rüştünü ispatlamış bir üniversite ile bir yıl önce kurulmuş üniversite aynı kafa yapısıyla, aynı mantıkla, aynı yönetmelikle idare edilmez. Dolayısıyla bunların düşünülüp, tartışılması gerekiyor. Tüm dünyaya baktığımızda üniversitelerin özerk ve özgür yerler olmaları gerekiyor. Bu bitirilmeye başlanırsa, eğitim de aksar, araştırma da aksar, insanlar da bir noktadan sonra buradan çekip gitmeye başlarlar. Bunu Ankara’nın düşünmesini öneririm”

**********

Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Şükran Yaren Tuncer: Bu özerk demokratik üniversite mücadelesi

Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyım rektöre sadece akademisyenler değil, öğrenciler de itiraz ediyor. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi Şükran Yaren Tuncer, itirazlarının üniversitelerin faşist rejimin hâkimiyeti altında tutulmasına olduğunu söylüyor. Tuncer’in sözleri şöyle

“Üniversiteler, liseler, yaşam alanlarımız, kentlerimiz. Öğrencilerin var olduğu her alanda faşist baskı ve terör ile yasaklarla, polis şiddeti ile karşı karşıyayız. Kayyım atamasını öğrencilerin, üniversite emekçilerinin, hocaların söz yetki ve karar hakkına açık bir saldırı olarak görüyoruz. Erdoğan'ın atadığı hiçbir kayyımı kabul etmiyoruz ve özerk demokratik üniversite mücadelesini yükseltiyoruz”

İktidar, Boğaziçi direnişinden korktu

Tuncer, söz, eylem ve örgütlenme, işçiler için, kadınlar için, öğrenciler için bir hak olması gerekirken, bu hakkı kullandıkları her an polis şiddeti ile burjuva medyanın demagojileri ve yalanları ile karşılaştıklarını söylüyor. Tuncer, “eylemler sırasında gördüğümüz şey derin bir korkuydu” diyor ve şöyle devam ediyor

“AKP MHP faşizmi öğrenci gençliğin eylemlerinden, Boğaziçi direnişinin toplumsal mücadeleyi harekete geçirmesinden derin bir korku duydu. Çünkü kayyımlara dönük bir itirazın aslında mevcut siyasi iktidara dönük bir itiraz olduğu biliniyor. Kararlı, kitlesel ve devletin yasaklarını polis barikatlarını tanımayan fiili meşru çizgide bir eylem hattı AKP MHP için tehlike anlamına geliyor. Bu sebeple gözaltı tutuklama saldırısı, işkence, demagoji ve yalan çokça başvurdukları araçlar oldu”

Tuncer, “LGBTİ+ların onur ve özgürlük mücadelesi Boğaziçi direnişine en güçlü yansıyan mücadelelerdendi” diyor. Boğaziçi direnişinin işçi sınıfının, kadınların, Kürt halkının mücadelesinin bir parçası olarak konumlanmaya çalıştığını dile getiriyor. Tuncer’in son sözleri şöyle

“Ancak en özgün olarak açığa çıkan LGBTİ+ karakteriydi. İktidar bu dönem kendi faşist ittifakını sağlamlaştırmak için, tabanını gerici faşist temelde yeniden örgütlemek için LGBTİ+ kimliğini hedef tahtasına oturttu, Boğaziçi direnişine de en çok saldırdığı yer burası oldu. Ancak Boğaziçi direnişi bir saldırı olsa da LGBTİ+ bayrağını taşımadan, LGBTİ+ mücadelesine özgün bir yer vermekten hiç geri durmadı”

**********

Akademisyen Binnaz Toprak: Sonunda yıpranan Boğaziçi’nden çok AKP iktidarı olacak

Akademisyen, eski milletvekili ve siyasetçi Binnaz Toprak, “Boğaziçi’nde akademisyenlerin ve öğrencilerin itirazları AKP iktidarının üniversitelerin yönetim tarzına müdahalesi ile ilgili” diyor.

Bu itirazın hem Boğaziçi’ndeki hem de diğer üniversitelerdeki öğretim üyelerinin 1980 darbesinden sonra YÖK’ün kurulmasıyla birlikte sürekli dile getirdikleri bir husus olduğunun altını çiziyor.

1946’da kabul edilen bir kanunla seçimle işbaşına gelen üniversite rektörlerinin YÖK’le birlikte atanır olduğunu, bir dönem kendisinin de yönetim kurulu üyesi olduğu Öğretim Üyeleri Derneği’nin o gün bugündür üniversite özerkliği için mücadele ettiğini söylüyor. Toprak’ın sözleri şöyle

“Yıllar içinde her parti ki 2002 seçim beyannamesiyle bunu AKP’de vaat etmişti, YÖK’ü kaldırma sözü verdi, ancak iktidara gelen hiçbir parti bu sözü tutmadı. Bu dönemde atanan rektörlerin profiline baktığınızda büyük çoğunluğunun AKP milletvekili adayı ya da milletvekili ya da yakınlarının aday veya milletvekili olduğunu görürsünüz. Bunca üniversite liyakat sahibi kişilerin sadece AKP taraftarları arasında olduğunu düşünmek imkânsız. Bu tarafgir rektörler meselesi ise doğal olarak iktidarın kendi ideolojisini üniversiteler üzerinde hâkim kılma amacını akla getiriyor.”

Atama özgürlük ortamına zarar verir

Toprak, Boğaziçi’nde yapılmak istenenin Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulan iki yeni fakülte ve atanan rektör kanalıyla üniversiteye hâkim olup, üniversitedeki özgür ortamı dönüştürmek olduğunu söylüyor.

Boğaziçi’ndeki öğretim üyelerinin ve öğrencilerin bunun farkında oldukları için bu atamalara karşı olduklarının da altını çiziyor. Toprak şöyle devam ediyor

“Ancak, onun da ötesinde, hangi iktidar eliyle olursa olsun rektörlerin atamayla göreve gelmelerinin üniversitede olması gereken özgürlük ortamına zarar vereceğinin bilincindeler, rektör seçimini tüm üniversiteler için talep ediyorlar. Otuz iki yıl ders verdiğim ve kampüse her geldiğimde “burası benim evim” diye düşündüğüm bir kurumun bizzat iktidar tarafından bu şekilde bir kargaşaya sürüklenip yıpratılıyor olmasından tabii ki çok üzgünüm.

Kurumsallaşma ve kurum kültürü elinizin tersiyle bir kenara itebileceğiniz bir mesele değil. 1980 darbesi sonrası askeri yönetim ve o dönemde çok güçlü olan YÖK bile Boğaziçi’ni zapt u rapt altına almayı başaramadı. Eylem ve protestolar devam edecektir. Benim kanaatim, sonunda yıpranan Boğaziçi’nden çok AKP iktidarı olacak. Bu ülkedeki milyonlarca aile için üniversite eğitimi, çocuklarının kendi yaşadıkları hayattan daha iyi bir hayat yaşamalarının anahtarı. Hiçbir siyasi parti ya da iktidar için üniversitelerle uğraşmak akıllıca bir politika değil”

Esra Çiftçi – Artı Gerçek / 06.09.21