Lice’yi, etrafı dağlık, devasa bir ova olarak düşünün. Hayvanların otladığı, karpuzların olgunlaşmaya başladığı, altın sarısına boyanmış tarlaların masmavi gökyüzüyle rekabet ettiği anayolda ilerlerken tek tük insana rastlıyorsunuz. Ancak bu doğal güzelliğin ardında, on yıllardır süren bir dram oynanıyor.
24 Temmuz’da başlatılan “operasyon”ların bir parçası olarak “geçici güvenlik bölgesi” ilan edilen 127 bölgeden dokuzu Lice’de.
Lice merkezde yaşlılar kahvede, çocuklar bisikletlerin üstünde, kadınlar evlerde didinmekle meşgul. Kalabalık bir gazeteci grubuyla bir kahveye oturduğumuzda insanlardaki endişe ve şüphe üzüntü verici.
Açıkça söylüyorlar: Konuşursak gece eve baskın yapıp alabilirler.
Zaten bu tip baskınlar, Güneydoğu ve Doğu illerinde şu aralar “olağan” durum.
Bir köylü, eczanede çalışan oğlunun çatışma esnasında aceleyle dükkânı kapatıp çıkarken yaralandığını, hastaneye özel tim eşliğinde götürüldüğünü ve tedavisi biter bitmez önce gözaltına alınıp sonra mahkemeye sevk edildiğini anlatıyor.
Ya sonra ne olacak?
“Hastanedekiler, doktorlar, hepsi onu tanıyordu. Ama çatışmada yaralandığı için terör örgütüne üyelikle suçlanıyor” diyor ümitsizce.
23 yaşındaki oğlu Mehmet Emin Kumral artık müebbet mi yer, hangi zindana atılır, orası belli değil.
Mehmet gibi, eline silah almadığı halde suçlanan, tutuklanan, evinden alınıp götürülen siviller de var, siyasiler de. Her gün başka bir belediye başkanının gözaltına alındığı haberi geliyor. Mesela Sur Belediye Eşbaşkanı sabaha karşı çalan kapıyı -kırmamaları için- hemen açıyor. Buna rağmen yaka paça yere yatırılıyor, eşi duvara çarpılıyor, çocuklarına silah doğrultuluyor.
Diyarbakır Belediyesi Eşbaşkanı Fırat Anlı, “1993 Mart-Nisan’ı andıran bir durum var. Hatıralarımız çok kötü” diyor.
Eşbaşkan Gültan Kışanak anlamlı bir soru soruyor: “Farz edelim seçim olacak, çatışmalar körüklendi... Sonrası ne olacak? Kazansan da kaybetsen de ne olacak?”
Ne olacağının cevabı, şimdiden Diyarbakır’dan Yüksekova’ya saran ateşin içinde var.
Hür ve insanca bir yaşam
Şiddet şiddeti doğuruyor ve gidişat hiç hayra alamet değil. Bu defa, 90’larda olduğu gibi toplumun geri kalanının kayıtsız kalması mümkün değil.
Demokratik hak taleplerinde önemli aşamalar kaydeden Kürt siyasi hareketinin geri adım atması da... Sınır komşuları değişmiş, IŞİD diye bambaşka bir bela varken eski devlet refleksleriyle “bu işi bitirmek” de imkânsız görünüyor.
Peki ölmeye, öldürmeye kilitlendikten sonra geriye ne kalacak?
Lice’de askerle PKK’nın mevzilendiği yerin arasındaki koridorda nöbet tutan sivillerin yanında gidiyoruz. Kadın ve yaşlıların da bulunduğu grubun tek amacı, “her iki taraftan sızmaların olmasını engellemek”. Canlı kalkan olarak çatışmaların şiddetlenmesini önlemişler.
Ama nereye kadar? Ne zamana kadar?
80 yaşındaki Sakine annenin sözleri kulaklara değil, yüreklere:
“Bizi Kobane mi yapmak istiyorlar? Artık haksızlıklara dayanacak gücümüz kalmadı. Bu dava artık bitsin! Türkiye’de herkes hür olarak, insan olarak, evladını kaybetmeden yaşayabilsin.”
Hangimiz buna hayır diyebilir ki?
Milliyet / 26.08.15