Atlantik’te AUKUS çatlağı

Avrupa’nın Gündemi’nde bu hafta AB-ABD ilişkilerini ilgilendiren Avustralya ile AUKUS anlaşması ve AB’nin bağımsız dünya gücü olması tartışmaları var. Fransa’da ise işçi haklarına saldırılar sürüyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 19 Eylül 2021
  • 10:44

ABD, Britanya ve Avustralya’nın imzaladığı, kısa adı AUKUS olan yeni askeri pakt, Afganistan fiyaskosu sonrası ABD’nin hedefini Çin’e daha yoğun olarak çevirdiğini gösteriyor. Ağustos ayına kadar Fransa ile nükleer deniz altı almak için anlaşma yapan Avustralya’nın tutumu Fransa tarafından eleştirilirken, AB ordusu söylemleri de yükselmeye devam ediyor.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, geleneksel “Birliğin Durumu Konuşması”nda AB’nin ekonomik ve askeri açıdan dünya gücü olma iddiasını bir kez daha dile getirdi. ABD ve NATO olmaksızın askeri müdahaleler yaparak dünyada “istikrar” sağlama isteğinin vurgulandığı konuşmada, AB üyesi ülkeler arasındaki çatışmalar, gittikçe tırmanan sorunlar gizlenemedi.

Fransa’da işsizlik ödeneğinin hesaplanmasına ilişkin tartışmalı yeni kurallar, sendikaların başvuruları sonrası Danıştay tarafından askıya alınmıştı. Hâlâ mahkeme tarafından içeriği incelenen ve geçişi henüz karar verilmemiş olmasına rağmen, hükümet, ekonomik durumun düzeldiğini, daha fazla bekleyecek zaman kalmadığını savunarak reformun 1 Ekim’den itibaren geçmesini zorluyor.

AB’nin dünyanın gücü olma arzusu

Jörg KRONAUER
Junge Welt

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in çarşamba günü Avrupa Parlamentosu önünde yaptığı konuşmanın adı “Birliğin Durumu Konuşması”. Bu ad aynı zamanda ABD Başkanı’nın ABD Kongresi’nin her iki odasına yönelik geleneksel yıllık konuşmasının da adı. Dönemin Komisyon Başkanı José Manuel Barroso, Eylül 2010’da AB’nin ilk Birliğin Durumu Konuşması ile Avrupa Parlamentosu’nun önüne çıktığında, adın seçimiyle ilgili iddia açıktı: AB, ABD ile eşit düzeyde algılanmak istiyordu. O zamandan beri, her eylül iddiasını vurguladı.

AB’yi bir dünya gücü olarak görmek isteyenlerin bakış açısından Birliğin durumu arzulanandan epey uzak ve von der Leyen, yıllardır kaynayan hatta tırmanmayla tehdit eden iç çatışmalara değinmekten kaçınamadı: Mülteci savunmasının yöntemleri veya AB’nin örtülü bürokratik jargonunda denildiği gibi yeni göç ve sığınma paketi konusundaki anlaşmazlık. Komisyon Başkanı’nın kabul etmek zorunda olduğu gibi, “Yalnızca acı verecek kadar yavaş bir ilerleme var”. Buna ek olarak, Macaristan ve Polonya ile hukukun üstünlüğü konusunda giderek doruğa ulaşan ve von der Leyen’in çarşamba günü sert bir çizgide ısrar ettiği sert anlaşmazlıklar varlığını sürdürüyor. Komisyon başkanının konuşmasını (başlık: Birliğimizin ruhunu güçlendirmek) utanç verici ifadelerle noktalamasının nedeni, AB’nin gitgide daha fazla ihtilafla sarsılması olabilir: “Bütün kusurlarıyla, Birlik güzel biriciklikten ve biricik güzellikten oluşmakta.”

Tüm iç çatışmalara rağmen AB seçkinleri arasında dünya gücü olma isteği kırılmadı. Von der Leyen, küresel düzeyde “Artan rekabetin yeni bir çağına giriyoruz” dedi. Gerekirse “NATO veya BM’nin katılımı olmadan” askeri “görevler” yürütmenin öneminden söz etti. AB, sınırları dışında, komşularımızda ve farklı bölgelerde istikrar sağlayacaktır” dedi. İstikrar? Afganistan’dan selamlar, Mali’den de. Perşembe günü sunulan yeni Hint-Pasifik stratejisine göre AB’nin Hint ve Pasifik Okyanuslarına daha fazla savaş gemisi göndermek istediği gerçeği, Asya’nın istikrarı için duyulan korkuları artırıyor. Gelecekteki askeri müdahaleler için yeterli askeri birliğe sahip olmak için Komisyon Başkanı bir kez daha “Avrupa Savunma Birliği” çağrısında bulundu. Von der Leyen, AB’nin militarizasyonu açısından, “Avrupa’nın bir sıçrama yapmasının zamanı geldi” dedi.

(Çeviren: Semra Çelik)

Yeni Çin karşıtı pakt, emperyal kibir ile pervasız dolandırıcılığı birleştiriyor

Morning Star
Başyazı

Britanya’nın ABD ve Avustralya ile bir Hint-Pasifik anlaşmasına dahil olması, yeni soğuk savaşın tehlikeli bir şekilde tırmanmasına işaret ediyor. Bu, İngiliz güçlerini Uzak Doğu’daki saldırgan ABD planlarına daha da karıştıran bir emperyal kibir eylemidir.

Bu çılgınlığa partiler arasından gelen destek Westminster (parlamento) çevrelerinin geçen ay Afganistan’da 20 yıllık ABD liderliğindeki bir işgalin; ortadan kaldırmak için ilk işgal ettiğimiz milislerin elinde toza dönüşmesinden ne kadar az şey öğrendiğini gösteriyor.

Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi, İngiliz birliklerini boşuna bir sadakat jesti ile Birleşik Devletler’in emrine vermek için bir kez daha birleşti.

Milletvekillerinin ABD’nin Afganistan’dan tek taraflı çekilmesi ve Joe Biden’ın bunun müttefiklerinde yol açabileceği herhangi bir utanca karşı tamamen kayıtsız kalmasından yakındığı ağustos ayını takiben, koltuk savaşçıları “özel ilişkinin” (ABD-İngiltere yönetimleri arasındaki ilişki için kullanılan tabir) canlı olduğuna sevinecekler. Gerçek şu ki, bu pervasızlık ne ABD nezdindeki etkimizi artırıyor ne de sözde düşman güçlere karşı “caydırıcı” bir rol oynuyor.

Bahisler daha yüksek olamazdı. New York Times bu ayın başlarında bir köşe yazısında soruyordu: “Terörizme karşı savaştan sonra ne geliyor? Çin’e karşı savaş mı?”

Barack Obama’nın başkanlığından bu yana kazanamadığı bir savaştan onurlu bir şekilde kurtulmak için mücadele ettiği Afganistan’da kanlar içinde olan ABD, manşetler ne kadar ürkütücü olursa olsun (ve yerel ortakları için sonuçları ne kadar korkunç olursa olsun) toparlanıp kaçmaya karar verdi.

Ancak, küresel egemenliğini güç kullanarak savunma hakkının sınırlarını tanıdığı için değil, savaşın büyük maliyeti, müttefiklerini yeni, daha geniş ve potansiyel olarak daha da yıkıcı bir çatışmaya sürükleme çabalarını sürüklediği için.

Ne kadar başarılı olacağı belirsiz. ABD’nin ekonomik gücü azalıyor ve NATO ve diğer ittifaklar aracılığıyla bağımlı ülkeler üzerindeki kontrolü yıpranıyor. Fransa’nın Washington, Londra ve Canberra tarafından “arkadan bıçaklanma” konusundaki öfkeli patlaması, Avustralya ile kendi kazançlı silah anlaşmalarını kaybetmesiyle ilgili.

Ancak Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın Afgan fiyaskosuna dikkat çeken referansları ve bunların hepsinin “Avrupa’nın stratejik özerkliğine duyulan ihtiyacı açık ve net bir şekilde ortaya koyduğu” iddiası, Avrupa Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen ve dış politika sorumlusu Josep Borrell’in, geçen hafta dile getirilen AB ordusu inşa etme ihtiyacı üzerine açıklamalarıyla uyumludur.

Silahlı kuvvetleri ABD’ye İngiltere’den daha az bağımlı olan Fransa, Pentagon’un odak noktası başka yerlere kayarken, şimdiden kuzey Afrika ve Ortadoğu’da genişletilmiş bir emperyalist rol arıyor.

Sonuçlar –ağır sivil kayıplar, bölgesel istikrarsızlık, aşırı cihatçı grupların güç ve etkisindeki artış– belirgin bir şekilde farklı olmasa da Kuzey Afrika’da son sekiz yılda ABD’den bağımsız olarak genişletilmiş bir askeri misyona liderlik etme yeteneğini gösterdi. Daha yakın zamanlarda, Başkan Macron’un Bağdat’ta bir bölgesel güçler zirvesine ev sahipliği yaparken yerel lider olarak ABD’nin yerini Fransa’nın aldığını söylediği; Libya, doğu Akdeniz ve Irak’ta, giderek daha isyankar bir başka ABD satrapı olan Türkiye’yle karşı karşıya geldi.

Tüm bu gelişmeler ABD’nin küresel “liderliğini” parçalıyor. Ancak Washington’un zayıflayan tutuşu onu daha az tehlikeli yapmıyor.

Japonya, Hindistan ve Avustralya’yı, muazzam askeri gücünü doğrudan ana ekonomik rakibinin barışçıl yükselişini “sınırlamaya” odaklamak için Çin karşıtı bir “dörtlü” içine kaydederek yeni ittifaklar kuruyor.

“AUKUS” paktı İngiltere’yi bu uçurumun eşiğine getiriyor. Burada barış hareketini inşa etmek -ve militarizme ve savaşa karşı ABD ve Avustralya’nın barış hareketleriyle birlikte çalışmak- tek sosyalist tepkidir.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

Fransa: Hükümet işsizlik sigortası reformunun 1 Ekim’den itibaren geçmesini zorluyor

Libération/AFP

Danıştay tarafından askıya alınan fakat hükümetin istihdam durumunun iyiye doğru gittiğini öne sürerek savunduğu ve 1 Ekim’den itibaren geçmesini planladığı işsizlik ödeneği hesaplamasını sertleştiren yeni taslak kararname 16 Eylül Perşembe akşamı sendikalara gönderildi.

Unedic (Fransa’da işsizlik sigortasının yönetiminden sorumlu olan kurum) tarafından ilkbaharda yapılan bir araştırmaya göre, reformun yürürlüğe girmesini takip edecek yılda yaklaşık 1,15 milyon kişi daha (ortalama yüzde 17) düşük aylık ödenek alacak. 

Reformun en öne çıkan maddesi olan işsizlik ödeneği miktarının hesaplanmasına yönelik tartışmalı yeni kurallar 1 Temmuz’da yürürlüğe girecekti. Ancak Danıştay “ekonomik duruma ilişkin belirsizlikleri” savunarak haziran ayında bunu askıya almıştı. İşsizleri cezalandırdığını ifade eden ve bu reforma baştan karşı çıkan sendikalar mahkemeye başvurmuşlardı. Başvuruların içeriği mahkeme tarafından gözden geçirilmeli olmasına rağmen, hükümet, bu kararı beklemeden, Danıştay’ın eleştirilerine “Mayıs ayından bu yana istihdamda yaşanan önemli toparlanmayı” ve “Haziran sonunda özel sektördeki istihdam kriz öncesi seviyesini aştı” argümanlarını vurgulayarak yanıt verdi.

CGT ve FO gibi bazı sendikalar yakın zamanda yeni metne karşı çıkmaya hazır olduklarını belirttiler. Sendikalar, işsizlik ödeneğin temeli olan “günlük referans ücreti” hesaplamanın yeni yönteminin, işsizlik ve çalışma durumları arasında sürekli geçiş yapan iş arayanları cezalandıracağını vurguluyorlar.

Hükümet, bir “eşitlik zorunluluğunu” savunarak, mevcut sistemin, sürekli çalışanlardan ziyade kısa sözleşmeler ve işsizlik arasında geçiş yapanlar için daha faydalı olduğunu öne sürüyor. (…)  Emmanuel Macron’a göre: “Çalışmamanın, çalışmaktan asla daha karlı olmadığından emin olmalıyız” diyerek bunun uygulanmasını savunuyor. (…) Ödeneklerin düşürülmesi ve işsizlik sigortasına hak kazanabilmek için gerekli sürenin uzunluğuna ilişkin kuralların sıkılaşmasının yürürlüğe gireceği 1 Ekim tarihi sendikalar açısından yeni bir öfke sebebi olabilir….

(Çeviren: Diyar Çomak)

Evrensel / 19.09.21