Geçtiğimiz hafta içinde COVID-19 için çok önemli bir gelişmeyi yaşadık. Faz-3 klinik çalışmaları sonuçlarına bakılarak değerlendirilen ilk COVID-19 aşısı Birleşik Krallık’ta kullanım onayı aldı. Böylece pandeminin başlangıcından itibaren Faz 3 çalışmalarını tamamlamış ilk aşı kullanıma sokulmuş oldu. Daha önce Rusya ve Çin’deki zayıflatılmış virüs teknolojisiyle üretilen iki aşı da bu ülkelerde acil kullanım onayı almış, ancak Faz 3 çalışmalarını tamamlamamışlardı. BioNTech/Pfizer aşısının Aralık ayı içinde ABD ve Avrupa Birliği’nde de onay alması bekleniyor. Arkadan gelen başka aşılar da var.
Dolayısıyla 2021, dünyada büyük çapta aşılamayı konuşacağımız bir yıl olacak.
Aşı yarışı devam ederken elbette soru işaretleri de artıyor. Aşıların “milliyeti” tartışılırken, aşıların güvenilirliği de komplo teorilerinin temelini oluşturuyor. Yeni aşı teknolojilerine mesafeli yaklaşanlardan aşıların insanları değiştirebileceğine kadar birçok fikir ortalıkta dolaşıyor. mRNA aşısının neden şimdi ortaya çıktığından, Çin aşısının güvenilirlik tartışmasına kadar birçok konu çoğunlukla bilim insanlarının sözleri dinlenmeden sosyal medyada, arkadaş gruplarında ya da aşı karşıtlarının videolarından öğreniliyor. Bu elbette hem halk sağlığına zarar veren hem de toplumlarda tıp ve bilime karşı güveni zedeleyen bir durum yaratıyor. Bugün kısaca iki soruya değinmek istiyorum.
1. mRNA aşısı neden daha önce yoktu da şimdi ortaya çıktı?
mRNA teknolojisi yeni bir teknoloji değil. 1990 yılında Science dergisinde, canlı hücrelerde DNA veya RNA kullanarak bazı proteinlerin etkin hale getirilmesi fikri paylaşılmış, ve bunun örnekleri gösterilmişti (1). Hatta bu teknolojinin devrimsel nitelikte olduğu ve canlılarda çeşitli patojenlere karşı özgül bağışıklık geliştirilmesi için kullanılabileceği bildiriliyordu. Ancak mRNA hücrede çabuk olarak yok edilen bir molekül olduğu için bu teknolojinin kullanımı yavaş gerçekleşti ve birçok çalışma daha stabil olan DNA üzerinden yürütüldü. Hatta 2003 yılındaki SARS salgınında başlanan aşı çalışmalarında DNA ile üretilmesi planlanan aşılar da mevcuttu (2). 33 aşı denemesinden 7’si DNA aşıları ile, 6 tanesi zayıflatılmış virüslerleydi. Yani genetik materyali kullanarak aşı üretme fikri yeni değil. Ancak mRNA ile aşılamanın büyük sıkıntısı mRNA’nın hücrede etkin kalma süresinin çok düşük olmasıydı. mRNA moleküllerini daha stabil hale getirilmesi için yapıtaşlarında kimyasal değişiklikler yapılması yoluna gidildi. Bu çalışmaları gerçekleştiren araştırmacılardan biri Katalin Karikó idi.
Çalışmasında RNA moleküllerinin yapıtaşlarını değiştirerek daha stabil hale getirilmesinin bağışıklık tepkisini artırdığını gösteren Kariko’nun makalesi (3) onlarca başka çalışma ile beraber mRNA teknolojisinin hız kazanmasını da beraberinde getirdi. Kariko, şu an BioNTech şirketinin başkan yardımcısı. İlerleyen zamanlarda, mRNA stabilitesinin artırılmasının yanında, mRNA’nın yağsı maddeler olan lipozomlar içine konmasının metotlarını geliştiren araştırmacılar bu şekilde mRNA’ların daha uzun süre işlev görebildiklerini keşfettiler (4). Böylece bugün yaşadığımız pandemi için çare olabilecek teknolojilerden biri haline gelen mRNA aşı teknolojisi de kendine yaşam bulmuş oldu. mRNA aşıları kanser için de kullanım alanı bulmayı hedefliyor (5). Yani bilimsel süreçler çok uzun yıllar yapılan çalışmaların sonucu olarak ortaya çıkarlar. Toplumlar o çalışmalara yeni aşina oldular diye işin altında bir bit yeniği aramanın gereği bulunmuyor.
2. Çin aşısı güvenli mi?
Aşılar, birçok farklı metodun uygulanmasıyla üretilebilen maddeler. Klasik aşı üretimi zayıflatılmış patojenlerle yapılırken, bir başka metot ise üretilmesi istenen antikoru yaratacak proteinin belli başka virüsler içine konarak vücuda verilmesi olarak okuyabileceğimiz vektör aşı metodudur. Son birkaç on yılda DNA ve RNA aşılarının da sahneye çıktığını biliyoruz. Çin’in Sinovac şirketinin ürettiği aşı, zayıflatılmış bir SARS-CoV-2 aşısı. Virüsün laboratuvar ortamında büyütülmesi ve çoğaltılmasından sonra belli kimyasal metotlarla virüsün etkisinin azaltılıp insanlara verildiğinde hastalık yapmayacak seviyeye getirildiği bir aşı metodu. Tüm virüs insana verildiği için oluşan antikorlar virüsün farklı kısımlarına hedeflenmiş olabiliyor (mRNA ya da vektör aşılarında virüsün sadece spesifik bir bölgesine antikor hedeflemesi yapılabiliyor). Klasik metot ile aşılanan her insanın bağışıklık tepkisi de bu anlamda değişiyor. Zayıflatılmış aşıların nötralizasyon denen, virüsle karşılaşıldığında onu durdurabilme kapasitesi, bu nedenle insandan insana farklılık göstermekte. Sinovac aşısı için henüz sadece faz 1 ve faz 2 çalışmalarını sonuçları bilimsel makale olarak 17 Kasım tarihinde yayımlandı (6). Ancak geniş çaplı faz 3 çalışmalarının henüz bir bulgusu paylaşılmış değil. Şirketin yaptığı açıklamaya göre Çin’de bu aşıyla 1 milyondan fazla kişi aşılanmış durumda. Faz 3 çalışmaları da Brezilya ve Türkiye’de devam ediyor.
Bu noktada asıl konuşulması gereken konu Sinovac aşısının etkinliğinden çok, bilimsel güvenlik verilerinin paylaşılmasından önce bu aşının yaygın kitlesel şekilde uygulanmasının etik olup olmadığı. Çin, aşı üretim teknolojisine sahip ve imkânları olan bir ülke. Henüz veriyi yayımlamasalar bile eğer bahsedilen koruma oranı doğruyla yüzde 75’e varan korumadan bahsedilebilir. Yani aşılanan her 4 kişiden 3’üne bağışıklık sağlayacak. Bu bağışıklığın ne kadar süreceğini bilemiyoruz tıpkı diğer aşılardakileri bilemediğimiz gibi. Ancak etik olarak faz 3 verilerine dayanmayan bir onay genel geçer sağlık kriterlerinde belirtilen etik ilkelerin ihlali anlamına gelir. Klinik çalışma amaçlı kişilerin aşılanması başka bir şeyken, onay almamış bir aşının toplumda dağıtımının ve aşılamanın başlaması ise başka bir şeydir. İlki bilimsel bir çalışmanın parçasıyken ikincisi etik bir ihlaldir. Bu nedenle Çin aşısının etkisi var mı yok mu diye tartışmadan önce bu aşının onay almasını beklemek ve ondan sonra dağıtımına geçmek gerekmektedir. Elbette modern yöntemlerle üretilmiş her aşı belli bir etki seviyesine sahip olacaktır. Yan etki profilleri de faz 3 çalışmalarının verdiği bilgiler ışığında belirlenebilir. Daha uzun vadeli etkiler için ise bir süre daha beklemek ve aşılamanın sonuçlarını görmek gerekmekte. Bu da zaten her ilaç geliştirme sürecinin parçası olan faz 4 denen aşamaya tekabül ediyor. Yeni bir tıbbi gelişme her zaman bu sürece ihtiyaç duymaktadır.
Sonuç olarak, tartışılması gereken aşının etkisinin ne olduğu değildir. Bunu tartışarak bir yere varamayacağımız kesin çünkü klinik çalışma sonuçları yayımlanmadan kimse net bir söz söyleyemez. Zayıflatılmış virüs aşısını, mRNA aşısını ve de diğer aşı teknolojilerini eleştirmeden önce bilimsel verileri sağlamalarını ve bağımsız kişilerce bu bilgilerin değerlendirilmesini istemek anlam ifade eder. Örneğin faz 3 çalışmalarının sonuçlarını bilimsel makalede yayımlayan AstraZeneca/Oxford aşısının faz 3 çalışmasındaki bulguları rahatlıkla görebiliyoruz ve bu şekilde aşı hakkında bilimsel yorumlar yapmak mümkün oluyor (7). Zamanla tüm aşıların sonuçları yayımlandığında dünya SARS-CoV-2 virüsüne karşı çeşitli derecelerde etkili birçok aşıya sahip olmuş olacak. Bu aşılar insanların yaşamlarını kaybetmesinin önüne geçecek ve pandemiyi sonlandırmada en etkili araçlarımızdan biri olacak. Ancak aşılar, pandemi yönetimlerinin başarısızlığını örtmeyecek. Verilerin saklandığı, gereken tedbirlerin alınmadığı ve aksine yayılımı artıracak uygulamaların yaşama geçirildiği, kişilere ekonomik yardım yapılmadığı, hamasetin ve “ulusal çıkarların” insan yaşamının önüne konduğu yönetimlerin yanlışları unutulmayacak.
(1) www.sciencemag.org/cgi/pmidlookup?view=long&pmid=1690918
(2) https://www.who.int/blueprint/priority-diseases/key-action/list-of-candidate-vaccines-developed-against-sars.pdf
(3) https://www.cell.com/immunity/fulltext/S1074-7613(05)00211-6
(4) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5439223/pdf/tde-07-319.pdf
(5) https://www.nature.com/articles/nrd.2017.243
(6) https://www.thelancet.com/journals/laninf/article/PIIS1473-3099(20)30843-4/fulltext
(7) https://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(20)32466-1/fulltext
BirGün / 06.12.20