Pandeminin başından itibaren virüsün yayılmasıyla nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda çeşitli metotlar, fikirler, bilimsel veriler ortaya çıktı. Son bir senede bu metotlar farklı ülkelerde çeşitli kombinasyonlarda ve zamanlarda, ülkelerin kendi özgül koşulları ve gücü çerçevesinde uygulandı.
Pandeminin son bir senesine baktığımızda gördüğümüz üç ana yönelim var. Ortak yönleri, virüs yükünü azaltmak, toplumsal yayılımı düşürmek, hastane kapasiteleri ve ölüm sayılarını en düşük seviyede tutmak. Birincisi, ilaç ve aşı olmayan durumlarda - ki pandemide çok yakın zamana kadar böyle bir süreçteydik - kapanma, izolasyon, yaygın test, riskli grupları korumak ve virüs yoğunluğunu en düşük seviyede tutmaktı. Çin, pandeminin başında çok radikal kapanma önlemleri alabildiği için bugün virüsün yayılımını durdurdu ve vaka seviyelerini kontrol edilebilir düzeye çekti. Yüksek nüfusu nedeniyle aşılama ile toplum bağışıklığına ulaşamayacak olan Çin gibi Asya’da farklı ülkeler de bu tip kapanma uygulamalarıyla aşılamayı yapmadan virüs yoğunluğunu azalttılar.
Avusturalya, Yeni Zelanda gibi ülkeler tam kapanma ve toplumsal yayılımı azaltma pratikleri ile şu anda normal yaşamlarına hızlı bir şekilde geri dönüyorlar.
İkinci metot, etkili aşılama yapmak, aşılamayla toplum bağışıklığını sağlamaya yönelik adımlar atarken aynı zamanda toplumsal yayılımı önleyecek tedbirleri de elden bırakmamak. Özellikle ABD, İngiltere, İsrail gibi ülkeler bu metodu seçmiş ülkeler. Aşılama uzun süren ve toplum bağışıklığına ulaşmanın zaman alacağı bir süreç ve toplumsal yayılım azaltılmadığı sürece aşının etkisinin gerek yeni varyant virüslerin ortaya çıkmasıyla gerekse toplumda aşılamayan kişilerin hastalanmasıyla azalacağını söylemek mümkün. Bunun yanında, yapılan aşıların etkinliği de önemli bir kriter. Yüzde 50 etkinlikte bir aşıyla toplumun tümünü bile aşılasak virüs yayılımı devam edecek, virüsün kontrole alınması zor olacak. Bu nedenle toplumsal yayılımın önlenmesi büyük önem arz ediyor.
Üçüncü bir yönelimse aşının olmadığı koşullarda toplumsal tedbirlerin de alınmadığı durumlar. Bu yönelim çoğunlukla ekonomik kaygıların ön planda olduğu, toplumsal ekonomik yardımların yapılamadığı ülkelerde görülmekte. Bu yönelimin bir motivasyonu da siyasi yönetimin pandemi mücadelesini ikincil görmesi.
Maalesef Türkiye bu kategoride. Normalleşmeye geçildiği günden itibaren Türkiye’de risk tablosunun gittikçe daha kırmızıya evrilmesi, bir ay önce nüfusun yüzde 50’si riskli bölgelerdeyken bu oranın yüzde 80’e yükselmesi, günlük ortalama vaka sayılarının üç, hasta sayılarının ve ölümlerin iki katına çıkması, hastalık ve ölümleri artırdığı bilinen varyant virüslerin dolaşımda olması, bunun yanında devlet eliyle gerçekleştirilen toplantılar ve buluşmaların virüsün yayılımına katkıda bulunması Türkiye için negatif göstergeler.
Tam kapanma zorunluluk
Kritik bir eşikteyiz diyemiyoruz, çünkü o kritik eşiği çoktan aştık. Kimse kapanmayı isteyerek yapmadı, ancak kapanma kendini ölümleri ve yayılımı önlemek için dayattı. Türkiye, hiçbir dönem etkili bir kapanma, yaygın test ve yayılımı önleme politikası izlemedi. Şeffaflıktan uzak bir pandemi yönetimi, geldiğimiz noktanın mimarı. Bu aşamada yapılması gereken, yayılımı önlemek için elimizdeki en etkili metotları kullanmak. Bu da Türkiye için belli bir süre tam kapanma ve insanların yaşamlarını sürdürebilecekleri ekonomik desteğin sağlanması. Ancak bu şekilde vaka sayılarını düşürme şansına sahibiz.
Pandemilerde elbette yükselişler kendi dinamikleri ile alçalabilirler; ancak bu noktaya gelebilmek için çok fazla vaka, ölüm ve acıdan geçme riski var. Buna mahal vermemek için tam kapanma Türkiye için bir zorunluluk. Aşılamanın yavaş olması ve aşının etkisinin düşük olması, pandemiyi bitirebilecek bir aşılama stratejisinin olmamasını beraberinde getiriyor. Bu nedenle de tam kapanma ile virüs yoğunluğunu azaltmak, sağlık sisteminin ve emekçilerin bu hastalığı idare edilebilir şekilde karşılamasını sağlayacak. Artık kaybedecek vakit yok.
BirGün / 31.03.21