Türkiye-Suriye ilişkilerindeki gelişmelere dair Arap basınında öne çıkan yorumlarda, iki ülke yönetimlerinin “normalleşme” söylemlerinin bölgesel barış arzusunun değil iktidarların çıkarları gereği olduğuna vurgu yapılırken, yine aynı gerekçelerle bu “normalleşme”nin yakın zamanda mümkün olmayacağı belirtildi.
Middle East Online’daki konuyla ilgili yazısında Amjad İsmailağa, “Şam ve Ankara arasındaki siyasi flört hali net siyasi kanaatlere dayanmamakta, daha ziyade her iki ülkenin de kendi çıkarlarına göre yatırım yapmalarına olanak tanıyan altın kartları elde etme telaşı söz konusu” derken, Türkiye’nin askeri olarak kontrol ettiği bölgelerden çekilmesinin mümkün olmayacağını, Suriye yönetiminin de böyle bir çekilme olursa buradaki muhaliflerle yeniden bir savaşa girmenin yükünü taşımak istemediğini vurguluyor.
Rail al Youm Yazarı Dr. Hayyam Al Zaibi ise “Türkiye, dış ilişkilerine ağır gelen yüklerden kurtulmak ve artık ödeyemeyeceği ve yüzleşemeyeceği Suriye krizinin yükünden ve maliyetinden kurtulmak için yeni fırsatlar aramak istiyor” derken Kuzey’deki durumu “küllerin altındaki ateş”e benzeterek her an patlamaya hazır olduğuna işaret ediyor.
İran: Pezeşkiyan neyi değiştirecek?
Arap basınındaki bir diğer önemli gündem ise İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan, rejimin iki kanadından biri -ve daha güçsüz olanı- olan “Reformist” kanattan Mesud Pezeşkiyan “vaatlerini yerine getirip İran’ın iç durumunda ve dış politikasında gerçek bir değişiklik sağlayabilir mi?” sorusu oldu.
Al Arabi Al Cedid Yazarı Mervan Kablan’a göre “En olası cevap: Hayır”. Çünkü “Pezeşkiyan, İran’ın nükleer programı konusunda bir anlaşmaya varmadan ve Batı’ya açılmadan, ülkenin ekonomik durumunu iyileştiremeyecektir. Bu da Dini Lider’in karar vereceği bir konudur.” Kablan, rejimin karar mekanizmalarının hâlâ Muhafazakar kliğin elinde olduğunu hatırlatıyor.
Peki o zaman rejim Pezeşkiyan’ın kazanmasına neden izin verdi?
Annahar al Arabi Gazetesi Yazarı Ali Hamada’nın bu soruya yanıtı şöyle: “Pezeşkiyan’ın seçimi, rejimin içeriden reforme edilebileceğine dair umudunu yitirmiş olan İran sokağının geniş kesimlerinin kızgınlığını yatıştırma çabası olabilir”
Suriye-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi ve siyasi açmaz
Amjad İSMAİLAGA
Middle East Online
Şam, kendisini boykot eden Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltme konusunda herhangi bir kazanım elde etmediği sürece Türkiye’nin açılımına pek sıcak bakmıyor.
Şam ve Ankara’nın, aralarındaki ilişkilerin onarılması ve yeniden tesis edilmesinin önündeki engelleri aşma arzularına ilişkin karşılıklı siyasi flörtleri, birçok kişiye Suriye-Türkiye ilişkilerindeki durgun suları hareketlendirmek için ortak bir arzu olduğu izlenimini verdi. Bu izlenim, Suriye’deki çatışmanın doğası ve niteliğinin dayattığı üç faktör tarafından beslenmektedir. Suriye dosyasını etkileyen bölgesel ve uluslararası değişkenler, Suriye-Türkiye ilişkilerinin yeniden canlandırılması çabalarına daha büyük bir ivme kazandırmıştır.
Bu faktörlerden ilki, Irak’ın Suriye-Türkiye diyalogunu destekleme yolunu benimsediği ve bölgede istikrarın sağlanması için Suriye-Türkiye ilişkilerini onaracak olguları tasarlamaya çalıştığıdır. İkincisi, ABD’de yaklaşan başkanlık seçimlerinin Donald Trump’ı Beyaz Saray’a geri getirebileceği ve bunun doğal olarak siyasi çözüme yaklaşım konusunda Suriye gerçekliği üzerinde etkileri olacağıdır. Üçüncüsü, Şam ve Ankara’nın Fırat’ın doğusundaki bölgelerle ilgili endişeleri, özellikle de Kürt Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) yerel meclis seçimlerine hazırlanıyor olması ve bunun hem Türkiye hem de Suriye üzerinde siyasi bir baskı unsuru olmasıdır.
Bunlar Ankara ve Şam’ın, iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltme arzularını ifade etmeleri için nesnel koşullar yarattı ve her iki tarafın da normalleşme sürecine girerek elde etmeyi beklediği avantajlar ve kazanımlar var. Ankara, Şam ile yeniden ilişki kurarak Bağdat ve Şam’ı da bu stratejiye dahil etmek suretiyle Suriye ve Irak’taki Kürt sorunuyla mücadeleye yönelik yeni stratejisini genişletmeyi amaçlıyor. Şam ise Türkiye’nin YPG projesine olan takıntısından faydalanarak Ankara’yı güçlerini Suriye’nin kuzeyinden çekme konusunda net bir kararlılık göstermeye zorlamak istiyor. Sınır geçişlerinde Suriye devletinin kontrolünün geri verilmesi ve Halep ile Lazkiye vilayetlerini birbirine bağlayan uluslararası “M4” yolunun açılması gibi acil kazanımlar elde etmenin yanı sıra, çatışmanın siyasi çözümü ve 2254 sayılı kararın uygulanmasına alternatif olarak Şam ile “uzlaşma ve anlaşmaya” zorlamak için Suriye muhalefeti üzerindeki etkisini kullanmayı amaçlıyor.
Bu anlamda, Şam ve Ankara arasındaki siyasi flört hali net siyasi kanaatlere dayanmıyor; daha ziyade her iki ülkenin de kendi çıkarlarına göre yatırım yapmalarına olanak tanıyan altın kartları elde etme telaşı söz konusudur. Öte yandan, Ankara ve Şam arasında diplomatik ilişkilerin yeniden normalleştirilmesi arzusu etrafında dönen karşılıklı mesajlara rağmen, aşağıdaki şekilde özetlenebilecek birçok husus nedeniyle öngörülebilir gelecekte tam ilişkilere ulaşmanın imkansız olduğuna dair kesin bir kanaat de var:
İlk olarak, Suriye-Türkiye ilişkilerinin onarılması, Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı ışığında gerçekleştirilemez ve Şam, Türkiye’nin Suriye coğrafyasından tamamen çekilmesi ya da bu çekilme için bir takvim belirlemesi şartından vazgeçemez ki Türkiye bunu şu anda kabul edemez.
İkinci olarak, Şam, ön koşullarına rağmen, şu anda Suriye’nin kuzeyinde Türkiye tarafından yönetilen bölgelerin kontrolünü yeniden ele geçirme kabiliyetine veya arzusuna sahip değil. Özellikle bu alanların kontrolünü yeniden kazanmak, bu alanların yönetimine askeri ve ekonomik maliyetler yüklemektedir.
Üçüncü olarak, Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelere bakıldığında, Şam’ın kontrolüne geri dönmeyi reddeden bir ortam var. Sonuç olarak, Şam’ın yeniden kontrolü ele geçirmesi durumunda bu bölgelerdeki ortam gergin kalmaya devam edecek ve bu da Şam yönetimini uzun süreli bir isyana dahil olma riskiyle karşı karşıya bırakacaktır. Şam’ın istemediği ve göze alamayacağı şey budur.
Yukarıdaki veriler ışığında Suriye-Türkiye ilişkilerinin yeniden tesis edilmesinin gerekçeleri hakkında pek çok soru işareti var. Bu soru hem Şam’ın hem de Ankara’nın elde etmek istediği avantajlara göre şekilleniyor. Şam, Ankara ile siyasi normalleşmeyi, herhangi bir siyasi ve hatta ekonomik fayda getirmeyen Arap ve Körfez açılımına benzer yeni bir açılım olarak görüyor. Suriye-Körfez-Arap ilişkilerinin restorasyonu dalgasının ardından gelen zafer ve Şam’a dönüş söylemleriyle birlikte bu ilişkiler siyasi bir çıkmaza girdi. Ancak Türkiye’nin Şam’ın sonuna kadar kullanmaya çalıştığı bir yönü var; Türkiye hâlâ Suriye muhalefetini destekleyen tek ülke. Bu bağlamda Şam, BM’nin 2254 sayılı kararının etkilerinden kaçınarak Suriye dosyasında büyük bir değişiklik yaratmayı hedefliyor.
Ankara ise Şam ile ilişkilerin yeniden tesis edilmesinde Suriye’deki hedeflerini genişletmek, özellikle de Kürtlerin durumunun kendisi üzerindeki etkilerini zayıflatmak ve ABD’yi Kürt birliklerine ilişkin stratejisini değiştirmeye zorlamak için bir olanak bulmaktadır. Ancak Şam ile ilişkilerin yeniden tesis edilmesi, Ankara’ya Suriye dosyasında yeni bir yaklaşım dayatacak ve Suriye coğrafyasındaki rolüne ilişkin temel güçlü yanlarını, yani güçlü askeri varlığını ve Suriye çevresi ile ilişkisini kaybetmesine neden olacaktır.
Türk ordusu ile kendi militanları arasında yaşanan son çatışmalar, Ankara’nın Şam’a yönelmesinin bir sonucu olarak Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki nüfuzunu çevreleyen yüksek riskler hakkında bir fikir verdi. Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye’deki yeni politikalarının temel ilkelerinden vazgeçmesi beklenmediği gibi, Kürt birimlerinin özerklik projesine ilişkin endişelerini gidermek, Suriyeli mültecileri geri göndermek ve Suriye’deki çatışmaya siyasi bir çözümün parametrelerini belirlemek gibi üç temel hedefine ulaşmadan Şam ile müzakere etmesi de beklenmiyor.
Yukarıda anlatılanlar, Suriye-Türkiye ilişkilerinin yeniden başlaması ve bunun Suriye’ye getirebileceği fırsatlar konusunda aşırı iddiaya girmemeyi gerektiriyor. Hem Şam hem de Ankara, Suriye dosyasının karmaşıklığına ve düğümlerine derinlemesine bakıldığında gerçekçi görünmeyen bir dizi kazanım elde etmeyi umuyor. Bu ve bunun arasında, pazarlık ilkesi Türkiye ve Suriye arasındaki müzakere yoluna güçlü bir şekilde hakim olacak ve müzakere yolunu başarılı kılma yeteneği, her bir tarafın diğerinin ihtiyaç duyduğu şeyleri sağlamaya ne ölçüde istekli olduğuna bağlı olacaktır. Türkiye’nin Suriye’nin kuzey bölgelerindeki askeri ve idari nüfuzundan vazgeçmeyeceği, Şam’ın da Suriye coğrafyasında bir güç dengesi kurmasını sağlayacak yeni bir siyasi ya da askeri sahne üretecek araçlara sahip olmadığı açık.
Kuzey Suriye’de nefesler tutuldu
Dr. Hayyam Al ZAİBİ
Rai Al Youm
Türkiye ve Suriye; yakınlaşma, ilişkileri normalleştirme, farklılıkları çözme ve aralarındaki engelleri ve sorunları ortadan kaldıran bir anlaşmaya varma aşamasına girdi. İki ülke arasındaki istihbarat toplantıları ve güvenlik bilgi alışverişi durmadı ve şu ana kadar devam ediyor. Bu yakınlaşma, Şam ve Ankara arasındaki ilişkilerin kaderinin açıklanmasına son metreler kala Suriye’nin kuzeyinin nefesini tutmasına neden oldu.
Erdoğan’ın Suriye ile yakınlaşmaya yönelik açıklamaları, ülkenin büyük bölümünü kontrol eden Ulusal Koalisyon ve Kürt Özerk Yönetimi gibi Suriye silahlı muhalefetinin birçok kesimini ve bazı aşırılık yanlısı örgütleri endişelendirmiş görünüyor.
Türkiye, Ulusal Koalisyon üyelerinin çoğunluğunun Türkiye’de ikamet etmesi ve tüm muhalif siyasi ve medya kuruluşlarının İstanbul ve Gaziantep’te bulunması nedeniyle Suriye muhalefeti üzerinde güçlü bir etkiye sahip ve askeri gruplar, askeri ve güvenlik kurumlarıyla doğrudan bağlantılı hale geldikleri ölçüde Türkiye’den lojistik ve mali destek alıyor. Bu durum muhalefetin seçeneklerini zorlaştırmakta ve Türkiye’nin Suriye dosyasındaki politikasının değişmesi ve ilişkilerin çatışmadan barış ve iş birliğine dönüşmesi nedeniyle muhalefeti kader olarak nitelendirilebilecek yeni bir durumla karşı karşıya bırakmaktadır ki tüm bunlar muhalefetin sonu ve muhtemelen patlaması anlamına gelmektedir.
Öte yandan Türkiye, dış ilişkilerine ağır gelen yüklerden kurtulmak ve artık ödeyemeyeceği ve yüzleşemeyeceği Suriye krizinin yükünden ve maliyetinden kurtulmak için yeni fırsatlar aramak istiyor. Suriye’nin kuzeyinde Türk bayrağının yakılması ve resmi kurumların çatılarından indirilmesi ile Türk tırlarının ateşe verilmesinin ardından gelişen olayların yanı sıra, bir yanda militanlar diğer yanda Türk güçleri arasında ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan çatışmalar yaşandı. Türk istihbaratı muhalif liderlere silahlı gruplardaki savaşçıların silahlarını teslim etme niyetini bildirdi, ancak muhalifler bunu reddetti ve ayrıca Halep kırsalındaki Azez bölgesinden geçen Türk tırlarına kara koridorlarını kapattı. Bu durum Türkiye’yi, planının ilerlemesini sağlamak için Suriye’nin kuzeyindeki durumu düzene sokacak tedbirler almaya itecektir.
Suriye’nin kuzeyinde, özellikle de silahlı muhalif grupların kontrolündeki bölgelerdeki durum, “küller altındaki ateş” gibi görünüyor. Bu da vatandaşları ya Türklere ve silahlarına karşı halk protestolarını sürdürmek ya da alınan siyasi ve güvenlik önlemlerini desteklemek gibi bir zorlukla karşı karşıya bırakıyor. Her halükarda Kuzey’in şeytanın elinde kalması ve her an patlamaya açık hale gelmesi bekleniyor.
Pezeşkiyan ve imkansız görev
Mervan KABLAN
Al Arabi Al Cedid
Bir ay öncesine kadar İran dışında tanınmıyordu ve İran’da da pek kimse onun adını duymamıştı. Selefi İbrahim Reisi’nin uçak kazasıyla boşalan cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak için 80 kadar adayla birlikte başvuruda bulunmuş ve Muhafız Konseyi’nin “giyotininden” (aynı konsey 2021 seçimlerinde adaylığını reddetmişti) “kurtulan” Muhafazakar kampın dışından tek kişi olarak çeşitli Muhafazakarlara bağlı beş aday arasında altıncı olmuştu. Pezeşkiyan, ikinci Hatemi yönetiminde (2001-2005) sağlık bakanı olarak görev yapmasına rağmen Reformcu kampta hiçbir zaman öne çıkan bir figür olmadı. Bu kararın alınmasında, adaylar arasında bir dereceye kadar rekabet ve farklılık olduğu izlenimi verilmek istenmiş olması muhtemeldir; zira rekabet tek bir kulübün (Muhafazakarlar) üyeleriyle sınırlı olsaydı, büyük bir boykot yaşanabilirdi. Geçtiğimiz mart ayında yapılan parlamento ve Uzmanlar Meclisi seçimlerinde olduğu gibi, Reformistlerin adaylarının çoğunun dışlanması nedeniyle boykot kararı almasının ardından Tahran’da katılımın yüzde 5’i geçersiz oy olmak üzere yüzde 24 olduğu seçimlerde de rejimin açmazları gözler önüne serildi.
Pezeşkiyan vaatlerini yerine getirip İran’ın iç durumunda ve dış politikasında gerçek bir değişiklik sağlayabilir mi? En olası cevap: Hayır. İç politikaları ve kamu özgürlüklerini iyileştirme vaatleri, parlamentodan yargıya, Muhafız Konseyine, Uygunluk Konseyine, Uzmanlar Meclisine ve diğerlerine kadar tümü Muhafazakarların elinde olan diğer güç merkezleriyle çatışacak. İran’da pek çok kişi ülkenin ekonomik gerilemesinde en önemli etkenin kötü yönetim olduğuna inansa da, Pezeşkiyan’ın kampanyasına destek veren eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e göre ABD yaptırımları da önemli bir rol oynuyor. 2015’te nükleer anlaşmanın imzalanması ve 2016’nın başlarında uygulanmaya başlanan ABD ve uluslararası ekonomik yaptırımların kaldırılmasının ardından büyüme oranlarındaki iyileşme ve düşük enflasyon seviyelerine ilişkin dikkat çekici rakamlar ortaya çıktı. Bu anlamda Pezeşkiyan, İran’ın nükleer programı konusunda bir anlaşmaya varmadan ve Batı’ya açılmadan ülkenin ekonomik durumunu iyileştiremeyecektir. Bu da Dini Lider’in karar vereceği bir konudur. Cevad Zarif’e göre İran’ın Arap bölgesindeki güvenlik politikaları Cumhurbaşkanı tarafından değil, Dini Lider ve Devrim Muhafızları tarafından belirleniyor. Peki, geriye ne kaldı? Eski ve seçilmiş cumhurbaşkanları arasındaki açık vizyon ve pozisyon farkına rağmen, İran’da ve bölgede pek çok kişinin umduğu değişimi göremeyeceğiz gibi görünüyor.
Direniş eksenini sürdürmenin ve bölgede devam eden savaşları desteklemenin üç garantisi
Abdulbari ATWAN
Rai Al Youm
İran’ın stratejik politikalarında ve direniş eksenine ve özellikle Filistin davasına verdiği destekte radikal bir değişiklik olmayacağının üç temel garantisi var:
Birincisi: bu konuda son sözü söyleyen ve dini statüsü, eski devlet başkanlığı ve İslam Devrimi lideri İmam Humeyni’nin yanında çıraklık yapması nedeniyle sahip olduğu siyasi, idari ve yürütme deneyimini maneviyatla birleştiren Dini Lider Sayın Ali Hamaney’in varlığıdır.
İkincisi: Başkan Pezeşkiyan liderliğindeki yeni yürütme kurumu ve kararları üzerinde sıkı bir gözlemci olacak olan aşırı Muhafazakârların kontrolündeki parlamentodur.
Üçüncüsü: Ordu komutanlığı ve önümüzdeki dönemde gücünü arttırması beklenen Devrim Muhafızları tarafından temsil edilen askeri kurumun gücüdür.
Pezeşkiyan’ın İran’ın bölgedeki yayılmacı politikasına ilişkin tutumu ne olacak?
Ali HAMADA
Annahar Al Arabi/Lübnan
İran Reformcu Hareketin adayı Mesud Pezeşkiyan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Muhafazakar hareketin adayı Said Celili’ye karşı kazandığı zaferle ilgili birçok soru var.
Peki, Dini Lider Ali Hamaney neden cumhurbaşkanlığının Reformist Harekete geri dönmesine izin verdi? Bu değerlendirme biraz aceleci olabilir. Yurtiçinde ve yurtdışında bazıları tarafından kutlanan yeni cumhurbaşkanı, eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’den daha zor bir zamanda geldi. Pezeşkiyan rejimin bir evladı, ancak hiçbir zaman rejimin yüksek karar alma ve nüfuz çevrelerine ait olmadı. Lider Ali Hamaney’e itaat ettiğini açıklasa da Muhammed Cevad Zarif gibi reformist hareketin önde gelen bazı isimlerinin aksine kendisine sıkı sıkıya bağlı bir destekçi tabanı bulunmuyor. Aday gösterilmesi, ilk turda öne geçmesine izin verilmesi ve ardından ikinci tura geçerek seçimi kazanması, katılım oranını yüzde 40’ın altından yüzde 50’ye çıkarması, genç Mahsa Amini’nin Eylül 2022’de öldürülmesinin ardından patlak veren başörtüsü devriminden bu yana güçlü bir kriz içinde olan rejime sadece yurtdışında değil, içeride de yeni bir meşruiyet kazandıran adımlardır.
Buna ek olarak, yeni cumhurbaşkanı, anayasa ve gelenekler gereği, yeni cumhurbaşkanının genel olarak egemen karar alma düzeyleri üzerinde herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır. Dışişleri, savunma, içişleri, güvenlik ve istihbarat gibi egemen bakanlıkların tamamı Dini Lider ve Devrim Muhafızlarının elindedir. Daha da önemlisi, Cumhurbaşkanı’nın, katı dinci kanatla derin rejimin belkemiğini oluşturan Devrim Muhafızları üzerinde hükümet nezdinde hiçbir yetkisi yok.
Pezeşkiyan’ın seçimi, rejimin içeriden reforme edilebileceğine dair umudunu yitirmiş olan İran sokağının geniş kesimlerinin kızgınlığını yatıştırma çabası olabilir. Etkili yönetim araçlarına sahip olmayan Reformist bir cumhurbaşkanının varlığı, liderin halefini seçmesini kolaylaştırabilir ve Mesud Pezeşkiyan’ın varlığı sisteme bir miktar çoğulculuk havası verebilir. Pezeşkiyan, ülkesine yönelik yaptırımların kaldırılması için İran’ın başta komşu ülkeler ve ABD olmak üzere dış dünya ile ilişkilerini geliştirmesi çağrısında bulundu. Ancak şu soru ortaya çıkıyor: Pezeşkiyan’ın İran’ın Arap ülkelerine nüfuz etme ve Irak’tan Suriye’ye, Lübnan’a, Yemen’e ve ötesine ideolojik silahlar yerleştirme yönündeki bölgesel politikası hakkındaki görüşü nedir? Bizim için en önemli şey budur.
Yusuf Ertaş -Evrensel / 15.07.24