Biliyorum, siyasi gündem çok yoğun. Ukrayna’da savaş ne zaman biter, Rusya ne yapar, İran ile Amerika arasındaki nükleer müzakereler nasıl sonuçlanır, Türkiye Suriye’ye bir operasyon daha yapar mı, yaparsa ne olur ve daha onlarca soruya cevap bulmaya çalışıyor uzmanlar, gazeteciler, analistler.
Baş döndürücü ağır siyasi gündemlerin gölgesinden kurtulamayan ancak ölüm-kalım meselesine dönüşmesine ramak kalmış bir başka sorun daha var; kuraklık…
Orta Doğu ve Arap ülkelerinde iklim krizine dair haberler önceki yıllara göre daha sık yer buluyor. Bir taraftan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi büyük ölçüde çöl olan ülkeler susuz tarıma, yeşil enerjiye, alternatif ziraat yöntemlerine devasa bütçeler ayırıyor. Diğer taraftan bir zamanlar “Mezopotamya’nın bereketli toprakları” olan Irak toz fırtınaları ile boğuşuyor.
NATO’nun bile öncelikli tehlikeler listesinin ilk sıralarında iklim krizi var ki, bu kriz gerçek bir kriz ve en çok etkilediği/etkileyeceği bölgeler arasında Türkiye de var.
Malum Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ile birlikte dünya buğday ihtiyacının büyük bölümünü tek başlarına karşılayan bu iki ülkedeki kriz hali bütün dünyada ekmek, sıvı yağ, bakliyat fiyatlarının fırlamasına sebep olmuştu. Yine Ukrayna krizi başlayana kadar “ithal ediyoruz nasılsa” rehavetindeki ülkeler kendilerini bir ekmek krizi ile karşı karşıya buldular. Hemen alternatif ithalat bölgeleri arayışı başladı. En iyi olasılık Hindistan’dı ancak Hindistan da buğday krizinin çok ciddi olduğunun farkına erken vardı ve buğday başta olmak üzere stratejik sayılan tarım ürünlerinin ihracını ya durdurdu ya da sınırlama getirdi. Şimdi Orta Doğu ve Arap dünyası dahil birçok ülke ellerindeki buğday stokunun ne kadar yeteceğini, buğdaya alternatif ne kullanılabileceğini, kendi yerel üretiminin krize derman olup olmayacağını anlamaya çalışıyor.
“2023 yılında kıtlık başlıyor” diyen geniş bir kesim var ki, en son The Economist dergisi de buğday meselesini kapağına taşıyıp gelecek kaosa geniş yer ayırdı.
Mesele sadece Ukrayna krizi ile hatta buğday ile sınırlı kalsa yine iyi kötü çözüm bulunması mümkün olabilirdi. Ancak korkunç bir iklim krizinin ürkütücü adımları da görünür olmaya başladı.
Mesela Irak…
Irak hep sıcaklığın ve nemin yüksek olduğu bir ülke olarak bilinir ancak aynı zamanda Fırat ve Dicle Nehirleri ile İran üzerinden Irak içlerine uzanan su kaynakları sayesinde toprakları verimliymiş bir zamanlar.
Ancak bu durum siyasi istikrarsızlık, buna bağlı olarak kamu kurumlarının işlevsizliği, su kullanımı gibi hayati önemdeki konularda plan-program olmayışı, suyun aşırı kullanımı, temiz kaynakların korunması gibi bir politikanın varlığının bile söz konusu olmaması gibi sebepler Irak’ı kuraklıkla karşı karşıya getirdi.
Öyle ki, nisan ayının başından beri 9 kez kum ve toz fırtınaları yaşanan Irak’ta uçuşlar iptal edildi, kamu kurumları kapatıldı, 2 ay içinde binlerce insan hastanelik oldu ve mülteci kamplarında hayatlarını kaybeden çocuklar ve yaşlılar olduğuna dair bilgiler haberlere yansıdı.
Aksiyon filmlerinde mezarının açılmasına öfkelenen firavun korkunç bir toz bulutu ile gelir ya, aynen öyle bir kirli sarı toz bulutunun her yeri sardığı, görüş mesafesinin birkaç yüz metreye düştüğü çok sayıda görüntü sosyal medyada bulunabilir.
Bu toz-kum fırtınalarının acil tedbirler hayata geçirilmemesi halinde her yıl artacağını ve birkaç on yıl içinde Suriye’nin bir kısmını da içine alacak şekilde genişleyerek yılın 272 günü görülebileceğini söylüyor uzmanlar.
365 günün 272 günü kum fırtınası… Distopya filmlerinden sahneler gibi…
Kuraklıkla birlikte ekilebilir tarım arazilerinin oranı her geçen yıl düşerken Irak başta olmak üzere birçok bölge ülkesinin daha şimdiden buğday başta olmak üzere temel gıda malzemeleri krizi yaşadığı biliniyor.
Dünya Ekonomi Forumunun raporlarına göre de dünyada 4 milyar insan su sorunu olan bölgelerde yaşıyor. 1 milyar insan sorunun ötesinde su temini krizi yaşıyor ve su krizi yaşanan 17 bölgenin 12’si Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da.
Su krizi kuraklığı, kuraklık su krizini büyüten bir kısırdöngü gibi. Mesela Irak’ta kum fırtınaları tarım arazilerinin kalitesini düşürürken susuzluğun artması hem tatlı su kaynaklarının hem de ekilebilir arazilerin tuzluluk oranını yükseltiyor.
Tarımsal üretim bir tarafa temiz suya ulaşım bile giderek zorlaşırken hâlâ bölge ülkelerinde kullanılmış suyun arıtılması, su politikalarının geliştirilmesi, komşu ülkeler arasında tatlı su kaynaklarının bir siyasi koz olarak kullanımından vazgeçilmesi gibi adımlara çok uzağız.
Halbuki yanı başımızdaki kuraklık hepimizi ve bütün dünyayı etkileyecek kadar ciddi. Kitlesel göçler, su kaynakları sebebiyle savaşlar, kitlesel ölümlere yol açacak hastalıklar; velhasıl hayatın temeli olan suyun olmayışından kaynaklanacak her sonuç herkesi etkileyecek.
Ciddi ciddi iklim ve buna bağlı gıda krizlerini konuşmanın acilen konuşulmaya başlanması gerekiyor!
Evrensel / 02.06.2