Görünen o ki, eski Bakan’ından istihbaratçısına kadar birçok yetkili ABD’yi Ukrayna krizinde ya birinci derecede sorumlu tutuyorlar ya da krizi yönetememekle suçluyorlar. Dış politikasında her zaman ortak kabuller çerçevesinde hareket eden ABD’de bu kez “çatlak sesler” çoğalmış durumda.
Büyük bir açık sözlülükle Moskova’nın kırmızı çizgileri konusunda muhataplarına defalarca uyarıda bulunduğunu belirten Fuller, ABD’yi NATO’yu Rusya üzerine iterek savaş kışkırtıcılığı yapmakla suçluyor. Kissinger’in da vurguladığı bir noktaya Fuller de dikkat çekiyor, “Finlandiya ile Avusturya gibi Ukrayna da tarafsızlaştırılsaydı bu savaş olmazdı” diyor örneğin. Yani adı geçen ülkeyi NATO’ya alma ısrarını yanlış bulduğunu belirtiyor.
Rusya kazanıyor
Washington'un iddiasının tersine Rusya’nın savaşı kazandığına, Ukrayna’nın ise kaybettiğine dikkat çeken Fuller, şahsen benim de öyle olduğunu savunduğum/yazdığım Rusya’ya yönelik yaptırımların işlevsizliğine de vurgu yapıyor. Fuller’e göre özellikle ABD’nin Rusya'ya yönelik yaptırımları, Avrupa için Rusya'dan çok daha yıkıcı sonuçlara yol açtı. Yaptırımlar küresel ekonomiyi yavaşlattı, birçok gelişmekte olan ülke ciddi gıda kıtlığı yüzünden geniş çaplı açlık riskiyle karşı karşıya kaldı.
Rusya’nın savaşa çekilmesiyle "can çekişmekteyken" yeniden canlanan NATO’da buna rağmen birliğin sağlanamadığına dikkat çeken Fuller’in, Batı Avrupa’nın Rusya’ya karşı ABD’yi körü körüne takip ettiği için giderek daha da pişman olacağını söylemesi, bütünüyle katıldığım bir tespit.
Aslında bu pişmanlığın işaretleri görülmüyor değil (Bir yazı konusu aslında bu. Bakarız). Fuller’in yaşananın bir Rus-Ukrayna savaşı değil bir Rus-ABD savaşı olduğunu söylemesi de ABD’de de bunu fark edenlerin olması açısından önemli.
Avrupa’nın, tüm alternatif yaratma çabalarına ragmen Rus gazına ihtiyaç duyduğu bir gerçek. Fuller de bunu bildiği için “Avrupa’nın er ya da geç ucuz Rus enerjisini satın almaya geri döneceğini” yazmış ki, katılıyorum. Avrupa’nın, ABD’yi “hem düzensiz, hem de iki yüzlü dış politika vizyonu” nedeniyle gücünü yitiren bir “güç” olarak değerlendirdiği belirlemesi de tamamen katıldığım bir tespit. Bu nedenle ABD’nin savaşa girme isteği Avrupa ülkeleri için tehlikeli bir hale geliyor.
Çin tehdidi inandırıcı değil
ABD’nin Avrupa’yı, Çin’e, “otoriterizme karşı demokrasi” şiarıyla harekete geçirmek istemesini de “dünya çapında güç mücadelesi”nin dayatması değerlendiren Fuller, Çin “tehdidi”nin daha çok ABD tarafından algılanan ancak Avrupa devletlerinin çoğu için inandırıcı olmayan bir tehdit olduğuna da vurgu yapıyor.
Çin’in “Kuşak Yol Girişimi”nin, belki de dünya tarihindeki en iddialı ekonomik, jeopolitik proje olduğunu belirten Fuller bu projenin Çin'i Avrupa'ya hem demiryolu hem de deniz yoluyla bağlayacağını anımsatarak şunları yazıyor:
“Avrupa'nın Kuşak Yol projesinden dışlanması çok pahalıya mal olacak. Kuşak Yol'un Rusya'dan geçtiğini unutmayın. Avrupa'nın bu Avrasya mega projesine erişimini sürdürürken Rusya'ya kapılarını kapatması mümkün değil”.
Avrupa’yı kimlik krizi bekliyor
Fuller’in Avrupa’nın, gelecekteki küresel rolünü belirlemede artan bir kimlik krizine maruz kalacağı iddiası da hayli önemli. Batı Avrupalıların, Avrupa dış politikasının 75 yıllık Amerikan egemenliğine boyun eğmesinden artık yorulduğunu söyleyen Fuller’e yanlış düşündüğünü söyleyen sanırım çıkmaz.
Fuller’in yazısında dikkatimi en çok şu değerlendirme çekti:
“Batı bankalarındaki Rus fonlarına el konulması da dahil olmak üzere, ABD'nin Rusya'ya karşı uyguladığı büyük yaptırımların, dünyanın çoğunun gelecekte tamamen ABD dolarına dayalı bankacılık sistemini yeniden gözden geçirmesine neden olduğunu görüyoruz. Uluslararası ekonomik araçların çeşitlendirilmesi Washington'un bir zamanlar baskın olan ekonomik konumu ile doları zayıflatabilir”.
Medya yozlaştı
“Ukrayna'daki ABD-Rus mücadelesinin en rahatsız edici yanlarından birinin, bağımsız medyanın tamamen yozlaşması oldu” diyen Fuller şunları yazmış:
“Aslında Washington, tüm Batı medyasını Ukrayna savaşını karakterize eden aynı ilahi kitabından şarkı söylemeye yönlendirerek (‘hemfikir kılmak’ anlamında bir benzetme. MKE) bilgi ve propaganda savaşını kazandı. Batı, bir ülkenin kendi içinde ideolojik güdümlü jeopolitik perspektifini bu kadar kapsamlı dayatmasına daha önce hiç tanık olmamıştı. Elbette Rus basınına da güvenilmez. Soğuk Savaş günlerinde benzerini hiç görmediğim şiddetli bir Rus karşıtı propaganda savaşının ortasında, ciddi analistlerin bu günlerde Ukrayna'da gerçekte neler olup bittiğine dair nesnel bir kavrayış için derinlere inmeleri gerekiyor”.
Rusya’nın karakteri Avrasyalılaşıyor
Rusya'nın jeopolitik karakterinin büyük olasılıkla kararlı bir şekilde Avrasya'ya doğru eğildiği iddiası da var Fuller’in. Ukrayna’nın bu eğilimi (Avrasyacılığı) yoğunlaştırdığını da söylüyor ki gerçeklik payı var. Fuller’e göre Çin ile Rusya şimdi, kararlı bir şekilde birbirine daha da "yakınlaştırıldı." (ABD’nin beceriksizliğinin dolaylı sonucu demek istiyor). ABD'nin Rusya ile Çin işbirliğini engeleyebileceğinin bir fanteziden ibaret olduğunu belirten Fuller, “Rusya bilimsel parlaklığa, bol enerjiye, zengin nadir minerallere, metallere sahipken, küresel ısınma da Sibirya'nın tarımsal potansiyelini artıracak. Çin, Avrasya'da doğal bir ortaklığa dönüşecek güce katkıda bulunacak sermayeye, pazarlara, yetişkin insana sahip” iddiasını dile getiriyor.
Sizi bilmem ama bana çok ilginç geldi yazı. Fuller’in bu düşüncelerinde yalnız olduğunu da sanmam. Ukrayna fiyaskosu ABD’de ciddi sistem sorgulamalarına yol açacak gibi görünüyor.
Kissenger da Fuller de aynısını söylüyorsa "ormanda yangın büyük" demek ki.
Halk TV / 05.07.22