Günümüz koşullarında patronlar sermayelerine sermaye katarken, biz işçiler her zaman olduğu gibi sefalete mahkûm edilmiş durumdayız. Dayatılan sefalet koşulları yetmezmiş gibi baskılar ve mobbingler her gün katlanarak artmaktadır. Artan bu baskılar ve mobbingler, biz işçileri bireyselleştirip kendimize ve çalışma arkadaşlarımıza yapılan haksızlıklara duyarsız kalmamıza sebep olmaktadır.
Fabrikalarda yapılan tüm haksız-hukuksuz baskılar ile bizlerin duyarsız kalması kendimize olan özgüvenimizin yok olmasına sebep olmaktadır. Bu özgüvensizliğimiz sadece fabrikalar ile sınırlı kalmayarak hayatımızın her alanına yansımaktadır. Böylece duyarsız ve özgüvensiz bir toplum yaratmaya çalışıyorlar.
Bugün çalışma alanlarımızda kadın-erkek fark etmeksizin ciddi bir yozlaşma var. Bu yozlaşmış ilişkiler işçiler arasında güvensizlik yaratıyor ve bu da en çok sermayenin işine geliyor. Çünkü yozlaşmışlık, güvensizlik ve bireyselliğin olduğu bir ortamda işçiler sorunlarını tartışamaz hale geliyor.
Bilmek gerekir ki; bizler ne zaman mesai arkadaşlarımızın saygısını, güvenini kazanırsak, işte o zaman bir araya gelmeye aynı sorunları tartışmaya ve bu ortak sorunlara çözüm aramaya başlarız. Ne zaman çözümün örgütlenmekten geçtiğini kavrarsak, işte o zaman gerçek bir sınıf kavgası için mücadele etmemiz gerektiğini anlar ve gelecek kavgasının içine girmiş oluruz.
Bugün bizler insanca yaşayabilecek ücretler alabilsek ailemize, sosyal hayatımıza, kültürel etkinliklere daha çok zaman ayırabiliriz. Sosyalleşen bir işçi daha çok okuyabilir, okuduklarını arkadaşlarıyla tartışabilir ve olup bitenleri sorgulayabilir. Okuyan, tartışıp sorgulayan bir sınıf gerçekleri daha kolay kavrar ve örgütlü mücadeleye yönelir.
Gebze’den bir petrokimya işçisi