Size bir günümü anlatsam derim ki akşam erken yatmalıyım, zira yarın erkenden işbaşı yapacağım. Sabah erkenden iş var diye kalkıyorum. Hızlıca bir kahvaltı yapmaya çalışıyorum. Kahvaltı derken, peynir, zeytin ve arada yumurta… Çeşit bol değil, karnım yarı tok, yarı aç... Bol olsa ne olur ki, sanki zaman mı var?
Yaptığım iş ağır, inşaatta çalışıyorum. Yazın çıplak güneş, kışın soğuğu felaket oluyor. Mesela üzerime giydiğim tişört sürekli ıslak, üzerime kovayla su dökülmüş gibi.
Ellerimi, kollarımı görseniz faça çeken biri sanırsınız, kesik kesik olmuş her tarafı. Arabesk meselesi değil, meslekten. Sürekli pense, demir, tahta tutmaktan da nasır bağlamış ellerim, görüntüsü de kocaman. İnşaatta demir bağlarken sürekli eğiliyoruz, kambur olduk çıktık. Bel, boyun fıtığı var. Olmaması imkansız, çünkü çok ağırlık kaldırıyoruz. Vücudumda sağlıklı bir bölüm kaldığını sanmıyorum.
İş güvenliği zaten yok. Sınırlı bir koruyucu malzeme veriyorlar fakat bu sefer de çalışmakta zorlanıyorum. O kadar yüksek sıcaklıkta çalışmayı sorun etmiyorlar ama sadece görüntüde kullanılmayan ekipmanları dert ediyorlar denetimde. Tabii koruyucu ekipman kullanmamak doğru değil ama iş alanıyla verilenler uyuşmuyor, öyle söyleyeyim.
İşe başladıktan sonra ilk beklediğimiz şey mola oluyor, bir yorgunluk çayı içmek çok iyi geliyor, kısa sürüyor ama...
Bu sektörde en ufak hatada en ağır iş kazasına geçirebilecek durumdayız. Sağlığımız zaten çok hızlı bir şekilde elden gidiyor. Hayatta kalmamız da -ne kadar farkındayızdır bilemiyorum- tesadüfi, mucize de diyebilirim.
İnşaatta yeni yapılar yapıyoruz ama biz yıkımın içindeyiz. Üst başımızı bir görseniz toz toprak. Mezara konulup da çıkmış gibi görünüyoruz çoğunlukla. Bazen arkadaşlarla buluşma kesiyoruz, etkinliğe çağırıyorlar ama o kir pas içinde görünmek istemiyorum. Öyle bir hale gelmiş oluyorum ki insanlıktan çıkmışım, bu görüntümden bazen utanıyorum. İnsanların bakışları daha çok rahatsız ediyor. Eve gidip şöyle görüntüme bir çeki düzen verip öyle insan içine çıkmak istiyorum. Bu sefer zaman geçmiş oluyor, insanlar evine dönmüş oluyor. Buluştuğumuz zamanlar da oluyor, onda da benim halim kalmıyor. Sohbetlere katılmakta zorlanıyorum. Bazen arkadaşların karşısında uyukluyorum ya da katıldığım bir etkinlikte yorgunluktan bir verimlilik alamıyorum.
Sosyal hayat bitiyor. Kitap okuyamıyorum çünkü yorgunum ve dinlenme ihtiyacım var. Harap oluyorsun. İnsanca bir faaliyette bulunamıyorum. Bu çalışma koşulları beni her birçok şeyden alıkoyuyor, dostluktan, arkadaşlıktan...
Karanlıkta çıkıyorum, karanlıkta dönüyorum. Anlattıkça da insan daha bir fark ediyor halini... Ben de bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyorum, kendimin, koşulların, ülkenin halini ve dünyanın... Hepsi de birbirine bağlı. İşte bu birbirine bağlı ipi bulup çekmek gerekiyor.
Gebze’den bir inşaat işçisi