Artan enflasyon ve düşen alım gücü, ücretlerde yaşanan dengesizlik ve kapitalistlerin dayattığı düşük ücret politikası, çalışma ve yaşam koşullarını çekilemez hale getirmiş bulunuyor. Asgari ücretin genel ücret haline gelmesi tepkiyi artırıyor. Ağır sanayi işçileri sosyal yıkımda paylarına düşeni fazlasıyla alıyor. Sendikalı işçiler dahi asgari ücret ve biraz üzerinde, yoksulluk sınırının ise çok altında bir ücret alıyor. Sınıf hareketinin durağanlığı koşullarında kapitalistler AKP gericiliğinin tam desteğiyle bu tabloyu yarattılar. Ancak görülen o ki, artık çalışma ve yaşam koşullarının geldiği düzey kendiliğinden de olsa sınıf eylemlerini tetikliyor. Neredeyse tüm işkollarında giderek yoğunlaşan hak istemli eylemler yaşanıyor. Metal fabrikalarında yaşanan hareketlilik ise işkolu düzeyinde önemli bir tepki birikimini gösteriyor. İşçi sınıfının önünü açabilecek dinamiklere/potansiyellere işaret ediyor. Tekstil, petrokimya fabrikaları düşük ücret dayatmasına karşı hemen her gün eylem haberlerinin geldiği alanlar durumunda.
Biriken öfke ve tepki ne olursa olsun işçi sınıfı bilinç ve örgütlülük planında yaşadığı zaafları aşamadığı, birleşik mücadele zeminlerini güçlendiremediği koşullarda, her mücadele ya da eylem gelip bir sınıra takılıyor. İstemlerini kazanıp kazanamamasında öteye bir içerik taşıyan bu gerçeklik, sermaye düzeninin çok yönlü kuşatması ve sosyal yıkım saldırıları karşısında kendini koruyabilecek ve geriye gidişi durdurabilecek adımların süreklileştirilmesini zora sokuyor. Sadece sendikasız ve kendiliğinden yaşanan hareketlilikler açısından değil, sendikalı ve yıllardır belli bir düzeyde örgütlü olan fabrikalar da bu genel tablonun bir parçası durumundadır. Öyle ki, metal ve petrokimya gibi işkollarında nispeten uzun bir sendikal örgütlülük deneyimi ve mücadele birikimi olan işçiler dahi aynı sorun ve açmazlarla karşı karşıya kalabiliyorlar.
Kuşkusuz sendikalı fabrikalarda hakim olan sendikal bürokrasi, bu konuda çok özel ve gerici bir rol oynuyor. Olduğu kadarıyla öne çıkma eğilimi taşıyan ve hareketin önünü açma potansiyeli güçlü süreçler sendikal bürokrasi engeline takılıyor. Olanaklar dar fabrika içi gündemler çerçevesinde heba ediliyor. Ruhunu tamamıyla sermayeye satmış olanları bir tarafa, güya işçi sınıfının çıkarları için mücadele ettiğini söyleyenlerin söylemleri ne olursa olsun son tahlilde diğerleriyle aynı noktada buluşuyorlar.
Metal fabrikalarında geçtiğimiz günlerde yaşananlar bunun çarpıcı örneklerini sunuyor. Özellikle AKP döneminde grev yasakları, rutin ve işçi sınıfını hareket edemez hale getiren açık bir saldırıdır. Bu saldırının aşılması ancak fiili-meşru mücadeleyle ve işçi sınıfının birleşik eylemi ve sınıf dayanışmasıyla mümkün olabilir. Bugüne kadar birçok kez grevi yasaklanan metal işçileri, Türk Metal ve Özçelik-İş tarafından daha baştan teslim bayrağını çekmeye zorlanıyordu. Birleşik Metal-İş ise durumu kurtarmak için göstermelik birkaç girişimle aynı yasak zincirine boyun eğiyordu. Nihayet Bekaert işçilerinin grev yasağını tanımayan kararlı tutumları ile BMİS yöneticilerinin olumlu sayılabilecek açıklamaları farklı bir atmosfer oluşturarak ekonomik kazanımdan öteye sonuçları olan bir kazanım yarattılar. Sermayenin ve AKP’nin dayatmalarını fiili mücadeleyle boşa düşürdüler. Ama bu süreç sendika bürokratları tarafından bilinçli bir tarzda kendi içinde bir mücadele olarak ele alındı. Aynı süreç metalde yetkili üç sendikanın örgütlü olduğu ve on binlerce işçiyi kapsayan ek zam hareketliliği birlikte bir başka dinamizm yarattı. Tepki ve öfke daha görünür hale gelerek sınıfın diğer kesimlerine de ilham olabilecek bir mahiyet kazandı. Ama yine sendikal bürokrasi işbaşındaydı. MESS ile neredeyse hiçbir şey alınmadan imzalanan anlaşma belli bir kırılma yarattı. Dün EMİS olan ve bugün ise MESS'e katılan fabrikalarda yaşanan TİS görüşmelerinin grev aşamasına gelmesi bu sürecin üstüne eklenen yeni bir gelişme oldu. Bir fabrikada grev yasağını tanımama tutumuyla birlikte ilk gün, diğerlerinde ise grevin hemen öncesinde sözleşmeler imzalandı.
Metal fabrikalarında bütünlüklü bir mücadele süreci olarak birbirini destekleyen bu gündemlerin yarattığı olumlu atmosfer, sınıf mücadelesinin gelişimini esas alsaydı eğer, bugünün çok ötesinde sonuçlar doğurabilecek bir içerik taşıyordu. Ancak sendikal bürokrasinin ufku, mücadele bakışı ve yöntemi ile dar fabrika gündemlerine sıkışan yaklaşımları ne yazık ki süreci heba etti. Kuşkusuz sınıf mücadelesi için biten bir şey yok. Ancak vurgulamak gerekir ki, bir kez daha sendikal bürokrasinin geriletici, sınırlayıcı ve güçten düşürücü misyonudur söz konusu olan.
Metal fabrikaları üzerinden örneklemeye çalıştığımız bu üç gündemi kendi içinde kazanımlarla birlikte tartışılabilir.
Bekaert'te dayatmaları boşa çıkartarak, grev yasağına rağmen belli bir ekonomik kazanımdan söz edilebilir.
Ek zam sürecinde yıllardır tekrarlanan “sözleşme delinemez” yaklaşımının boşa düşmesi ve MESS'in ilk kez sözleşme dışında bir anlaşmayla adım atması vurgulanabilir.
5 işletmenin grev sürecinde verilenin ötesine geçerek, gerçek enflasyon altında kalsa da elde edilen kazanımların altını çizilebilir.
Ancak yaşanan süreç mücadele ve belli bir direnme kararlılığıyla kazanılabildiğini, sermayenin dayatma ve baskılarını boşa düşürülebildiğini göstermesi bakımından çok daha önemlidir. Birleşik bir sınıf hareketi geliştirme çabası ve hedefi çerçevesinde var olan süreçlerin daha ilerden ekonomik ve politik kazanımlar elde etme ihtimalleri üzerinde durmayı hak ediyor. Sermayenin ve devletin baskı ve yasakları aşıldığında ise işçi sınıfı bu kez karşısında sendikal bürokrasinin geriletici, parçalı yapısını besleyen, dar ekonomik çerçevenin dışına çıkamayan yaklaşımlarını buluyor.
Sendikal bürokrasi bugün metal işçilerinin önünde önemli bir engel ve özel olarak aşılması artık yakıcı bir ihtiyaç durumunda. Güncel deneyimler, metal fabrikalarında yaşanan hareketliliğin ortaya çıkarttığı en önemli ders ve hedef budur.