Tüm dünyada mücadelenin farklı bir düzeye ulaştığı 1960’lı yıllar önemli gençlik eylemlerine sahne olsa da bu dönem dünyaya egemen kapitalist sistemin dayattığı sömürü ve kölelik koşullarına karşı işçi sınıfının da düzeyleri farklı olmakla birlikte eylemliliklerine sahne olmuştur.
Dünyanın pek çok yerinde dizginsiz sömürü ve kölelik uygulamalarının sınırlandırılması için sahneye çıkan işçi sınıfı bu dönemde birçok kazanımı elde etmiştir.
Türkiye’de de gençlik hareketinin yükseldiği bu dönemde, işçi sınıfı da gelişmekte olan kapitalist iktidarın kendilerine dayattığı ücretli kölelik düzenine karşı direniş, grev ve işgallerle yanıt vererek haklarını geliştirmek için mücadeleyi büyütmüştür.
Yeni gelişmekte olan burjuva cumhuriyet hizmet ettiği kapitalist zümre ile birlikte hem artan işçi ihtiyacını karşılayabilmek hem de onları istedikleri sömürü koşullarına razı edebilmek için kente göçleri zorunlu bir hale getirmiştir. Birçok kırsal bölgede açılan maden ocaklarında bölgede yaşayan köylüler adeta birer köle olarak çalıştırılmıştır.
Tam anlamıyla kuralsız ve sınırsız bir sömürü ile karşı karşıya olan işçi sınıfı ise yaşadığı sorunlar karşısında bir dizi eylemlilikle tepkisini ortaya koymuştur.
1950’li yıllarda yavaş yavaş ivme kazanan sınıf mücadelesi Grev ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası’nın bir an önce yasalaşarak hayata geçirilmesi talebiyle 1961 yılında gerçekleştirilen ve on binlerce işçinin katıldığı Saraçhane Mitingi ile bir dönüm noktasına ulaşmıştır.
İşçi sınıfının bu talebi 1963 yılında Kavel işçilerinin gerçekleştirdiği fabrika işgalinin ve fiili grevinin ardından yasal olarak kazanılmıştır.
Köylerinden zorla toplanarak kömür ocaklarında çalışmaya zorlanan Zonguldak maden işçilerinin yaşadıkları kölelik koşullarına karşı sergiledikleri direniş ise sermayenin kolluk güçleri tarafından bastırılmış, iki işçi katledilmişti.
Bu dönem aynı zamanda irili-ufaklı birçok fiili grev ve işgallere de sahne olan bir dönemdi. Henüz sınıf bilincinin işçiler tarafından gerçek açıklığıyla bilince çıkarılamadığı bir süreç olmasına rağmen kapitalist düzenin efendileri bu dönemde ciddi kaygılar duymaktadır. Tam da bu nedenle işlevi sermayeye hizmet etmek olan Türk-İş'in kurulması ve sermaye devletinin kolluk güçleri kullanılarak sınıfın ileri çıkışı bastırılmaya çalışılmıştır.
Kölelik koşullarına karşı fiili grev ve özyönetim
Sömürüyü ve yoksulluğu iliklerine kadar hisseden, arkadaşlarının yaşamı pahasına ürettikleri artı değere el koyan asalak kapitalistler tarafından ücretleri dahi ödenmeyen Alpagut işçilerinin mücadele deneyimi de tam da böylesi koşullarda alevlendi.
Çorum İl Özel İdaresi'ne ait Alpagut Linyit İşletmeleri'nde çalışan işçiler uzun ve ağır çalışma koşullarına rağmen ücretlerini dahi alamıyordu. Birikin ücretlerini alabilmek için 1968 yılında 43 gün boyunca gerçekleştirdikleri fiili grev ile haklarını almayı başarmışlardı. Kazanımla sonuçlanan bu fiili grev süreci işçilerin özgüvenini arttırdığı gibi birlikte mücadele etmenin önemini de bilince çıkarmıştı.
Kırsal bir kesimde yaşayan ve linyit işletmeleri ile birlikte ilk kez üretim ilişkileri içine giren bu işçiler, henüz yeterince gelişmemiş sınıf bilinçlerine rağmen işçi sınıfının doğal iç güdüsüyle hareket ederek yönlerini çizmeyi bilmiştir.
Ancak işçilerin yaşadığı sorunlar bu grevin ardından sona ermediği gibi maaşların ödenmemesi sorununun yanı sıra artan üretim baskısı ve hiçe sayılan iş güvenliği uygulamaları neticesinde birçok iş cinayeti yaşanmıştı.
Üstelik işçilerin sırtından geçinen asalak takımı maaşların ödenmemesine sundukları gerekçede işçileri suçlayarak yeterli üretimi yapmadıkları argümanına sarılmışlardır. Oysa ki kurdukları çarklarda işe dahi gelmeyen yöneticiler çok yüksek maaşlar alıyorlardı. Kömür dağıtımını da bölgenin zengin zümresine peşkeş çekerek işçilerin ürettiği değeri kendi aralarında pay etmekteydiler.
Biriken bu sorunlar ve 43 günlük grev deneyimiyle gelişmesini sürdüren Alpagut işçileri tarih 13 Haziran 1969'u gösterdiğinde bu defa daha ileri bir mücadele yoluna girdiler.
Yaklaşık 800 işçi işletmeye el koyarak bir özyönetim deneyimi yarattı. İşletmenin üretiminden denetimine ve satışına kadar her kademesini kendi ellerine alan işçiler, kurdukları İşçi Konseyi ile tüm üretim sürecini planlıyor, alt komiteler ise hem yapılan planlamaların hayata geçirilmesini organize ediyor hem de işçi konseyini denetliyordu.
Alpagut Linyit İşletmeleri'nde 35 gün boyunca devam eden bu süreçte işçiler kendi çıkardıkları kömürleri kurdukları dağıtım komiteleri aracılığıyla satışını gerçekleştiriyor, aynı zamanda mücadelenin daha geniş kesimlere anlatılmasını sağlıyorlardı. Üstelik kapitalistlerin tamamen işletme dışına atıldığı bu dönemde üretim kapasitesini iki katına çıkarmayı başarmışlardı.
Sendikal bürokrasi uğursuz rolünü oynuyor!
Kapitalizmin temellerine saldıran bu özyönetim deneyimi hem sermaye hem de devletini ciddi şekilde rahatsız ediyordu. Öte yandan bu deneyimin işçiler için emsal olmasının önüne geçilmesi planlanıyordu. Ve nihayetinde verilen talimatla işletmenin etrafı jandarma tarafından kuşatılırken tıpkı bugün olduğu gibi o gün de sendikal bürokrasi uğursuz rolünü oynuyordu. İşçilerin üye olduğu Türk-İş’e bağlı Maden-İş/Alpagut ve Çevresi Maden İşçileri Sendikası’nın başkanı işçileri eylemi sonlandırmak için ikna etmek için özel bir çaba harcıyor, bunu da bir 'övünç' kaynağı olarak açıkça dile getiriyordu. Keza Maden İşçileri Sendikası Şube Başkanı Mehmet Kocatüfek'in aynı zamanda Alpagut Linyit Madeni Bölge Müdürü olduğunu düşündüğümüzde tablo daha da netleşmektedir.
Baskıların yanı sıra sendikal bürokrasinin de özel çabasıyla 17 Temmuz’da sona erdirilen bu sürecin ardından öncü işçiler tutuklandı.
Ancak buna rağmen diğer işçiler birkaç gün madene inmezken yaklaşık 5 ay boyunca da iş yavaşlatma eylemi ile hem tutuklanan arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağlamış hem de taleplerini elde etmişlerdi. Maden işçilerin talebi doğrultusunda Türkiye Kömür İşletmeleri'ne devredildi.
Fiili-meşru mücadele…
Alpagut işçilerinin bu öz yönetim deneyimi tam anlamıyla söz-yetki-karar hakkının işçide olduğu bir deneyim olmuştur. Belli sınırlarda kalmasına rağmen işçi sınıfının devrimci misyonu ve gücünü ortaya koyan bu deneyim kendi döneminin sınıf hareketinin de bir yansımasıydı aynı zamanda. Sınıf hareketinin ivme kazandığı bu dönemde, sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanı olarak kurulan Türk-İş'e karşı 1967'de DİSK'in kuruluşu da sınıfın mücadele isteğinin ve sınıf bilincinin her geçen gün geliştiğinin bir göstergesidir. Bu deneyim işçilerin haklarını fiili-meşru mücadele ile kazanılabileceğini, bu mücadelelerle haklarını yasalara yazdırdığı bir deneyimdir aynı zamanda.
Bu tarihsel deneyim aradan 50 yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın hala işçi sınıfının izlemesi gereken yolu aydınlatmaya devam ediyor.
Alpagut işçilerinin söz-yetki-karar hakkının işçilerde olduğunu, fiili-meşru mücadelenin esas alınması gerektiğini ve sendikal bürokrasi aşılmadan işçi sınıfının haklarını ve geleceğini kazanmasının mümkün olmadığını göstermiştir.