Hemen hemen her gün fabrikalarda/işyerlerinde grev ve direnişlerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Ücret artışı, sendikalaşma ve sendika değiştirme, ağır çalışma koşullarına karşı insanca çalışma koşulları gibi pek çok taleple işçiler grev çadırlarını kuruyor, eylemler gerçekleştiriyor.
Sanem Dikmen’in patronu olduğu ETF Tekstil’de de çoğu kadın olan birçok işçi tazminatları ve diğer hakları için günlerdir fabrika, Sanem Dikmen’in evi ve fabrikayla bağlantılı diğer yerlerde direnişlerini devam ettiriyorlar. Buna karşı Sanem Dikmen, tam da kendi sermaye sınıfına yakışır bir biçimde davranarak işçilerin haklarını vermeyeceğini ilan ettiği gibi, direniş pankartına dahi tahammül edemiyor. Tüm diğer asalak patronlar gibi direnişi ezmek için emrine hazır sermaye devletinin polis-jandarma kuvvetlerini devreye sokarak saldırılarına pervasızca devam ediyor.
İşçilerin üye oldukları sendikayı değiştirip başka bir sendikaya geçmek istedikleri Serel’de ise, işçiler Serel kapitalisti Gaye Akçen tarafından hukuksuzca işten atıldıkları için direnişe geçtiler.
Yine geçtiğimiz aylarda Farplas’da düşük ücretlere karşı insanca yaşanacak bir ücret ve sendikal örgütlülük hakkı için direnen işçiler, kadın patronun işten atma saldırısıyla karşılaştılar.
Özellikle de çoğunluğu kadın olan ETF ve Farplas direnişleri ve kadın sermayedarların bu direnişlerde oynadığı rol düşünüldüğünde kimi feminist ya da kadın sorunu konusunda çarpık bir anlayışa sahip olan çevrelerin ifade ettikleri gibi bir ‘kız kardeşlik’ durumu olmadığı gibi, kadın-erkek fark etmeksizin tüm sermayedarların kendi sömürü çarklarını döndürmek için nasıl azgınca saldırılara başvurduklarını bir kez daha göstermektedir.
TİP milletvekili Serra Kadıgil’in sermaye sözcülerinden Meral Akşener hakkında yaptığı ‘kız kardeşlik’ vurgusu ve bu söylemin ETF direnişinin yaşandığı bir dönemde sarf edilmesi ise konuya dair başka bir çarpıcı örnektir. İşçi sınıfını temsil ettiğini iddia eden bir partinin milletvekilinin, temsil ettiği sınıfın sesini, grev ve direnişleri bulunduğu her alana, katıldığı her programa taşıması gerekirken, bir düzen partisinin başkanına övgü düzmesi temsil ettiğini iddia ettiği işçi sınıfına yabancılaşmanın bir örneği olduğu gibi, kadın sorununa bakıştaki çarpıklığın da bir yansımasıdır.
Cinsiyet gözetmeksizin bir bütün olarak sermaye sınıfı kendi sömürü sisteminin devamlılığı için işçi ve emekçileri düşük ücret, kölece yaşama ve çalışma koşulları altında sömürdüğü bugün, sorun hiç de ‘kadınların kardeşliği’ değil kadın ve erkeğiyle işçi sınıfının bir bütün olarak kan emici asalak patronlara karşı vermesi gereken mücadele sorunudur.
Güya kadın sorununa karşı duyarlı olduklarını söyleyip türlü reklamlarla kadın cinayetlerine ve şiddete vurgu yapan ikiyüzlü sermayedarlar, fabrikalarda kadın işçileri sömürdükleri gibi kendi saltanatları için kadınlar üzerinde uygulanan gerici politikalar konusunda da AKP iktidarının bizzat ortağıdırlar.
Sonuç olarak, bu sömürü ve zulüm düzeninde iki kat daha fazla ezilen işçi ve emekçi kadınları sermaye ve onun sözcüleriyle ‘kardeşlik’ söylemleriyle ‘barıştırma’ hevesi sınıfsız, sömürüsüz bir dünya görüşünden uzak olmanın yanı sıra insanca çalışma koşulları için aylarca tüm zor koşullara rağmen direnen kadın işçilerin mücadelesini yok saymaktan öteye geçmez.
Soruna sömürülen ve ezilenlerin kapitalistlere karşı vermesi gereken eşit, özgür, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesi çerçevesinde bakılmadığı müddetçe işçi ve emekçi kadınların kurtuluşundan söz etmek de mümkün olmayacaktır.
K. Meydan