ABD’de gerçekleşen iki kitlesel mitingin düşündürdükleri

ABD’de cereyan eden süreç irdelenmeyi hak ediyor. Spekülasyonlara, burjuva siyasi çekişmelere, reformizmin sığ hesaplarına rağmen orta yerde duran devasa kadın kitlelerinin talepleri, özlemleri ve öfkeleri hangi kanala akacak?

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kadın
  • |
  • 12 Şubat 2020
  • 20:51

Geçtiğimiz ay ABD iki büyük mitinge ev sahipliği yaptı. Bunlardan ilki bu yıl dördüncüsü düzenlenen ve 19 Ocak günü gerçekleşen Kadın Yürüyüşü (Women’s March). Diğeri ise 1974 yılından bu yana düzenlenen ve 24 Ocak günü gerçekleşen Hayat Yürüyüşü (March For Life).

2016 yılının son aylarında çeşitli ülkelerde peş peşe gerçekleşen kadın grevi ve eylemlerinin* ardından 21 Ocak 2017’de Washington’da kitlesel bir kadın mitingi gerçekleşmişti. Mitingi, Trump’ın seçim kampanyasındaki cinsiyetçi söylemlerine ve açıkladığı sosyal yıkım politikalarına tepki duyan bir emekli kadının sosyal medyada ortaya attığı “miting yapalım” önerisinin hızla karşılık bulması sonucu bir araya gelen kadın aktivistler örgütlediler. Mitingi organize edenlerin beyanları ile eylemlerde dile getirilen taleplerden anlaşılacağı üzere, Kadın Yürüyüşü salt “feminist” bir eylem değildi. Örgütleyicilerinden olan Carmen Perez’in sözleriyle, “kadın hakları insan haklarıdır” temasının öne çıktığı, şiddete, ayrımcılığa karşı olmanın yanı sıra, yeni yönetimin özellikle sağlık ve sosyal çalışma alanında uygulayacağı yıkım politikalarına karşı yükselen bir sesti. Sağlık sektöründeki en büyük sendikalarından olan SEIU (Uluslararası Hizmet Çalışanları Sendikası) da alanda yerini almıştı. Asgari ücretin saatlik 15 dolar olması, okulların özelleştirilmesinin durdurulması, ücretli ebeveynlik izni, çocuk bakımı, sosyal güvenlik sisteminin korunması vb. yürüyüşün talepleri arasında idi. 

Kadın Yürüyüşü Platformu’nun 2019 yılında yayınladığı, ortak çalışmanın ürünü olduğu ifade edilen ajanda da ise; kadına yönelik şiddetin durdurulması, devlet şiddetinin son bulması, ırkçılık, LGBT hakları, göçmen hakları, ekonomik haklar, işçi hakları, sosyal haklar, engelli hakları, çevresel adalet gibi başlıkların yanı sıra herkese sağlık, eşitlik ve savaşın son bulması temaları yer alıyor ve hükümetten beklentiler ifade ediliyordu.

2020’ye gelecek olursak… Perez kendisiyle yapılan bir röportajda, bu yıl gerçekleştirilen yürüyüşün üç temel konusu olduğunu açıklıyordu: Göçmen hakları, iklim ve adalet. İran’la savaşa karşı çıkılması da 2020 Kadın Yürüyüşü’nün ana konularından biriydi. Perez, yürüyüşün temel amacının farkındalık yaratmak olduğunu dile getiriyordu.

Kadın yürüyüşü sadece kadınlara değil, siyahileri, engellileri, göçmenleri, transları, müslümanları ve LGBT bireyleri de içine alan geniş bir kitleye çağrı yapıyor. Perez kendisine yöneltilen “kendisini bir siyonist olarak tarif eden ve İsrail devletini destekleyen Yahudi bir kadına çağrınız var mı?” sorusunu da “evet” diyerek cevaplıyor. Aynı şekilde kürtaj karşıtı olan bireylere yönelik bir çağrısı olup olmadığı sorusuna cevabı ise şöyle:

“Kadın Yürüyüşü’nde tüm kadınların yeri olduğuna inanıyorum. Kadınlar, Kadın Yürüyüşü’nün bir parçası olmak istediklerinde tüm feminist platformla aynı fikirde olmayabilirler, fakat ben eminim ki, aynı fikirde olacakları bir şeyler vardır. Her zaman kadın olmuş bir birey ya da trans fark etmez, kendisini kadın olarak tanımlayan herkesin yeridir, Kadın Yürüyüşü. Birlik ilkesi insanların dahil olması için sınır noktasıdır.” 

Kısacası, Kadın Yürüyüşü Platformu’nun temel taleplerinden biri nitelikli, ulaşılabilir, sağlıklı ve ücretsiz kürtaj hakkı iken, kadınlar platformun her ilkesi ile bağdaşmak zorunda değillerdir. Kadınlar illa ki bağdaşacak bir talep bulacaklardır.

Daha aydınlatıcı olması açısından yürüyüş platformunun karşı karşıya kaldığı tartışmalara değinmek gerekiyor. İlki, Amerika’da aktif olan kürtaj karşıtı grupların kadın yürüyüşüne katılıp katılmayacaklarına dair tartışmadır. İkincisi ise kadın yürüyüşü organizatörleri arasında çıkan anti-yahudicilik tartışmasıdır. Bu iki tartışmanın Kadın Yürüyüşü Platformu’nu daha sürecin başında kürtaj karşıtı gruplara ve siyonistlere “şirin” görünme çabalarına ittiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki, organizatör koltuğuna üç Yahudi kadını getirerek ve bir özür bildirgesi yayınlayarak sorunu “çözen” kadın yürüyüşü platformu, işi siyonistlere kucak açmaya kadar vardırmış görünüyor. (Anti-Yahudi tartışmaları sonucu platformdan ayrılan Yahudi bir aktivist March On adlı başka bir yürüyüş platformu kurmuştur.) 

Kürtaj karşıtı gruplar ise kadın yürüyüşüne önce imzacı oldular, ardından destekleyici listesinden isimleri silindi. 

İki ayrı eylem örgütlenmekle birlikte her iki platform da kadın haklarının asıl savunucuları oldukları iddiasındalar. 

Belirtmekte fayda olan bir diğer husus da, mitingin Trump’ın söylemlerine ve politikalarına karşı olan belirgin karakterinin ve önderliğinin reformist ufkunun, hareketi burjuva siyasetinin kirli hesaplarına alet etmesinin zeminini veriyor olmasıdır. Öyle ki, 2018 yılında gerçekleşen eylemi tweetle selamlayan Demokrat Parti adayı Clinton, “2017’de Kadın Yürüyüşü muhalefetin ve umudun ışığı oldu. 2018 de kadının gücünün ve dirayetinin kanıtıdır. Haydi bu gücü oy verme kabininde de gösterelim” dedi. 

Ayrıca, yürüyüş kendiliğinden öfkenin dışa vurumu olsa da, bu öfkeye önderlik eden platformun Clinton’un en büyük destekçisi olan siyonist Soros tarafından finanse edildiğine dair bilgiler de mevcut. 

Bu tabloda akla şu soru geliyor: Kadın olmaktan kaynaklı sorunlar ekseninde ortaya çıkan ve genel talepleri de içererek mücadele alanını genişleten Kadın Yürüyüşü Platformu, ileri sürdüğü talepler noktasında samimi midir, yoksa reformizmin dar ufkuna uygun olarak herkesin buluşabileceği bir talepler çorbası mı yapmaktadır? Öyle ise, bununla amaçlanan nedir?

İkinci mitinge gelince… ABD’de kürtaj 1974 yılında bir dava sonucu yasal hale geldi. Norma McCorvey isimli bekar bir kadın üçüncü çocuğunu dünyaya getirmek istemediği için kürtaj yasağına karşı mücadele etmeye başladı. Üç yıl süren mahkeme sürecinde dünyaya getirdiği çocuğu evlatlık verilen McCorvey, ABD Yüksek Mahkemesi’nin 22 Ocak 1973 tarihinde açıkladığı karar ile davayı kazandı. Mahkeme kürtaj hakkını özel hayatın gizliliği olarak tanımlamış, böylece kürtaj yasallaşmıştı. Fakat gelinen yerde kürtaj hakkına eyaletlere göre değişen sınırlamalar getirildi. Eyalet fonlarının ve eyalet hastanelerinin kürtaj için kullanılmasının yasaklanması, ABD’li kadınların kürtaj hakkına erişimini önemli ölçüde engelledi. Bugün 32 eyalette anne sağlığı tehlikede olmadıkça kürtajın devlet fonlarından karşılanması mümkün değil.

1974 yılında ilki yapılan kürtaj karşıtı eylemler de her sene düzenleniyor. Hayat Yürüyüşü isimli bu mitinglerin sonuncusu ağırlıklı olarak gençlerin katılımıyla (kendilerine “kürtaj karşıtı jenerasyon” diyorlar) 24 Ocak tarihinde gerçekleşti. Kadın haklarına saldırı mahiyetinde olan bu miting de kadın hakları savunuculuğu iddiasıyla örgütleniyor. Eylemde yer alan kimi dövizlerde, “doğmamış kadınların haklarını savunuyoruz” şiarları yer alıyor. Ve kadın hakları düşmanı Trump alkışlarla karşılanıyor. 

***

ABD’de cereyan eden bu süreç irdelenmeyi hak ediyor. Spekülasyonlara, burjuva siyasi çekişmelere, reformizmin sığ hesaplarına rağmen orta yerde duran devasa kadın kitlelerinin talepleri, özlemleri ve öfkeleri hangi kanala akacak? 

Enternasyonal sosyalist harekete ve işçi hareketine anlamlı deneyimler bırakan ABD işçi sınıfı ve onun kadın neferleri bu cendereyi parçalayabilecek mi?

Kadınlar, feminizmin geri yanlarıyla yüzleşip yüzlerini sosyalist mücadeleye dönecekler mi?

Bu soruların yanıtlarını işçi ve emekçi kadınların mücadelede sergileyecekleri inisiyatif belirleyecektir. Devrimci bir sınıf hareketinin gelişmesi, kadın hareketinin sağlıklı bir ayrışmayla birlikte devrimci bir yön kazanmasını sağlayacaktır.

* İzlanda’da “Eşit işe eşit ücret!”, Latin Amerika’da kadın cinayetlerinin son bulması ve Polonya’da kürtaj hakkı talepleri ile yapılan grev ve eylemler.