8 Mart’ta ortak ses: Dayanışma ve mücadele!

Sadece depremin yol açtığı ağır yıkımın değil, kadınlar için yeni kayıplara yol açacak saldırıların da gündemde olduğu bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla 8 Mart’ın güncel çağrısında olduğu gibi, bu kapsamlı saldırılar ancak işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele birliği ve sınıf dayanışması örgütlenerek püskürtülebilir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kadın
  • |
  • 17 Mart 2023
  • 16:30

11 ili etkileyen, on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, yüz binlerce insanın yaralandığı Maraş depremlerinin üzerinden bir ayı aşkın zaman geçti. Sermaye devletinin enkaz altında kaldığı ve AKP-MHP iktidarının tüm kurumlarıyla tepeden tırnağa çürümüşlüğünün açığa çıktığı bu süreçte, depremi yaşayan emekçiler yaşam savaşı vermeye devam ediyor. Bölge halkı, ilerici ve devrimci güçlerin destek ve dayanışmasıyla ayakta kalma mücadelesi verirken, suçüstü yakalanan Saray rejimi seçimlere odaklanarak bir dönem daha iktidarda kalmanın hesabını yapıyor. Depremin en ağır yıkımını yaşayan emekçilerin bitmek bilmeyen acıları ve öfkesi ise büyümeye devam ediyor.

Bu yılki 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü bu atmosfer altında karşıladık. Kapitalist sömürü düzenine karşı kadın işçilerin mücadele çağrısı olan 8 Mart’ta, bir doğal afet olan depremin, bizzat sermaye sınıfı ve iktidar eliyle bir katliama dönüşmesine karşı öfke ve tepki öne çıktı. Aynı zamanda depremin yıkımını en ağır şekilde yaşayan başta kadınlar olmak üzere tüm emekçilerle dayanışma damgasını vurdu.

Türkiye’nin dört bir yanında, çok sayıda il ve ilçede kadınlar, her yıl 8 Mart’ta olduğu gibi bu yıl da iktidarın kadın düşmanı politikalarına karşı çıktılar. Dahası depremin yarattığı ağır yıkımın sorumlularından hesap sormak için başta kadınlar ve çocuklarla dayanışmayı büyütmek için alanlarda yerlerini aldılar.

Kuşkusuz bu eylemlerin en önemlisi deprem bölgesinde gerçekleşenlerdi. Gerek depremin ardından bölgede dayanışma içinde bulunan kadınlar gerekse 8 Mart vesilesiyle deprem bölgesine ziyaret gerçekleştiren güçler tarafından gerçekleşen eylemlerde öfke öne çıktı. Yakınlarını, evlerini, işlerini, kentlerini kaybeden ama bu yıkıma direnen ve büyük bir çabayla ayakta kalma savaşı veren kadınlar 8 Mart eylemlerinin temel özneleriydi.

Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleşen eylemlerde devletin milyonlarca insanı açık bir şekilde ölüme terk etmesine karşı büyük bir öfke vardı. İlk günlerde bölge halkının yüksek sesle dillendirdiği “devlet nerede” haykırışları, eylemlerde hesap sorma çağrılarıyla birleşti. Tribünlerden ve sonra parça parça eylemlerden yükselen “Hükümet istifa!” sloganı, tüm 8 Mart eylemlerine damga vuran temel bir slogan olarak öne çıktı.

Depremin ardından enkaz altında insanlar ölüme terk edilirken ve milyonlarca insan yıkıntıların arasında bir başlarına bırakılırken, günler boyunca “devlet” ortalıkta yoktu. Ama devlet, ilerici güçlerin çadırlarını yıkarken, katliamın sorumlularını protesto eden halkı gözaltına alırken oradaydı. Aynı şekilde 8 Mart’ta da “gerçek görevini” yerine getirmek için görev başındaydı. Ankara’da “Hükümet istifa!” diyen kadınlar gözaltına alınırken, Taksim’de binlerce kadın meydanlara çıktığında devlet oradaydı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da İstanbul’daki Gece Yürüyüşü sırasında bölge abluka altına alındı, kadınların Taksim’e çıkmaları engellendi, yürüyüş sırasında önleri kesildi ve eylemin sonunda şiddet uygulanarak kadınlar gözaltına alındı.

8 Mart eylemleri dışında fabrikalarda 8 Mart gündeminin çok daha sönük geçtiğini söyleyebiliriz. Sendikal bürokrasinin kadın işçilerin örgütlenmesi gibi bir gündemi olmadığı için, 8 Mart günü fabrika içlerinde (o da sınırlı sayıda) seremoniler gerçekleştirildi. Ancak deprem gerekçesiyle pek çok sendika yönetimi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü “unuttu”. Özünde ise deprem yıkımını “fırsata çevirdi”. Her yıl fabrikalarda eylemler düzenleyen ve alanlara çıkan Birleşik Metal-İş, Genel-İş gibi sendikaları saymazsak, geleneksel sendikal yapılar 8 Mart gündemini yok saydılar. Deprem bölgesinde örgütlü olan sendikalar, bu bölgelerde ağır bir yıkımı yaşayan üyeleri için dahi kılları kıpırdatmadılar. Sendika bürokratları attıkları her adımda, depremin başından itibaren sermaye iktidarıyla birlikte enkazın altında kaldıklarını göstermeye devam ettiler.

Ülke çapında gerçekleşen 8 Mart’ın ortak çağrısı depremin yol açığı yıkıma karşı mücadele ve dayanışmayı büyütme çağrısı idi. 8 Mart, depremle birlikte açığa çıkan bu görevlerin tepe noktası oldu. Zira, deprem bölgesinde özellikle kadınlar ve çocukların barınma, hijyen, sağlık sorunları tüm ciddiyetiyle devam ediyor. Sağlıksız ortamlarda şiddete adeta davetiye çıkartılıyor. Çok sayıda insanın bir arada kaldığı çadırlarda, tüm bakım yükünü kadınlar omuzlamak zorunda kalıyor. Bugüne kadar büyük oranda destek ve dayanışmayla ayakta kalan kadınların gelecek kaygıları her geçen gün artmaya devam ediyor. Bölgedeki kadınlarla dayanışmayı sürdürmenin yanı sıra, tüm yaşamsal ihtiyaçları karşılaması gereken sermaye iktidarına karşı mücadelenin örgütlenmesi 8 Mart’ın ardından da güncel bir sorumluluk olmaya devam ediyor.

Aynı zamanda mart ayıyla birlikte seçim sürecinin startı verilmiş durumda. Her türlü cemaat ve tarikatın koalisyonu olan din istismarcısı gerici AKP iktidarı, bugüne kadar kadınlara dönük düşmanca politikalarında sınır tanımadı. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi örneğinde olduğu gibi, bizzat bu gerici odakların talebiyle saldırılar hayata geçirildi. Ekonomik ve siyasal krizin etkisiyle gün geçtikçe yıpranan AKP-MHP iktidarı, depremdeki ağır tablonun da bizzat sorumluluğunu taşıyor. Saray rejimi, seçimleri kaybetme telaşıyla, iktidarı elinde tutabilmek için gerici güçlerle ittifakını genişletmeye çalışıyor. Kadınların kırıntı düzeyindeki haklarına bile tahammül edemeyen bu gerici güruhların, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunu’nda yeni düzenlemeler talep ettikleri biliniyor. Gericilikte birbirleriyle yarışan bu odakların dile getirdikleri konular iktidarın gündeminde ancak henüz hayata geçirmekten uzak bulunuyor.

Özetle, sadece depremin yol açtığı ağır yıkımın değil, kadınlar için yeni kayıplara yol açacak saldırıların da gündemde olduğu bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla 8 Mart’ın güncel çağrısında olduğu gibi, bu kapsamlı saldırılar ancak işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele birliği ve sınıf dayanışması örgütlenerek püskürtülebilir.