Kapitalizmin yapısal krizi ile dinci-faşist rejimin sürekli yarattığı krizler ülkeyi uçurumun eşiğine getirmişken, yeni bir anayasa tartışması başlatıldı. Tartışma, rejimin başı Erdoğan’ın konuyla ilgili konuşması ile başlatıldı. “Yeni anayasa” heveslileri de hemen tartışmaya dahil oldular. Düzenin muhalefet partileri ile bazı reformist-sol çevreler kervana katılınca, yeni anayasa tartışması birkaç koldan yürütülmeye başladı.
Tartışmayı başlatan dikta rejiminin “hedefleri”, kervana katılanların ise “hevesleri” olduğu görülüyor. “Yeni anayasa” hedefi olanlar, dinci-faşist rejime “yasal kılıf” uydurma hesabı içindeler. Zira Perinçekçi dalkavuklar tarafından da desteklenen AKP-MHP iktidarının her icraatı, var olan anayasanın ayaklar alınması anlamına geliyor. Toplumun üzerine kabus gibi çöken bu rejim, hile ile kabul ettirdiği kendi anayasasını 4-5 yıl içinde çöpe attı. Faşist zorbalığa dayalı icraatlara uygun bir “yeni anayasa” ihtiyaç haline gelince, AKP şefi oyunu başlattı.
“Sivil anayasa” değil, dikta rejiminin anayasası hedefleniyor!
Anayasa tartışmalarını başlatan dikta rejiminin başı, güya askeri vesayetten kurtulmuş “sivil” bir anayasa yapmak istiyor. Sahtekarlıkta sınır tanımayan bu rejim, faşist zorbalığı “demokratik reform” olarak pazarladığı gibi, her icraatıyla halka karşı suç işlemeyi sürdürürken, “askeri vesayetten arınmış sivil bir anayasa” hazırlamaktan söz edebiliyor. Kendi sefil bekaları için her türlü kirli yola başvuranlar, sınır tanımayan bir arsızlıkla toplum önünde sahte vaatlerini tekrarlıyorlar.
“Sivil” anayasa maskaralığını ciddiye alan olmasa da, Erdoğan’ın anayasa tartışmasını başlatmayı başardığı görülüyor. Medyada, siyasi parti kulislerinde, kimi hukukçu ve akademisyenlerin katıldığı birtakım programlarda bu konu tartışılıyor.
AKP-MHP koalisyonunun yeni bir anayasa yapmaya ömrü yeter mi bilinmez. Ama ömrü ve gücü yeterse, dinci-faşist dikta rejimini “anayasal”laştırmak isteyeceği kesin. Toplumun büyük bir kesimini boğan sorunlara rağmen anayasa tartışmasının başlatılması gündemi saptırmak anlamına gelse de, Erdoğan ve ortaklarının suç dosyalarını kabartan icraatlara “yasal kılıf” uyduracak bir anayasaya ihtiyaç duydukları görülüyor. Bu arada sermaye cephesinden kayda değer bir tepkinin gelmemesi, sömürücü sınıfların demokratik hak ve özgürlükleri yok eden yeni bir “anayasa”ya esaslı bir itirazları olmadığına işaret ediyor.
AKP şefi, kendisi ve suç ortaklarının paçasını kurtarma telaşına düşmüş olsa da, sermaye sınıfına hizmeti bir an bile aklından çıkaramaz. Zira onun varlık koşulu bu sınıfa hizmettir. Bu bağlamda anayasa tartışmalarını başlatırken, sınıfsal açıdan da hedeflenen çok nettir. Dinci-faşist iktidar, biat etmeyenlere terörist muamelesi yapan, demokratik hak ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldıran, hak arama ve örgütlenme mücadelesine izin vermeyen, dikta rejiminin tüm suçlarına yasal zemin sağlayan bir “anayasa” hazırlayıp topluma dayatma çabasındadır.
Düzen muhalefeti: “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”!
Düzen muhalefetinin gündeminde de anayasa tartışması var. Muhalif düzen partileri tek adama dayalı dikta rejiminin tıkandığını, sermaye sınıfının işlerini gören, ancak görüntü itibarıyla “demokratik” olan bir yönetime geçiş için yeni bir anayasanın gerekli olduğunu savunuyorlar. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” ihtiyacına işaret ediyor, yeni anayasanın bu sisteme temel oluşturacak mahiyette olması gerektiğini ileri sürüyorlar. Anayasanın biriken devasa sorunları çözecek “sihirli bir sopa” olduğunu var sayıyor ya da öyle bir görüntü veriyorlar.
Birçok alanda AKP-MHP rejiminin kuyruğuna takılan düzen muhalefetinin ülkeye demokrasi bahşetme iddiası, safsatadan öte bir anlam taşımıyor. Zira içeride ırkçı-faşist saldırganlığa, dışarıda işgalci-yayılmacı politikalara karşı kılını kıpırdatmayanların vaatlerinin ciddiye alınması için hiçbir sebep yok. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” heveslisi düzen partilerinin fiilen yapabildikleri yalnızca saray rejiminin peşinden sürüklenmektir.
Reformizmin “düzeni demokratikleştirme” sevdası
Sermaye iktidarı ne zaman bir anayasa tartışması başlatsa, reformist sol parti ve çevreler büyük hevesle içine atlar, “demokrasi reçeteleri” sunmaya başlarlar. Umutları yeşerir, demokratik-halkçı bir anayasanın nasıl olması gerektiği üzerine mesailer harcanır.
Genelde toplumun, özelde işçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin demokratik hak ve özgürlüklere ihtiyaç duyduğu bir gerçektir. Parlamenter çizgide Kürt hareketi etrafında toplanan reformist-sol güçlerin demokrasi taleplerinin samimi olduğuna da kuşku yok. Ancak demokrasinin parlamenter mücadeleden, anayasalardan gelebileceği vehminden kurtulamamak bu çizginin “makus talihi”dir. Beklentiler kapitalist düzen gerçekliğine, burjuva sınıfın egemenliğine uymadığı için, her “umutlu girişim” kaçınılmaz olarak umutsuzlukla sonuçlanıyor.
Sermaye diktatörlüğünü hedef alan demokrasi mücadelesi
Bu sistemde sınıflar üstü bir demokrasi olmadığı gibi, burjuva sınıfın diktatörlüğünden bağımsız bir iktidar da yoktur. Dolayısıyla var olan ya da yeniden yeniden üretilen demokratik sorunlar, burjuva sınıf egemenliğinin yarattığı ve çözemediği sorunlardır. Bu sınıfın egemenliği tüm sorunların kaynağıdır. Bundan dolayı bu egemenliği yıkma perspektifiyle inşa edilmeyen bir demokrasi mücadelesinin kayda değer kazanımlar yaratması olası değildir. Anayasa tartışmalarına dahil olmanın, bu konuda “çözüm önerileri” sunmanın mücadeleye katkısı olmayacağı gibi, dayanaktan yoksun boş beklentileri körükleyecektir.
Gerçek bir demokrasi mücadelesi ancak egemen burjuva sistemi aşma perspektifiyle inşa edilebilir. Bu perspektifle yürütülecek bir mücadele işçi sınıfı ile emekçi müttefiklerinin iktidarını kurma mücadelesinin bir manivelası olabilir. Haklar ve özgürlükler mücadelesi ancak bu diyalektik bütünlük içinde geliştirildiğinde sistem içi kısır döngüden kurtulabilir. Demokratik sorunların kaynağı olan sistemi yıkma mücadelesine ivme katabilir.
Mücadele o düzeye ulaştığında, “Tarihsel olarak çözümlenmemiş demokratik görevler, ulusal sorun, genel anti-emperyalist mücadele, savaşa ve militarizme karşı savaşım, barış için savaşım, kadın sorunu, gençlik sorunu, çevre sorunu vbg. ya doğrudan ve tamamen kapitalizmden kaynaklanan, ya da kapitalizmin, tabiatı nedeniyle çözmediği veya çözmeye muktedir olmadığı sorunlar, proleter devrimin manivelaları olacak, onun toplumsal desteklerini artıracaktır.” (H. Fırat, Demokrasi ve Devrim Eksen Yayıncılık, s.10)