Emperyalistlerle suç ortaklarının Suriye’ye karşı başlattıkları savaş hedefine ulaşamadı ancak ülkenin yarısını yakıp-yıktı. Savaşı bitirmeye dönük çabalar ise, her aşamada ABD-Türkiye ikilisi tarafından sabote ediliyor. Nitekim savaş sürecine eşlik eden görüşmeler, toplantılar, konferanslar sonuç vermedi. Zira her girişim bir şekilde boşa düşürüldü. Savaşarak Suriye yönetimini yıkamayan güçler, masa başı görüşmelerde bu hedefe ulaşmaya çalışınca, doğal ki tüm girişimler fiyaskoyla sonuçlandı.
“Siyasi çözüm” için gündeme getirilen son iddialı girişim, Suriye Anayasa Komitesi’nin (SAK) oluşturulması oldu. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir O. Pedersen öncülüğünde oluşturulan 45 kişilik komite (komitede yönetim, muhalefet, ‘sivil toplum örgütleri’ 15’er kişiyle temsil ediliyor) güya yeni anayasayı yazma çalışmalarını başlatacaktı. Ancak toplantı gerçekleştirilemedi. Zira toplantının yapılabilmesi için tarafların “prosedürün ana kurallarında” hemfikir olmaları gerekiyordu. Bu sağlanamadığı için komite toplanmadan dağıldı. BM temsilcisi, taraflarla ayrı ayrı görüşmeler yapmakla yetinmek durumunda kaldı.
***
150 üyenin katılımıyla 30 Ekim’de başlayıp 1 Kasım’da sona eren ön toplantıların ardından 45 kişilik yazım kurulu, 3-8 Kasım’da BM Cenevre Ofisi’nde müzakereler gerçekleştirmişti. Müzakerelerin olumlu havada gerçekleştiği belirtilmiş, ikinci toplantıya önemli bir misyon biçilmişti. Oysa sonuç beklenenin tersi oldu.
Konuyla ilgili açıklama yapan Geir O. Pedersen, “Anayasa Komitesi’nin ikinci oturumunu az önce bitirdik. 45 kişilik küçük kurulu toplamak mümkün olmadı, çünkü gündem maddelerine ilişkin bir anlaşma sağlanamadı” dedi. Taraflara konuya dair çalışmaları için nasihat veren Pedersen, yeni bir toplantı için girişimde bulunacağını söyledi. Görünen o ki, bu girişimin de öncekilerden farklı sonuçlar yaratması mümkün olmayacak.
***
Suriye Anayasa Komitesi’ne önemli misyonlar biçilmesinin pratikte karşılığı bulunmuyor. Örneğin komitenin oluşturulması bile sorunlu. Zira AKP-saray rejiminin basıncıyla PYD/YPG güçlerine temsil hakkı tanınmadı. Elbette sorun bundan ibaret değil. Yurtdışındaki muhalefet temsilcilerinin çoğunun ipleri saray rejiminin elinde bulunuyor. Bu rejim ise, Suriye’de ‘olağan’ koşullara geçişin önündeki en büyük engeldir. Saraydan emir aldıkları sürece işbirlikçilerin görevi, görüşmeleri sabote etmek olacaktır. Nitekim Cenevre’de bu uğursuz rolü bir kez daha oynadılar.
Suriye için yeni bir anayasa yazımında Rusya, İran, Türkiye, ABD gibi güçlerin etkili olması ise bir diğer önemli handikaptır. Çünkü bu güçlerin öncelikleri farklıdır. Taraflar Suriye halklarından önce kendi çıkarlarını esas alıyorlar. Çıkarlarının çatışması ise, en azından bu aşamada yeni bir anayasa yazılmasının önündeki önemli engellerden biridir. Vaazlara bakılırsa, tüm taraflar savaşın bitirilmesinden yana. Herkes demokratik bir anayasa yazılmasını destekliyor. Oysa vaazlara değil pratik tutumlara bakılınca, saray rejimi ile Washington’daki efendilerinin, savaşa son verecek her çözümü baltaladıkları görülüyor.
***
Komite bileşenleri Cenevre’deki toplantı için hazırlanırken, AKP şefi T. Erdoğan tarafından yapılan açıklama, bu girişimden bir çözüm çıkmayacağının sinyallerini vermişti. Bu açıklamanın ne zamanlaması ne içeriği tesadüftü. Tersine, doğrudan toplantıyı sabote etmeyi hedefliyordu.
Bir süre önce “Barış Pınarı Operasyonu” adı altında Fırat’ın doğusuna gerçekleştirilen işgal saldırısının son bulduğu belirtilmişti. AKP şefinin açıklaması, durumun öyle olmadığını, saray rejiminin yayılmacı heveslerden vazgeçmediğini gözler önüne serdi. “Fırat’ın doğusundaki Barış Pınarı Operasyonu devam edecek. Suriyeli mültecileri, başlangıçta kaçtıkları patlayıcı varillerle ölsünler diye ülkelerine iade etmeyeceğiz” açıklamasını yapan T. Erdoğan, Suriye’de savaşı sona erdirecek her girişimi baltalamaya devam edeceğini bir kez daha ilan etmiş oldu. Hal böyleyken, “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” türü açıklamalar kaba riyakarlıktan öte bir anlam taşımıyor.
***
Suriye’de “olağan” koşullara dönülmesinin önündeki en büyük engel AKP-saray rejiminin işgalci/yayılmacı politikaları olsa da sorun bundan ibaret değil. İşgalci güçleri Suriye’den çekeceğini ilan eden ancak siyonistlerin basıncıyla geri adım atan Trump’ın politikaları da çözümün önündeki ciddi engellerden biridir. Suriye’deki olayları yönlendirme gücünden yoksun olsa da ABD emperyalizmi olası çözümleri baltalayabiliyor. Yani savaş başlatıldığında da şimdi de Suriye halklarının ödediği ağır bellerin bir numaralı sorumlusu ABD ile Ankara’daki dinci-faşist suç ortaklarıdır.
Sorunun uzamasında rolü olan bir başka taraf ise Rusya’dır. Saray rejimiyle ilişkileri riske atmaktan çekinen Vladimir Putin, T. Erdoğan’ın yayılmacı heveslerine en azından şimdilik kısmen göz yumuyor. Saray rejimiyle ilişkileri zedelemeden Suriye’deki süreci idare etme politikası izleyen Putin, farklı hesaplara dayansa da bu politikasıyla, AKP şefinin belli sınırlar içinde hareket etmesine fırsat tanıyor.
***
Vurgulamak gerekiyor ki, bu sorunlar aşılmadan ne toplantılardan ne konferanslardan ne komitelerden çözücü sonuçlar çıkabilir. Dolayısıyla Beşşar Esad yönetimi ile müttefikleri ülke genelinde egemenlik sağlama konusunda kararlı olduklarını belirtseler de verili koşullarda bu hedefe ulaşmaları kolay değil. Zira asgari bir çözüme ulaşılabilmesi için AKP-saray rejiminin yayılmacı heveslerini kırmak, İdlib’i cihatçı sürülerden temizlemek, bunlardan da önemlisi PYD/YPG güçleriyle Esad yönetiminin anlaşmaya varmaları gerekiyor.