Pek çok gazeteci ya da düzen siyasetiyle ilgili yorum yapan kişi AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın “usta siyasetçi” olduğunu savunur. Yaptıkları uzun analizlerde ise “toplumun sosyolojisini iyi bildiği, o nabza göre şerbet verdiği, geniş kitleleri kandırabildiği, dini iyi istismar ettiği, sahte vaatleri sık sık gündeme getirdiği, büyük yalanlar söylemekte güçlük çekmediği, hem milliyetçilik ‘karşıtı’ söylemler kullandığı hem ırkçı-şoven vaazlar verebildiği” vb. şeyleri sıralarlar. “Usta siyasetçi” iddiasının altı bu gerekçelerle doldurulur.
Sermayenin demir yumruğu olan bir rejimin tepesinde oturan kişinin işçilerden, emekçilerden destek ya da oy alabilmesi bir açıdan “başarı” sayılabilir elbet. Olağan koşullarda emekçilerin böyle bir rejime ve onun tepesinde oturana destek vermesi değil, hesap sorması beklenirdi. Ancak sınıf hareketinin gelişmediği, kitlelerin hak ve özgürlükler mücadelesine akmadığı koşullarda bu mümkün olmuyor. O koşullarda kitleler düzenin siyasetçileri tarafından aldatılmaya/ayartılmaya yatkın oluyorlar. “Ustalık” dedikleri şey de bu noktada başlıyor.
Hiçbir kural, insani değer, ahlaki ilke tanımayan her tür sahtekarlığı, şarlatanlığı yapan, din istismarını, şoven ırkçılığı en iğrenç noktalara vardıran, büyük yalanlar söyleyen ve bunlara benzer başka pek çok kepazelik yapabilmek, “usta politikacı” olabilmenin koşulları oluyor. Az-buçuk kurallı işleyen bir yönetimde, bu kadar pespayelik yapabilen biri insan arasına bile çıkamazdı. Böyleleri “usta politikacı” değil sahtekar, riyakar, entrikacı, zorba vb. sıfatlarla anılırdı. Ancak Türkiye’deki sermaye iktidarında ve düzen medyasında bunlar “usta politikacı” olmanın olmazsa olmazları haline gelmiş görünüyor.
Dinci, şeriatçı, sağcı, ırkçı devşirmeler…
Vurgulamak gerekiyor ki, AKP şefinin “ustalığı” yukarıda anılan hasletlerden ibaret değil. En ayırt edici özelliklerinden bir diğeri, kendisine en sert eleştirileri yönelten, hakaret eden, sıfatların en rezilini kendisine layık görenleri pazarlık masasına çekmek ve büyük rüşvetler/mevkiler karşılığında onları devşirmektir. Birbirlerinin yüzlerine bakarken neler hissettikleri bilinmez ama yıllardan beri Saray rejimine hizmet edenler arasında bu dinci/şeriatçı, sağcı/ırkçı devşirmelerin önemli roller oynadığı bilinmektedir.
AKP karşıtı “keskin” söylemlerle piyasaya çıkan, Saray rejimini kast ederek “cehennemin kapılarını kapatacağız” türünden iddialı laflar eden Sinan Oğan’ın ani bir U dönüşü yaparak Cumhur İttifakı’na destek vereceğini ilan etmesi, Tayyip Erdoğan’ın devşirmelerine bir yenisini ekledi. Bu gelişme AKP şefinin “siyasi ustalığı” analizlerine yeni bir ivme kattı. Zira Oğan’ın U dönüşü, Tayyip Erdoğan’la Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı “at parazlığı”nın ardından gerçekleşti. AKP şefi yine “ustalığını” göstermiş, pazarlık masasından kalkan Sinan Oğan, cehennem ateşine odun taşıma kararı aldığını açıklamıştır.
“Cehennemin kapılarını kapatacağız” söylemini, birkaç gün içinde “cehennem ateşine odun taşıyacağız” söylemiyle değiştiren Oğan, haliyle ağır eleştirilere maruz kaldı. Göründüğü kadarıyla kendisi de alçaltıcı bir karar aldığının farkında ve bundan dolayı ortaklıkta görünmekten kaçınıyor. Garip olan ise, kendisine ağır hakaretler eden, en pespaye sıfatlarla ananları yanına almanın da alçaltıcı bir tutum olduğunun göz ardı edilmesidir. Bir nebze insan haysiyeti taşıyan biri kendisine en ağır hakaretleri eden tipleri etrafında toplamaz. Gelin görün ki, bu hastalıklı hal, “siyasette ustalık” diye pazarlanıyor.
İlk büyük devşirme MHP’nin şefi Devlet Bahçeli oldu. Tayyip Erdoğan’a ettiği lafları insanlar ağzına almaktan utanır. Oysa 8 yıldan beri AKP şefinin “tutunduğu dal” durumunda. AKP şeflerinden biri olan Numan Kurtulmuş’un HAS Parti Başkanı iken hem AKP’yi hem Tayyip Erdoğan’ı hedef alan açıklamaları o kadar “sertti ki”, bazıları bu dinci-gerici figürü solcu bile sanmıştı. Faşist partinin kurucusu Alpaslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş’e de kanca atan Erdoğan yine “ustalığını” göstermişti. Oysa devşirdiği bu ırkçı figür de hakaretin en okkalısını etmişti AKP şefine. Parsa büyük olunca Süleyman Soylu’da devşirmeler kervanına katıldı. Soylu, kendisine İçişleri Bakanlığı koltuğunu bahşeden Erdoğan’a, Demokrat Parti Başkanı sıfatıyla etmedik hakaret bırakamamıştı. Yeniden Refah diye bir parti kuran Necmettin Erbakan’ın oğlu da seçim pazarlığı kapsamında kendisine sunulan parsayı kapıp soluğu babasına ihanet eden kişinin yanında aldı. Bu şeriatçı figür de ‘yaman’ bir Erdoğan ‘muhalifi’ idi. Seçimin ikinci perdesine beş kala Sinan Oğan’da devşirmeler kervanına katıldı. Bu tablo ibretlik olduğu kadar tiksinti vericidir de…
Vatan millet Sakarya, kutsallar, Ata… Hepsi palavra…
Bu siyasi figürlerin belirgin özellikleri dinci, şeriatçı, sağcı, ırkçı olmaları ve bir dönem AKP’ye ve şefine “sert” bir muhalefet yürütmüş olmalarıdır. Tayyip Erdoğan’a hakaret ve pespaye sıfatlar eklemede birbirleriyle yarıştılar. Lafa bakılırsa hepsinin AKP ile ilkesel ayrılıkları vardı. Hiçbir koşulda yan yana bile gelemezlerdi. Tabii o “keskin” muhalefet, o “yüce ilkeler” AKP şefinin sunduğu rüşvetler karşısında ışık hızıyla buharlaştı.
Görüldü ki, “kutsallar” üzerinden siyaset yapan bu figüranların derdi kasalarını doldurmak ve mevki sahibi olmaktır. Bu büyük rüşvetler ise Saray rejiminin şefi Tayyip Erdoğan’da var. Nitekim peş peşe rüşveti kapıp Saray’a kapılandılar. Görüldü ki bu “milliyetçi/mukaddesatçı” takımında her şey satılık. Adamlar asgari bir insani/ahlak değer ya da haysiyetten bir nebze olsun nasiplenememişler. Tümü de kendini satılığa çıkaracak kadar düşkün, dün küfür ettiğine bugün biat edecek kadar pespaye…
Bu devşirmeler öyle de onları devşiren rejim çok mu farklı? Bunlar bir madalyonun iki yüzü gibiler. İdeolojik beslenme kaynakları birbirine yakın. Buluşma noktaları ise sermayeye hizmet etmek, pespayelik ve kişisel çıkarlardır. Böyleleri için vatan da millet de bayrak da kuran da oy devşirmek için yapılan gerici/ırkçı propaganda ve kepazeliklerini örtmek için kullanılan araçlardan ibarettir.