Her cuma günü namaz çıkışında cami avlusunda bir "siyasi seremoni" gerçekleştiren AKP şefinin gündeminde haftalardan beri Suriye’ye saldırı var. İflas etmiş bir politikanın mimarı ve icracısı olan Tayyip Erdoğan, son yıllarda üç defa Suriye’ye askeri saldırı emri vermişti. Saldırı tehdidini “bir gece ansızın gelebiliriz” lafını tekrarlayarak dile getiren AKP şefinin bir sorunu vardı. Belirttiği kapsamda bir saldırı için hem Washington hem Moskova’dan icazet almaya muhtaç. İki taraftan da en azından şu ana kadar talep ettiği icazeti alamadığı için belli noktaları bombalayarak günlük saldırılarını sürdürüyor. Yani rejim yakıp/yıkmadan, cinayet işlemeden duramıyor.
5 Ağustos’ta Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşen AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye saldırı için icazet alamadığı ortaya çıktı. Görüşmeye dair haberlere göre Putin, cihatçı teröristlere verdiği desteği kesmesi ve Şam yönetimiyle anlaşması için AKP şefine telkinlerde bulunuyor. Görüşmenin ardından sarayın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun yaptığı açıklama da buna işaret ediyor. Geçen yıl Suriye Dışişleri Bakanı Faysal el Mikdad’la görüştüğünü açıklayan Çavuşoğlu, "muhaliflerle" Suriye yönetimini barıştırmaktan söz etti. Açıklama cihatçı çetelerin tepki göstermesine neden oldu, ancak taraflar birbirine muhtaç oldukları için "krizi" şimdilik aşabildiler.
Saldırgan politika saray rejimini sıkıştırıyor
2011’den bu yana sermaye iktidarının, daha özel planda AKP’nin Suriye politikası saldırgan, küstah, işgalci temeller üzerine oturtuldu. Yüzlerce kilometrelik sınırı sonuna kadar açan, ülkeyi cihatçı teröristlerin üs kurduğu, eğitildiği, cirit attığı bir alan haline getiren iktidar, Suriye’nin bu hale getirilmesinin bir numaralı sorumlusudur. Histerik saldırganlığa rağmen Emevi Camisi’nde namaz kılma hevesleri kursağında kaldığında, Suriye politikası iflas etmişti. Esad yönetimini yıkıp İhvancıların bayrağını Şam’a dikemediler ama cihatçıları himaye ederek, onlara rant alanları açarak, Türkiye sınırlarını onların "hayat damarı" haline getirerek, Suriye’nin kuzeyinde bir El Kaidestan kurulmasını sağladılar. Maaş vererek 100 bini aşkın kişiden oluşan bir tetikçi ordu oluşturup onları kullanıyorlar. Halen de Suriye politikasını bu aparatlar üzerinden yürütüyor, onları pazarlık masasında bir "koz" olarak kullanıyor.
AKP-MHP iktidarının Suriye politikası, emperyalist/Siyonist güçlere hizmet edecek şekilde dizayn edildi. Elbette yayılmacı/ilhakçı heveslerle de motive edildi. Fırat’ın doğusunda ABD ile çıkarları şimdilik kesişmese de batısında halen ABD-İsrail politikasını sürdürüyor. Bu politikanın Suriye halklarına faturası ağır oldu. Biriktirdiği sorunlar yazık ki halklara yeni bedeller ödetecek. Bu politika henüz değişmiş değil. Ancak son gelişmeler, bu politikanın iflas ettiğini saray rejiminin şeflerinin açıklamaları da teyit ediyor.
Yayılmacı histeri sona mı eriyor?
Saray rejimi cephesinden peş peşe yapılan açıklamalar, Suriye yönetimi ile anlaşmak istedikleri izlenimi yaratıyor. Bu açıklamaların Soçi görüşmesinin ardından başlaması tesadüf değil kuşkusuz. Ancak bundan hareketle rejimin sorun yaratan saldırgan Suriye politikasından hemen vazgeçtiği sonucunu çıkarmak yanıltıcı olacaktır. Onlar yine bin bir türlü kirli hesap yapmaya devam edecekler.
Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamalarından sonra faşist partinin şefi Devlet Bahçeli de Suriye yönetimiyle görüşülmesine destek verdi. “Dışişleri Bakanımızın Suriyeli muhaliflerle Esad rejimi arasında barışın tesis edilmesi hususundaki yapıcı ve gerçekçi sözleri kalıcı çözüm arayışlarına güçlü bir nefestir. Bundan hiç kimsenin rahatsız olmasına gerek yoktur” ifadelerini kullanan Devlet Bahçeli, Beşşar Esad başta olmak üzere Suriye yönetimine kin kusan açıklamalarıyla biliniyor.
MHP şefinden sonra AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı da aynı minvalde laflar etti. “Liderler bazında bir görüşme olabilir mi?” sorusunu yanıtlayan Yazıcı, “Ben hiç olmaz diyecek durumda değilim. Bir yerden başlar, bunun düzeyi yükselebilir, inşallah” diye konuştu. Adı kirli/karanlık işlerle anılan AKP şeflerinden Metin Külünk de gelişmeleri değerlendirirken şunları söyledi:
“…Türkiye ve Suriye ilişkileri temenni ederiz ki 2011 Haziran’ından öncesine dönsün. Bu mümkün mü? Şu anda çok imkan dahilinde görünmüyor. Ama imkansız mı, değil.”
Dinci-faşist rejimin aparatlarından Doğu Perinçek ile şürekası ise herkesten bir adım öne çıktı. Konuyla ilgili açıklama yapan Vatan Partisi Genel Sekreteri Özgür Bursalı şu ifadeleri kullandı:
“Vatan Partisi önümüzdeki 10-15 gün içerisinde Doğu Perinçek başkanlığında Suriye'yi ziyaret edecek ve en üst düzeyde görüşme yapacak. Sayın Doğu Perinçek, Ethem Sancak ve önemli isimler yer alacak. 10-15 gün içerisinde bu ziyaret Şam'a yapılacak.”
Yapılan açıklamalar dinci-faşist koalisyonun bu konuda mutabık kaldığına işaret ediyor. Bu açıklamalar saldırgan/yayılmacı Suriye politikasının bir sınıra dayandığını ve rejimi sıkıştırmaya başladığını gösteriyor. Zira saray rejiminin yayılmacı/saldırgan zihniyeti ya da politikasında bir değişiklik olmamış, olması da beklenmiyor. Nitekim bu açıklamaların yapıldığı gün Ayn el Arab/Kobani çevresinde bulunan Suriye ordusuna ait mevzilerin TSK jetleri tarafından bombalanması, Suriye ordusunun açıklamasına göre 3 askerin öldürülmesi 6 askerin ise yaralanması, rejimin kirli/kanlı işler çevirme konusundaki pervasızlığını gözler önüne seriyor. Bu arada jetlerin kullanılması, Putin-Erdoğan arasında yapılan kirli pazarlığın bu tür saldırılar gerçekleştirilmesine icazet verdiği şüphesini güçlendirdi.
Bu açıklamalara TSK güdümündeki cihatçıların tepki göstermemesi de dikkat çekicidir. Belli ki saray rejimi onlara birtakım güvenceler vermiştir. Bu rejim elbette çıkarları için cihatçıları satmaktan geri durmaz. Siyonist İsrail’le ilişkileri geliştirmek için Hamas liderlerini kovan, Körfez şeyhleri ve Mısır’la barışmak için İhvancıların medyasını susturan, bir kısım şeflerini ise sınır dışı eden bir rejim için cihatçı çeteler de oyunda bir karttan başka bir şey değil. Ancak bu sorun ne Hamas mensuplarının ne İhvancıların kovulmasına benziyor. Suriye’yi tahrip eden cihatçı terör örgütlerinin, özellikle de Suriyeli olmayanların istense bile tasfiyesi yığınla sorunu beraberinde getirecektir.
Görünen o ki, dinci-faşist koalisyon ve Perinçekçi aparatlar için esas mesele seçimlerde uğrayacakları hezimeti engellemek ya da olmazsa hafifletmektir. Buna karşın Kürt halkına düşmanlık ve yayılmacılık histerisinin devam etmesi, anlaşmanın halen zor olduğuna işaret ediyor
Barışmak için Suriye yönetiminin iki somut talebi var: İlki TSK’nin Suriye’deki tüm işgalci birliklerinin çekilmesi. Diğeri ise, cihatçı teröristlere verilen desteğin kesilmesi. Suriye yönetiminin bu taleplerinin karşılanacağına dair henüz bir veri görünmüyor. Halen 30 kilometrelik bir güvenli şerit oluşturmaktan söz ediyorlar. Bu arada saray rejimi Rojava’daki özerk yönetimin yıkılmasını talep etmekle kalmıyor, PYD/YPG örgütlülüğünün dağıtılmasını da dayatmaya çalışıyor. Bu bağlamda Ankara’dan yapılan açıklamalara Suriye yönetiminin halen zerre kadar güvenmediğini söylemek mümkün.
Ülke ekonomisinin batırıldığı, on milyonlarca insanın sefalete mahkum edildiği, mülteciler sorununun günden güne derinleştiği koşullarda rejimin oy desteği ve kitle tabanı eriyor. Tüm çırpınışlar bu erimeyi bir yerde durdurmaya odaklanmış görünüyor. İçeride bir nebze rahatlamak için, görüntüde de olsa Suriye politikasında bazı değişikliklere gitmek zorunda kalması, rejimin açmazlarının nasıl da derinleştiğine işaret ediyor.
Suriye yönetimi barışmak istiyor ama…
Savaşla yakılıp yıkılan, toplumun en az yarısının yerinden/yurdun edildiği dikkate alındığında, Esad yönetiminin ülkesine düşmanlık yapan rejimlerle barış istemek dışında bir seçeneği bulunmuyor. Cihatçı terörün en büyük finansörlerinden Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkiler kurması bunu gösteriyor. Nitekim Esad da Suriye’nin yakılıp yıkılmasının bir numaralı faili olan saray rejimiyle iletişime geçebileceğini şu sözlerle dile getirmişti:
“Tayyip Erdoğan’la görüşmek beni onurlandırmayacak. Ama ülkem ve halkım için gerekirse bunu yaparım.”
Suriye yönetiminin ilişkileri yeniden geliştirmek istemesi, her şeyi kabul edeceği anlamına gelmiyor elbet. Esad’ın sözlerinden de anlaşılacağı üzere, ülkesine karşı bu kadar ağır suç işleyen biriyle görüşmek için belli koşulların oluşması gerekiyor. Görüşmelerde ilerleme sağlanabilmesi için iki temel koşulun yerine getirilmesinin talep edilmesi, Şam’da bu konuda net bir politika olduğuna işaret ediyor.
Fırat’ın doğusunda ABD askerlerinin, batısında Türk askerlerinin işgali devam ederken, vahşi bir ambargo ile de karşı karşıya bulunan Şam yönetiminin işi kolay değil. İşgal ordularının yanı sıra ABD ile suç ortaklarının uyguladığı ambargo, ülkede yeniden imarın başlamasına izin vermiyor. Buna karşın Esad yönetimi ülke topraklarını işgalci askerlerden de cihatçı çetelerden de temizleyeceği iddiasını sürdürüyor.