Başlık bir ironi değil! Alman silah tekelleri, sermaye düzeninin “güvenlikçi” zihniyetini dile getirerek, “dış ve iç güvenliğe” sağladıkları “temel katkılar” ve “sürdürülebilir ekonomik büyümeyi güvenceye alma” hizmeti karşılığında silah üretimine “yeşil sertifika” verilmesini istiyorlar.
Nükleer enerji lobisinin “iklim değişikliği ile mücadele” kapsamında nükleer santralleri AB’nin taksonomi programına dahil ettirmesinden cesaret alan Alman silah tekellerinin örgütü BDSV (Alman Güvenlik ve Savunma Sanayii Federal Birliği), bankaların kredi verme konusunda kendilerine karşı yaptığı ayrımcılıktan yakındı. Silah sanayinin “çevre dostu ve iklim değişikliğine karşı mücadele araçlarından biri” olarak tescil edilmesini talep eden BDSV, AB’nin şirketlere yeşil sertifika vermesini ve taksonomiye dahil etmesini istiyor.
Silah tacirlerinin derneği, yaptığı açıklamada, utanmadan silah sanayiinin iklimin korunmasına yaptığı katkının hafife alınmasından yakınıyor. Birliğe üye şirketler yürürlükteki yasalara tam olarak uyduklarını söylemekle kalmıyor, aynı zamanda “CO2 emisyonlarını azaltmak için muazzam çabalar sarf etiklerini” iddia ediyorlar. Daha da ileri giden silah tekelleri, “Bundeswehr”i (Alman ordusu) iklim nötrlüğü hedefine ulaşmada desteklemek için yenilikçi sistem yöntemleri” geliştirebileceklerini söyleyerek, insanlığa verdikleri büyük hizmetlerden mahrum bırakılmamalarını istiyorlar. Bu “ulvi” amaçlar için insanların ve çevrenin daha az acıyla katledilerek yıkıma uğratılması için hiçbir “fedakarlıktan” geri kalmayacaklarını, “yenilikçi sistemlerin” geliştirilmesi çalışmalarını aralıksız sürdüreceklerini açıklıyorlar. Silah üreticileri ve tüccarları bilim ve teknolojinin imkanlarını katliam ve yıkım için kullanarak “harika” yeni silahlar üreteceklerinin garantisini veriyorlar.
Almanya’nın askeri teçhizat üretiminden kaynaklı yılda 32 bin ton karbondioksitin atmosfere salındığı tahmin ediliyor. Ancak bu rakam gerçeğin sadece bir kısmını, yani sadece savaş uçaklarının üretimi sürecindeki karbondioksit salınımını içeriyor. Oysa insanlar ve canlı varlıklar için olduğu kadar doğaya karşı da en büyük yıkıcılık bundan sonra, yani ölüm kusan canavarların aktive edilmesiyle başlıyor. En iyi durumda bile Leopard 2 tankı 100 kilometrede 500 litre yakıt tüketiyor. Eurofighter savaş uçağının ise dakikada 160 litre yakıt kullandığı tahmin ediliyor. Buna rağmen silah tacirleri lobisi çevre, insan ve canlı yaşam için ölüm kusan cinayet araçlarının kamuflajı için “yeşile boyanmak’’ istiyorlar. “Yeşil kapitalizm, yeşil nükleer enerji, yeşil fosil enerjiden elektrik üretimi” dereken şimdi sıra tank, savaş uçağı ve bombaların ‘yeşile’ boyanmasına geldi.
Silah tacirlerinin derneği BDSV’nin web sitesinde, burjuva hükümet sözcülerinin günlük rutin açıklamalarında hep tekrarladıkları “güvenlik” argümanına özel bir vurgu yapılarak, “Güvenlik, tüm sürdürülebilirliğin anasıdır” deniyor. Silah tekelleri ürettikleri öldürücü silahlarla askeri ve güvenlik güçlerini donatarak, “Federal Cumhuriyet’in dış ve iç güvenliğine temel katkı” sağladıklarını söylüyorlar. Yaptıkları silah teslimatlarıyla “sürdürülebilir ekonomik büyüme” için ön şart olan “barışın” korunmasını temin ederek, sosyal yaşamın sürdürülmesine katkıda bulunduklarını iddia ediyorlar. Azami kâr ve rekabete dayalı kapitalist sistemin çarpık mantığına uygun argümanlarla taleplerinde haklı olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar.
Trafik lambası koalisyonu ortaklarından FDP’nin parlamento grubunun ekonomi politikaları sözcüsü Reinhard Houben, yıllık yaklaşık sekiz milyar euroluk ciro yapan silah endüstrinin endişelerini anladığını belirterek, “ayrımcı muamele” karşı çıkıyor: “Mallarını yasal olarak satan ve Alman ihracat kontrollerine tabi olan silah şirketleri de diğer sektörler ve şirketler kadar normaldir, bankalar ayrımcı muamele yapmamalıdır.” Zatı liberal, “mallarını yasal olarak satan”ların, savaş meydanlarında işlenen toplu cinayetlerle arkalarında bıraktıkları insan cesetleri, hayvan ölüleri ve doğa katliamlarının “yasal” olduğunu söyleyerek, bankaların yaptığı ayrımcılığı eleştiriyor.
Silah şirketlerinin temsilcisi gibi konuşan FDP sözcüsü, buna rağmen silah üretiminin AB’nin taksonomi programına dahil edilmesini doğrudan savunamıyor. Silah üretimine AB’nin sürdürülebilirlik damgası vurmasının “yanlış etiketleme” olacağını söylemek zorunda kalan liberal politikacı “uygun” bir çözüm öneriyor: “Silah anlaşmalarının uygun ve gerekli olduğu konusunda bankalara net bir sinyal göndermemiz daha uygun olur.” “Tanrı bir kapıyı kapatırsa başka bir kapı açar”, yeter ki sen iste!
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” demişler. Bu olay, kapitalist özel mülkiyet ilişkilerinin temellerine dokunmadan çevrenin korunacağını iddia eden “yeşil” partilerin çevre dostu martavallarının sınırlarını göstermesi bakımından çarpıcıdır. Silah tekellerinin “yeşil sertifika” talep etmeleri toplumsal hayattan öğrenmek isteyenler için açıklayıcı olmuştur. Alman Yeşilleri gibi bir dönem sol, hatta devrimci politik çevrelerde yer alanların ricat ederek vardıkları nokta utanç vericidir. Kapitalizmi yeşile boyamayı kendilerine iş edinenlerin içine düştükleri durumun vahametini “devrimci lafazanlık” da örtemez…