AKP-saray rejiminin şefi Tayyip Erdoğan’ın 13 Kasım’da Donald Trump’ı ziyaret etmesi öngörülüyor. Henüz kesin karara bağlanmadığı söylenen bu ziyaret şimdiden epeyce tartışmaya yol açmış bulunuyor. Trump’ın çağrısına riayet edilmemesi gerektiğini savunan AKP dışındaki düzen partileri, güya ABD’nin aşağılayıcı tutumlarına tepki gösteriyorlar. Tepkinin sebebi Trump’ın 9 Ekim’de AKP şefine hakaret-aşağılama içerikli bir mektup göndermesi, ardından da ABD Temsilciler Meclisi’nin ‘Ermeni Soykırımı’ tasarısını ezici bir çoğunlukla kabul etmesidir. Ekonomik yaptırım tehditleri ve T. Erdoğan’ın Amerika’daki mal varlığının açıklanacağı söylemi ise tartışmaların tuzu-biberi oldu.
Düzen partilerinin şefleri tarafından yapılan açıklamalarda, Washington’daki küstah efendilerin Ankara’daki işbirlikçilere reva gördüğü muameleden duyulan rahatsızlık dile getiriliyor. AKP şefine “Trump’ın ayağına gitmemelisin” telkininde bulunuyor, Trump’ın küstahlığına “uysal” da olsa tepki göstermek gerektiğini savunuyorlar. “Milli hisleri” incinmiş olmasına rağmen ne ABD ile ilişkileri sorguluyor ne uşaklık misyonuna son vermekten söz ediyorlar. Hiçbiri NATO ya da ABD üslerinin kapatılmasından söz etmiyor. Zira bu “tepkiler” bir tür kendini rahatlatma egzersizinden öte bir anlam taşımıyor.
***
Etrafa ahkam kesen, olur olmaz şantaj dozu yüksek açıklamalar yapan AKP şefi, Trump’ın alçaltıcı mektubu medyaya servis edilmesine rağmen sesini çıkaramadı. Saray beslemesi yandaş-medya tarafından “dünya lideri” ilan edilen T. Erdoğan, Trump’ın hakaretlerini sineye çekerek çapının sınırlarını gösterdi. Trump’ın isteğine icabet etmemek bir yana, Washington’a gitmeyi nimet sayan AKP şefi, sabırsızlıkla 13 Kasım’ı bekliyor. Görünen o ki, kıblesi Washington, kabesi Beyaz Saray olan her burjuva siyasetçi gibi T. Erdoğan da maruz kaldığı bunca hakarete rağmen koşa koşa huzura çıkacaktır.
Onur, haysiyet gibi manevi değerler burjuva politikacıları pek ilgilendirmez. Onlar, temsil ettikleri sermaye sınıfının çıkarları için her kılığa girmeye hazırlar. Buna rağmen alçaltıcı muameleye maruz kaldıklarında şu veya bu şekilde tepki gösterirler. Oysa dinci-ırkçı zihniyetle malul olan AKP şefi gibileri bu kadarını da yapabilecek hasletlerden yoksunlar.
***
Bunca alçaltıcı muameleye rağmen saray rejiminin ciddiye alınabilecek tepki vermekten uzak durması tesadüf değil. Ne kadar afra tafra yapsalar da ekonomik-siyasi-askeri alanlarda emperyalizme bağımlı olanlar, efendileri karşısında diz çökmekten kurtulamazlar. Bundan hoşlanmasalar da, arada bir mırın kırın etseler de sonunda efendilerini hoşnut etmek zorunda olduklarını bilirler.
Dinci-ırkçı AKP-MHP koalisyonu “yerli-milli” diye bir safsata uydurdu. Bu söylemle güya emperyalistlerden bağımsız hareket ettiklerini kanıtlamaya çalıştılar. Oysa içeride dinci-mezhepçi-ırkçı zehri yaymak için kullanılan bu ilkel söylemin emperyalistlerle ilişkilere hiçbir etkisi olmadı. Olsa olsa bu safsatalarla emperyalistlere uşaklık ettiklerini gizlemeyi umabilirler. Ne iyi ki olaylar bunun mümkün olmadığını gözler önüne serdi. Trump’ın mektubunun medyaya servis edilmesi, foyalarını gözler önüne serdi. Görüldü ki, “yerli-milli” söylemle faşist tek adam rejimini tahkim edenler, emperyalistlerle ilişkilerde tam bir uşak gibi hareket ediyorlar.
***
Türkiye burjuvazisi ekonomik-mali-ticari alanlarda batılı emperyalistlere bağımlıdır. Keza sermayeyi temsil eden Türk devleti de siyasi-askeri-istihbarat-diplomasi alanlarında ABD emperyalizmine bağımlıdır. Son yıllarda Rusya ile geliştirilen birtakım ilişkiler Washington’da hoşnutsuzluk yaratsa da, efendi-uşak ilişkisinin özü değişmemiştir. Nitekim son gelişmeler bunu bir kez daha teyit etmiştir.
İktidarda olduğu için ABD önünde utanç verici bir şekilde diz çökmek AKP-MHP koalisyonuna nasip oldu. Burjuva muhalefetin diğer aktörleri ise, “Amerika’ya gereken tavır gösterilmeliydi. T. Erdoğan Trump’ı ziyaret etmemeli” söyleminin ötesine geçemediler. İtirazları emperyalizme bağımlılığa değil, sadece Trump’ın ölçüsüz kabalıklarınadır. Zaten bunun ötesine geçebilecek ne bilinçleri ne cesaretleri ne de güçleri var…
***
Efendileriyle arada bir sorun yaşasalar da, kimi zaman alçaltıcı muameleleri sineye çekmek zorunda kalsalar da Türk sermaye devletinin efendileri emperyalistlere hizmet etmekten memnunlar. Zira bu ilişki karşılıklıdır. Uşaklık yaparken, efendinin korumasına da mazhar oluyorlar. Nitekim savaş aygıtı NATO’nun şefi, son açıklamasında Türkiye’nin kendileri için taşıdığı önemin altını özellikle çizmiştir. Yani ne efendi uşağından ne uşak efendiye yaranmaktan vazgeçiyor. “Yol kazaları” ise bir şekilde aşılıyor.
Sermaye devletinin emperyalistlerle geliştirdiği ilişkilerin ağır faturaları emekçilerin sırtına yıkılıyor. Diğer bir deyişle, emperyalizme bağımlılığın bedelini işçi sınıfı ve emekçiler ödüyor. İster ekonomik, ister siyasi, ister askeri olsun emperyalist merkezlerle birlikte atılan her adım emekçilerin başına belalar açıyor. IMF reçeteleri, Dünya Bankası projeleri, Irak işgaline destek verilmesi, Suriye’ye karşı savaşta suç ortaklığı gibi icraatların bedelleri emekçilere ödetilmiştir. O halde bu uğursuz işbirliğine de bu suç ortaklığına da emekçiler karşı durmalıdır.
Bu çağda gerçek emperyalizm karşıtlığı ancak anti-kapitalist bir duruşla mümkün olabilir. Diğer bir ifadeyle emperyalizme karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadele artık bir bütün oluşturmaktadır. Bu mücadeleyi ise ancak devrimci öncü gücüyle birleşen işçi sınıfı ile emekçi müttefikleri geliştirebilir.