İçeride toplumsal meşruiyetini yitiren AKP-MHP rejimi, dış politikada daha saldırgan ve pervasız yöntemlere odaklandı. Yayılmacı-ilhakçı hedeflere dayanan bu politika, beka sorunuyla bunalan rejim için “elde kalan son kozlardan biri” olarak görülüyor. Buna rağmen olay bundan ibaret değil. Resmi dış politika haline gelen yayılmacılık, sermaye sınıfının önemli bir kesimi tarafından da destekleniyor. Bu sınıfsal destek olmasaydı dinci-faşist rejimin aynı anda üç cephede bu kadar saldırgan bir politika izlemesi mümkün olmazdı.
İki cephe dolaysız bir şekilde yayılmacı-ilhakçı heveslere dayanıyor. Biri Libya, diğeri Fırat’tan İdlib’e uzanan Suriye toprakları. Üçüncü cephe ise doğrudan Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmayı hedefliyor, ancak ilhakçı heveslerden de arınmış değil. İçeride Kürt halkına karşı devlet terörü estiren rejim, bu halkın her kazanımını bir kâbus gibi algılıyor. Bundan dolayı son yıllarda ırkçılık özel bir şekilde köpürtülüyor.
Koronavirüs salgını binlerce kişinin canını almışken, milyonlar işsizken, ekonomik kriz derinleşirken dinci-faşist rejim, Perinçekçi dalkavuklar tarafından desteklenen saldırganlık politikasını daha da şiddetlendiriyor.
Libya’da savaşa devam
Koronavirüs salgını yayılırken, Müslümanların sosyal yaşamında önemli bir yer tutan ramazan ayı başladı. Tam bu dönemde Libya’daki savaş daha da şiddetlendirildi. 2011 yılında savaş aygıtı NATO tarafından 7 ay boyunca bombalanan Libya, 9 yıldır yıkımın pençesinde kıvranıyor. Buna rağmen saray rejimi yapılan ateşkes çağrılarını elinin tersiyle itiyor. Zira, Trablus’taki kukla el Serrac hükümetinin hamisi olan Türk sermaye devleti, doğrudan savaşa katılarak, General Hafter güçlerini bazı bölgelerden çekilmeye zorladı.
Bu kısmi başarıya güvenerek Birleşmiş Milletler’in yaptığı ateşkes çağrısını reddeden saray rejimi, Libya’daki yıkıcı savaşa ara verilmesini engelliyor. Daha önce hükümeti silahlandırmış, Suriye’den binlerce cihatçı tetikçiyi Trablus’a transfer etmişlerdi. Son dönemde bizzat savaşa dahil oldular.
Halka maske bile dağıtamayanlar Libya’da savaşa milyarları akıtıyorlar. Buna rağmen başarı hikayesi kısa sürdü. Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi destekçileri bulunan General Hafter, karşı saldırı başlatarak birçok yeri tekrar kontrol altına aldı. Hemen ardından da kendisini Libya’nın ‘tek hakimi’ ilan etti. Saray rejiminin savaşa doğrudan katılmasına tepki bağlamında gündem gelen bu ilan, belli ki Hafter destekçilerinin isteğiyle gündeme gelmiştir. Dış güçlere dayanan “Sünni Müslüman” taraflar ramazanda da birbirlerini kırmaya devam ediyorlar. Ne de olsa bir tarafın arkasında dinci AKP ötekinin arkasında şeriatçı Suudi Arabistan var. Yani Libya’da çatışmalar salgına ve ramazana takılmadan sürüyor. Ankara’daki rejim de milyarları savaşlarda çarçur ediyor.
İdlib’de askeri yığınak
Koronavirüs dünyaya yayılmaya başladığında, dinci-faşist rejimin gündeminde İdlib savaşı vardı. Tam o günlerde cihatçı çetelerle bir olup Suriye’ye karşı savaş ilan ettiler. Ancak ağır kayıplar verdikten sonra, üst perdeden savurduğu tehditleri geri çeken AKP şefi Putin’le anlaşmıştı. Bu anlaşmanın hemen ardından salgın Türkiye’de yayılmaya başlamıştı. Yani rejim, salgına karşı ön hazırlık yapacağına savaşa girmeyi tercih etmişti.
Rejimin salgına değil savaşa odaklanmasından dolayı binlerce kişi hayatını kaybetti. Buna rağmen işgal-ilhak histerisi devam ediyor. Salgın yayılırken binlerce asker savaş araçlarıyla donatılarak İdlib’e sevk edildi. İdlib’deki asker sayısı neredeyse iki katına çıkarıldı. Tabi askeri teçhizat yığınağı da devam etti. Yansıyan son haberlere göre ise AKP-MHP koalisyonu, cihatçı terör örgütlerini tek çatı altında birleştirip ordu kurmaya çalışıyor. Salgın koşullarında atılan bu adımlar, dinci-faşist rejimin yayılmacı-ilhakçı histeriye kendini iyice kaptırdığını gözler önüne seriyor.
Üçüncü cephe Kürt halkına karşı
Kürt halkına karşı açılan üçüncü cephede de hareketlilik salgın günlerinde devam etti. İçeride HDP’yi, Rojova’da ise Kürt halkının kazanımlarını hedef alan saldırılar devam ederken, Irak Kürdistan’ında ise PKK’yi tasfiye etme hesapları kapsamında hava bombardımanları yoğunlaştırıldı. Saldırılarda sadece Kandil değil Şengal, Mahmur gibi Kürt hareketinin etkili olduğu kamplar da hedef alınıyor.
AKP-MHP rejimi, Barzani yönetimini zorlama ya da özendirme taktikleriyle suça ortak ederek, son yıllarda hareket alanı sınırlanan PKK’yi tasfiye etme hevesine kapılmış görünüyor. Barzani’nin suç ortaklığını ne kadar sürdüreceği belli değil. Zira Kürt halkına düşman bir rejimle suç ortaklığı yapmanın vebali olacağını Barzani’yle müritleri de biliyor. Bu arada Türkiye’nin saldırganlığı, Bağdat’taki merkezi hükümetin tepkisiyle karşılandı. Merkezi hükümet Türk savaş uçaklarının Irak topraklarını bombalamasına karşı çıkıyor. Nitekim saldırılardan dolayı Bağdat’taki Türkiye büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak, Ankara’daki rejime protesto notası iletildi. Bu bağlamda PKK’yi tasfiye etme heveslerinin kursaklarında kalma olasılığı yüksektir.
AKP-MHP koalisyonunun salgına rağmen üç cephede çatışmaları sürdürmesinin bedelini binlerce emekçi hayatıyla ödedi. Zira, kaynaklar savaşa değil salgını önlemeye harcansaydı, virüsün yayılması da bu kadar çok insanın ölümüne yol açması da önlenebilirdi. Bu gözü dönmüş saldırganlığın bedelini sadece bölge halkları ödemiyor. Aynı zamanda koronavirüse yem edilen işçiler, emekçiler, yoksullar da ödüyor. Bundan dolayı işçi sınıfı başta olmak üzere tüm emekçiler bu yayılmacı-ilhakçı savaşa karşı durmalıdır.