DİSK-AR, “2020-2023 yılları arasında emek araştırmaları” başlıklı bir çalışma yayınladı. 2020 ile 2023 yılları arasında “asgari ücret, gelir dağılımı ve bölüşümü, İşsizlik Sigortası Fonu, iş güvenliği, sendikalaşma, vergi, emeklilerin durumu, enflasyon, işsizlik, Covid-19 salgını” gibi bir dizi başlık üzerine yapılan araştırmanın sonuçları kamuoyuna sunuldu.
Ortaya çıkan veriler, yoksul emekçi yığınları ile sermaye sahipleri arasındaki gelir uçurumunun iktidar eliyle derinleştirildiğini gösteriyor. Asgari ücretin giderek temel ücret ve ülkedeki en büyük toplu iş sözleşmesi olduğu görülüyor. Bugün gelinen aşamada ise daha ocak ayı içerisinde yapılan zamlar ve artan enflasyonla asgari ücretin açlık sınırına düştüğü görülmektedir.
AKP işsizlik sorununu da giderek derinleştirdi. 2023 yılının son çeyreğinde dar tanımlı işsizliğin %9,2 civarında olduğu, geniş tanımlı işsizliğin %22,5’e yükseldiği, kadınların ise yalnızca beşte birinin kayıtlı olarak istihdama katıldığı verilerle sunuluyor. Bu, Türkiye’de çalışabilecek iş gücü oranının yaklaşık dörtte birinin işsiz olduğu, çalışan kadınların ise %80’inin kayıtsız ve güvencesiz bir şekilde çalıştırıldığı anlamına geliyor. Öte yandan, çalışan işçi nüfusunun ancak yüzde 14.8’inin sendikalı olduğu dikkat çeken bir diğer durumdur.
Çalışan işçilerden her ay kesilen vergilerle oluşturulan İşsizlik Fonu’nun sadece %22’lik kısmının işçiler tarafından kullanıldığı, %76’lık kısmının ise sermaye tarafından yağmalandığı görülüyor. AKP-MHP rejiminin kapitalistlere kıyağı sadece işçi fonlarının yağmalanmasıyla sınırlı değil elbette. İktidar vergi affı, özel teşvikler, kamu arazilerinin ranta açılması, yap-işlet-devret modeli, maden sahalarının peşkeş çekilmesi gibi birçok yol ve yöntemle sermayeye hizmette sınır tanımıyor. Öyle ki pandemi döneminde dahi yapılan gelir desteğinin %78’i AKP-MHP eliyle kapitalistlere dağıtılmıştır.
Tüm bu veriler, başında Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu kokuşmuş rejimin ekonomik, sosyal ve siyasal politikalarının, kapitalist sınıflara hizmet etmeye göre belirlediğini net bir şekilde göstermektedir. AKP, Kasım 2002 yılında iktidara geldiği andan bugüne dek sermayeye hizmette kusur etmedi. Aksine, kimi zaman emekçilere düşmanlığını pervasızca ilan edecek noktaya kadar vardırdı. Erdoğan’ın, “Bizimle beraber grev denilen olaylar ortadan kalktı. Sen bir defa siyasetçi olarak grev denilen olayları kaldıracaksın… Grevsiz toplum meydana getirdik” gibi küstahça açıklamaları ilk akla gelen örneklerdir.
***
Ağırlaşan ekonomik ve siyasal kriz toplumsal sorunların boyutunu da genişletiyor. Açlık, yoksulluk ve sefalet, iktidarın emekçilere dayattığı “olağan politika” haline dönüştü. Düşük ücretler, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, kötü yaşam koşulları gibi birbirini besleyen olgular krizin toplumsal boyutlarının hem genişliğini hem derinliğini gözler önüne seriyor.
Erdoğan’ın mevcut kapitalist politik ekonomiyi bile alt-üst eden, “krize müdahale ve ‘şahsi’ ekonomi politikaları” döviz kurlarının sürekli ve istikrarlı bir şekilde yükselmesine sebep olan ana etkenlerden biriydi. Fakat Erdoğan, tüm bu ekonomik ve politik tutarsızlıklarını, her defasında “vatan, millet, Sakarya, terörle mücadele, FETÖ, dış güçler” gibi ilgisiz nedenlere dayandırıp kaba riyakarlıklarla işi götürebildi. Kokuşmuş rejime karşı toplumsal bir mücadelenin gelişmemiş olması, ona istediği gibi at oynatma fırsatı sağlıyor.
Son seçimler üzerinden bakıldığında, hala belli bir toplumsal desteğe sahip olması, sahte söylemlerin, tiksinti verici yalanların toplumun belli bir kesiminde alıcı bulabildiğini gösteriyor. İktidara geldiği andan itibaren gerek ekonomik gerekse siyasi politikalarına bakıldığında, AKP’nin vahşi neo-liberal politikaları pervasızca uyguladığı, sermaye sınıfına geniş imtiyazlar tanıdığı, işçi ve emekçi yığınları ise sefalete sürüklendiği bariz bir şekilde görülüyor.
Sermaye iktidarının saldırıları bu kadar derinleşmişken işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi yazık ki bu iktidar döneminde zayıflatıldı. Milyonlarca işçi-emekçi asgari ücretle çalışmak zorunda bırakılıyor. Fakat gelinen aşamada asgari ücret açlık sınırının da altına düşürüldü. Öte yandan ekonomik kriz, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, düşük ücretler, kötü ve güvencesiz çalışma koşulları, örgütsüzlük ve sendikasızlık, iş kazaları ve cinayetleri, taciz, mobbing vb. gibi sorunlar giderek daha da ağırlaşmaktadır.
***
Kapitalist ekonomi artı-değer sömürüsü üzerine kuruludur. Üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde bulunduran kapitalist sınıf, toplumsal emeğin büyük bir kısmına el koyar ve kendine alır. AKP-MHP iktidarı da böyle bir düzenin en sadık hizmetçisi ve pervasız uygulayıcısıdır. Bu gerçeklik AKP ve onun türevi partilerin işçi ve emekçiler için ne anlam ifade ettiğini göstermektedir.
Milyonlarca işçinin ve emekçinin tüm bu saldırılara karşı yapması gereken şey sıkılı bir yumruk gibi örgütlenmektir. Gelinen aşamada hem sermaye cephesine hem de onun siyasi aparatı olan saray rejimine karşı emekçilerin cephesini güçlendirmek, sınıfın örgütlü birliğini kurarak mücadeleyi yükseltmek hayati bir önem taşıyor.
Bugün siyasi partiler seçimler vasıtasıyla bir dizi vaat ve senaryolarla milyonların karşısına çıkarak “şunu yapacağız”, “bunu yapacağız” diyorlar. Oysa ki yaptıkları tek şey sermayeye hizmet etmek, işçilere ve emekçilere ise sefalet dayatmak oluyor. İşçi sınıfı bunu kavramalı, bilinç ve örgütlülüğünü güçlendirmelidir. Bununla birlikte topyekun saldırılara karşı topyekun mücadele vermeli, gerçek çözümün örgütlü mücadeleyi yükseltmekten geçtiğini göz ardı etmemelidir.