Küresel iklim krizinin etkileri tüm dünyada aşırı hava değişimleri, su taşkınları, toprak kayması, deprem, tayfun, kasırga ve orman yangınları vb. olarak yaşanıyor. Kâra, üretim araçlarının özel mülkiyetine, aşırı üretime, emek ve doğanın sömürüsü ve talanı üzerine kurulu kapitalizm, dünyayı hızla yok oluşa sürüklüyor. Ancak doğa olaylarının yol açtığı yıkım ve tahribatları sadece “iklim krizi” ile açıklamak mümkün değildir. Dünyanın birçok yerinde ihmalkarlık, tedbirsizlik ve doğanın sınırsız olarak talan edilmesi sebebiyle felakete dönüşen bu olaylar sonucu her yıl binlerce insan yaşamını yitiriyor. Türkiye’de de her mevsim ve her doğa olayı birer felakete dönüşüyor.
Özellikle AKP’li yıllarda hızlanan özelleştirme saldırısı ve rant-talan politikalarının bir sonucu olarak, bugün, en küçük doğa olayı bile emekçiler için tam bir felakete dönüşmektedir.
Sermaye iktidarı yıllar içinde kapitalistlerin kârı için nehirleri, ormanları, kıyıları, zeytinlikleri ve doğal yaşam alanlarını talana açtı. Karşısına çıkanların itirazlarını ise torba kanunlara eklenen maddelerle aştı. 22 yılda talana açılmadık alan bırakılmadı. Meslek örgütlerinin yetkileri sınırlandırıldı. Kurumların içi boşaltılarak yönetici kadrolar yandaşlarla dolduruldu. İmar afları çıkarıldı, “kamulaştırma” adı altında halkın toprakları gasp edildi. Yargı kararları hiçe sayıldı, “kentsel dönüşüm” denilerek emekçi mahalleleri ranta mahkûm edildi. Ranta-talana karşı çıkanlar anında polis ve jandarma saldırısı ile susturulmak istendi. Bugün, sermaye iktidarının rant-talan politikaları, fiili-meşru mücadelenin zayıf olması ve yeni yasal düzenlemelerle alınan "yetkilere" dayanarak pervasızca hayata geçiriliyor. Bu politikaların faturası ise emekçilere kesiliyor. Yağış, orman yangını, deprem vb. önce emekçilerin ölümüne, evlerini, tarım alanlarını, hayvanlarını kaybetmelerine neden oluyor.
Her yağmurun ardından dereler taşıyor, yollar ve köprüler çöküyor, evler, işyerleri, kamu kurumları sular altında kalıyor; çok sayıda insan ve canlı yaşamını yitiriyor.
Her yaz artan sıcaklıklar hektarlarca ormanlık alan ve ormandaki canlılar yanarak yok oluyor.
Bilim ve tekniğin kurallarına uygun bir yapılaşmayla inşa edilse yıkılmayacak olan binalar depremlerde saniyeler içinde yerle bir oluyor.
Bitmeyen rant döngüsü…
Alınmayan önlemler, rant-talan politikaları sebebiyle doğa olayları büyük bir yıkıma neden oluyor. Sel, yangın, depremlerde sermaye devletinin kurumları üç maymunu oynuyor. Sorumluluğu üzerinden atmak için yalan ve manipülasyona başvuruyor. Sermaye medyası da gerçekleri çarpıtarak emekçileri kandırmaya çalışıyor. Doğanın sürdürülebilirliğini önemsemeyen sermaye, yaşanan afetlerin ardından insanların ve canlıların kurtarılmasına öncelik vermiyor. Hemen yeni rant planlarını hayata geçiriyor. Maraş merkezli depremlerde yaşananlar hafızalardaki yerini koruyor. Enkaz altında yüz binlerce kişi kurtarılmayı, enkazdan sağ çıkabilenler ise su ve gıdayı beklerken, sermaye iktidarı zaman kaybetmeden yıkılan alanları derhal yandaşları için ihaleye açtı.
Yine 2021’de günlerce süren orman yangınları devam ederken çıkarılan bir yasa ile ormanlık arazilerde yapılaşma yetkisi Turizm Bakanlığı'na verildi. Bu, yangının henüz söndürülmeden bu felaketinin yarattığı fırsatın nasıl anında ranta çevrildiğinin çarpıcı bir örneğidir.
Kastamonu-Bozkurt’taki sel felaketinin başlıca nedenleri HES’ler olmasına rağmen, dönemin Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli “Genelde HES’ler selin sebebi yerine bana göre mağduru oluyor. HES’ler negatif olarak etkileniyor” sözleriyle sermaye iktidarının önceliklerini itiraf etmişti.
Akdeniz ve Ege’deki orman yangınlarının ardından AKP’li Belediye Başkanı Mehmet Özeren’in “Eski evi olan vatandaşlar keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler” cümlesi de soruna nasıl baktığının bir başka örneğidir. Bu yangınlarda zarar gören köylülere senet imzalatılarak borçlandırılmıştı.
Yaşananlar “doğal afeti” aşan tedbirsizlik, plansızlık, denetimsizlik ve ihmalkârlığın yol açtığı yıkımlardır. Sermaye iktidarının kâr odaklı iklim, çevre ve afet politikaları yıkıma zemin hazırlıyor ardından aynı yıkımı inşaat kapitalistleri için fırsata çevriliyor.
Yıkımları bir kez daha rant çevirmek sermaye iktidarının temel ilkesidir. Yaşanan her felakete “kader” demek, emekçilerin dayanışmasını baltalamak, ırkçı söylemlerle gerçekleri çarpıtmak, emekçileri azarlamak ve en küçük bir sorumluluk almamak, bu kokuşmuş-çürümüş düzenin varlık nedenidir. Bu döngüyü parçalamak, doğa olaylarının felakete dönüşmediği bir düzen inşa etmek ancak emekçilerin bu çürümüş düzene karşı yükselteceği mücadeleyle mümkün olacaktır.