Mafyatik AKP-MHP rejiminin tepeden-tırnağa çürüdüğü gerçeği artık toplumun geniş kesimleri tarafından da biliniyor. İçeriden biri olan Sedat Peker’in ifşaat ve itirafları rejimin tüm kurumlarıyla bu çirkefe battığını gözler önüne seriyor. Failler tarafından “üstüne çökme” diye tanımlanan gasp ve yağma işleri o kadar yayılmış ki, Tayyip Erdoğan’ın bazı akrabalarını bile isyan ettirecek noktaya gelmiş. Sedat Peker’e özenerek 1 Temmuz’da video yayınlayan AKP şefinin akrabası, “Bu ülkede biz bile adalet arıyorsak” diyerek bakanlara, sarayın üst düzey memurlarına veryansın ediyor. Göründüğü kadarıyla “üstüne çökme” sisteminde kimse kendini güvende hissetmiyor. Zira 20 yıl boyunca ülkenin birikimlerini yağmaladılar, şimdi ise gücü yeten diğerinin parasını ya da mallarını gasp ediyor.
Hepsi orada
Saray etrafında toplanan çeteler-tarikatlar-mafyalar koalisyonu, milyonlarca emekçinin ürettiği toplumsal servetten pay almak için kıran kırana bir yarış ve rekabet içindeler. Şu ana kadar ismi ifşa edilenlerin tümünün Tayyip Erdoğan dahil dinci-faşist rejimin önde gelen adamlarıyla çekilmiş fotoğrafları veya videoları var. Her biri yağma ve talandan alacağı payı arttırmak için itişip kakışıyor. Dolandırıcılar, karaparacılar, uyuşturucu tacirleri rejim tarafından baş tacı ediliyor.
İfşa edilen isimler arasında kimler yok ki: AKP’li eski Başbakan Binali Yıldırım ve oğlu, kontr-gerillanın en azılı şeflerinden biri olan Mehmet Ağar ve AKP milletvekili olan oğlu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, T. Erdoğan’ın önde gelen müridi ve AKP şeflerinden Metin Külünk, sarayda ‘reisin’ yakın çevresinde bulunan tipler, medyadaki ‘gazeteci kılıklı’ tetikçiler, üst düzey yargı mensupları, polis şefleri, üst düzey bürokratlar, tüccar kapitalistler ve daha niceleri…
Dinci, sağcı, muhafazakar, “yerli ve milli” yiyici asalak takımı yağmadan pay almakla yetinmiyor, avanta gördükleri yerlere itişe kakışa doluşuyorlar. Tayyip Erdoğan’la boy boy resimleri yayınlanan, yıllar boyunca saray beslemesi medyanın gözdesi olan Sezgin Baran Korkmaz’ın ultra lüks otelinde “avanta tatil” yapmayan kalmamış gibi. Bu zatın ülkeden ülkeye giden lüks uçağını ise, yine bu milliyetçi-mukaddesatçı takımı adeta dolmuş gibi kullanmış.
Belirtmek gerekiyor ki, kirli-kanlı işlerin ifşa edilen kısmı halen buzdağının görünen kısmından ibaret. Bu kadarı bile, sarayın büyük şefi ve etrafındakilerin “çökme” düzeninin köşe başlarını tuttuklarını gözler önüne sermeye yetiyor. Yeni ifşaatlar, bu tabloyu daha belirgin hale getirecek ve işledikleri suçlarla birlikte yeni isimlerin deşifre olmasını sağlayacak. Ancak çarkın nasıl döndüğü artık ayan beyan ortadadır.
Üç beş piyon ve pişkinler
Burjuva devletin hukuku geçerli olsaydı, ifşa edilen her bir olayda yargı hop oturup hop kalkardı. Bunu, adalet ya da hak hukuk için değil ama sistemin imajı ve bekası için yaparlardı. Oysa ifşa edilen ağır bir suç çetelesi var. Her gün zincire yeni halkalar ekleniyor. Hal böyleyken yargı erki üstüne bile alınmıyor. Onlar muhalifleri soruşturmak, yargılayıp zindanlara atmak ya da katilleri, çocuk tecavüzcülerini aklamakla meşguller.
Bunca pisliğe rağmen şu ana kadar Sezgin Baran Korkmaz, gazeteci kılıklı üç-dört tetikçi ve bir-iki alt düzey görevli dışında bedel ödeyen olmadı. Bunların ödediği bedel ise işledikleri suçların hesabının sorulmasıyla ilgili değil. Sadece mevkilerini yitirip yağma ve talan çarkının dışına atıldılar. Ortalığa saçılan pisliğin kesif kokusu yayıldıkça, saray yargısının harekete geçmesi ve birkaç piyonu kurban etmesi mümkündür. Ancak sarayın aparatı gibi hareket eden bu kurumun “büyükbaşlar” takımına dokunması zor görünüyor.
Birkaç piyon mevkiini kaybetse de kirli işler ağının kritik noktalarını kontrol edenler halen işlerinin başındadır. O kadar pişkinler ki en azından görünürde üstlerine bile alınmıyorlar. Tam bir utanmazlıkla makam koltuklarını işgal etmeye devam ediyorlar. Kepazelik ortalığı kaplamışken birbirlerine tutunarak hem mevkilerini korumaya hem de kokuşmuş rejimlerinin ömrünü uzatmaya çalışıyorlar. Ancak bu “suç ortakları dayanışması”nın uzun sürmesi olası görünmüyor.
Büyükbaşlar nereye kadar?
Kirli ilişkiler ağının kritik noktalarını rejimin önde gelen adamlarının tuttuğu artık bir sır değil. Yukarıda ismini andığımız kişiler şu ana kadar ifşa edilenler. Birkaç halkası görünen zincirin çok uzun olduğundan ise kuşku duyulmuyor. İfşa edilen isimler, 1200 odalı sarayında ikamet eden “büyük reis” ile dolaysız bağlantı içindeler. Tümü de bulundukları mevkileri ona borçlular. Dolayısıyla ağın kritik noktalarını tutanların ipleri de sarayda düğümleniyor. Yani reisle suç şebekesi suç ve kader birliği içindedir.
Olağan koşullar olsaydı, rejim deşifre olan bazı figüranlarını kurban ederek imajını düzeltmeye çalışabilirdi. Oysa veriler, işlenen suçların mahiyeti ve yaygınlığının buna izin vermediğini gösteriyor. Bundan dolayı Süleyman Soylu bile halen İçişleri Bakanı koltuğunu işgal ediyor. Belli ki AKP-MHP rejimi tepeden tırnağa suça batmış olmasına rağmen onu görevden alamıyor. Zira harcanan figüranların da Sedat Peker’in açtığı yoldan gitmeleri ihtimali yüksektir. Böyle bir gelişme ise halen birbirine tutunan suç ortağı “büyükbaşlar” takımının dağılmasını tetikler. Dağılma başladığında ise her tarafı pislik yuvası olan rejimin ayakta kalması çok zor olur.
“Suç ortakları dayanışması” esas olarak korkuya dayanıyor. Göründüğü kadarıyla aralarında zerre kadar güven kalmamış. Güvensizlik ve korkuya dayalı bu “dayanışmanın” uzun ömürlü olması ise mümkün görünmüyor. Dolayısıyla zincirin bir yerden kopması ve “suç ortakları arası hesaplaşma” sürecinin başlaması sürpriz olmayacak.
Emekçiler bu kokuşmuş rejime mahkum değil!
Ülkeyi AKP-MHP rejimine teslim eden sermaye sınıfıdır. Zira yağma ve talan düzenini kuran bu koalisyon, her koşulda kapitalist sınıfların çıkarlarına hizmet etmiştir. Grev yasakları başta olmak üzere işçi sınıfıyla emekçilere yönelik en azgın saldırılar bu iktidar döneminde uygulandı. Yine de kapitalistlerin rejimin bu kadar kokuşmasından memnun oldukları söylenemez. Nitekim bazen kısık sesle de olsa itirazlarını dile getiriyorlar. Ancak bu sızlanmalar, kokuşmuş rejimin onlar tarafından halkın başına bela edildiği gerçeğini değiştirmez. Çünkü kapitalist sınıflar artık böyle rejimlerle iş görüyorlar.
Sermaye sömürü ve ücretli kölelik düzenin bekası için, yani sınıfsal çıkarları uğruna her pisliğe katlanır. Yeter ki sömürü ve yağmadan elde ettikleri kârlar kasalarını doldurmaya devam etsin. Oysa işçi sınıfıyla emekçiler için durum tam tersidir. İşsizlik, yoksulluk, sefalet, zorbalık gibi belalar dışında bir şey sunmayan kapitalizmi ve onun kokuşmuş rejimini yıkmak, emekçilerin insanca yaşayabileceği bir gelecek inşa etmenin olmazsa olmaz koşullarından biridir. İşbaşındaki suç şebekesine karşı mücadeleyi yükseltip hesap sormak ne kadar önemliyse, bu şebekeyi yaratan sistemi ortadan kaldırma mücadelesini örgütlemek de o kadar hayati bir önem taşıyor.