Cihatçı terörün azgın temsilcisi olan IŞİD’in Suriye’nin Haseke kentindeki bir hapishaneye düzenlediği saldırı, bu vahşi oluşumun yeniden tartışılmasına vesile oldu. Hapishane baskınından birkaç gün sonra ABD ordusunun IŞİD şefini öldürmesi, tartışmaları daha da genişletti. Söylemde emperyalistler de işbirlikçileri de IŞİD’e karşı ama gerçek hayatta durum tamamen farklı. Uzun bir aradan sonra düzenlenen cezaevi baskını, “IŞİD’e karşı savaş” söyleminin ya suç ortaklığını örtmek için dillendirildiğini ya da kaba riyakarlıktan başka bir şey olmadığını gözler önüne serdi.
Günlere yayılan hapishane baskını ve sonrasında yaşanan çatışmalar, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) üstün gelmesiyle sonuçlansa da IŞİD tehlikesinin devam ettiğini hatırlattı. Buna rağmen bu belanın ortadan kaldırılmasını ne ABD ne de suç ortakları istiyor. Nitekim diğer cihatçı çeteler gibi IŞİD’in hayat kaynakları da Türkiye’den akıyor. Bunu ABD de BM de biliyor. Pek çok veri, AKP-MHP rejiminin örgütle çok yönlü ve karmaşık ilişkiler kurduğuna işaret ediyor. Gerçekler orta yerde duruyorken Tayyip Erdoğan’ın “IŞİD’le savaşan tek NATO ülkesiyiz” türü lafları tekrarlanması, “suç ortaklığını örtme” telaşından başka bir anlam taşımıyor. Ayrıca bunu hem Suriye’deki IŞİD’lilerle kurulan ilişkiler hem ülke içinde saray rejimi ile örgüt arasında yaşananlardan anlamak mümkün.
ABD’nin göz yumması Rusya’nın ise izlemesi sayesinde son dönemde Rojava’ya dönük saldırılarını sürdüren saray rejiminin, cezaevi baskını esnasında çok sayıda bölgeyi havadan bombalaması, IŞİD’le koordinasyon içinde çalıştığına dair önemli bir işaret sayılıyor. Zira kapsamlı bir çatışmanın ortasında Suriye Demokratik Güçleri’ne saldırmanın ancak IŞİD’e yarayabileceği aşikar.
“Kobani düştü düşecek” diye amigolarına ‘müjde’ veren AKP şefi, IŞİD’in Kobani’de yenilgiye uğratılmasını sindiremedi. O günden beri Kürt halkına ve hareketine karşı sınırsız bir kinle saldırması tesadüf değil. Görünen o ki bu defa da Haseke’nin düşmesi için çaba sarf etti, ancak hevesi yine kursağında kaldı. IŞİD şefinin Türkiye sınırına 15 dakika yürüme mesafesinde, Türk ordusunun kontrol ettiği bir bölgede vurulması ise, Saray rejimiyle bu cihatçı çete arasındaki koordinasyonun/işbirliğinin devam ettiği konusunda şüpheye yer bırakmadı.
Saray rejiminin Türkiye’deki IŞİD örgütlenmesiyle kurduğu ilişkiler de dikkat çekicidir. Birçok kentte hücreleri olduğu belirtilen örgütün çok sayıda işyeri veya şirketler kurabilmesi, başka yerde hayal bile edemeyeceği hareket özgürlüğünü Türkiye’de bulduğunu gösteriyor. Saray beslemesi medyanın yazdığına göre sık sık “IŞİD operasyonları” düzenleniyor. Yapılan açıklamalarda her baskında çok sayıda kişinin yakalandığı söyleniyor. Ancak bu kişilerin yargılanıp yargılanmadığı ya da neye göre yargılandığı belli değil. Bilinen şey ise, şatafatlı haberlerle yakalandığı söylenen IŞİD’lilerin kısa süre sonra sessiz-sedasız arka kapıdan bırakıldıkları ve çalışmalarına devam ettikleridir. Bu olgular örgüt şeflerinin üslerini neden TSK’nin kontrol ettiği alanlarda inşa ettikleri hakkında da fikir veriyor.
***
“IŞİD’e karşı mücadele” konusunda “hassas” olduklarını sık sık dile getiren Batılı emperyalistler, özelikle de ABD, AKP-MHP rejiminin cihatçı örgütle kurduğu kirli/girift ilişkileri biliyor elbette. Suç ortaklığının ayrıntılarını da bildiklerinden kuşku duymak için bir neden yok. Hal böyleyken saray rejiminin IŞİD’le suç ortaklığı yapmasına ses çıkarmamaları, sanki bundan haberleri yokmuş gibi davranmaları, yapılanları zımnen onayladıklarına işaret ediyor.
Barack Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “IŞİD’i biz yarattık” itirafında bulunmuştu. ABD yönetimleri ise, o günden bu yana en azından Irak-Suriye hattında IŞİD’in bitirilmesine ya da etkisiz hale getirilmesine köstek oldular. ABD’nin örgüt kontrol dışına çıktığında IŞİD hedeflerini vurması ya da şeflerini öldürmesi bu gerçeği değiştirmiyor. Hem Irak’ta hem Suriye’de işgalci güç bulundurmayı IŞİD’in varlığıyla izah eden ABD’nin bu vahşi vebanın kurutulmasına engel olmak için tüm imkanlarını kullanması eşyanın tabiatına uygundur. Kimse inanmasa da Amerikan işgalci güçleri halen “IŞİD’e karşı savaş” gerekçesiyle Suriye’de bulunuyor.
Emperyalistlerin IŞİD karşıtlığı söyleminin sahteliğini gösteren önemli faktörlerden bir başkası ise, baskına uğrayan cezaevi ve IŞİD’lilerin ailelerinin tutulduğu kampların tasfiye edilmemesidir. ABD hapishanelerde tutulan IŞİD’lileri yargılamadığı gibi yargılanmalarını da engelliyor. AB devletleri ise, örgütün adam devşirmesine göz yumarken, sıra kendi vatandaşlarını geri almaya gelince yan çiziyorlar. IŞİD tetikçileri bir yana, kendi vatandaşları olan kadın ve çocukların da dönmelerine izin vermiyorlar. Böylece IŞİD’in etki alanına terk edilen çocuklar, örgütün çekirdekten yetiştirilen tetikçileri olmaya zorlanıyor.
Emperyalistlerin cihatçı teröre yaptıkları bir başka önemli hizmet ise, Suriye’ye boğucu bir abluka uygulayarak yeniden imarı ve ülkenin toparlanmasını engellemeleridir. Bu abluka halkın çoğunu sefalete mahkum ederken, yönetimin işgalci güçler ve cihatçı çetelerle uğraşmasını engelliyor. Bu arada IŞİD tehdidi devam ediyor diye SGD de ABD’ye muhtaç bırakılıyor.
Cihatçı terör tehdidinin kalıcı olması için çabalayan bir diğer rejim ise, Siyonist İsrail’dir. BM kararlarını, uluslararası anlaşmaları ayaklar altına alarak Suriye’yi bombalayan Siyonist rejim, cihatçı çetelere yıllardan beri hizmet ediyor. Emperyalistlerin sağladığı özel korumadan ve Rusya’nın seyirci kalmasından güç alan Siyonist rejim, küstahça saldırılarını sürdürüyor.
***
Hem IŞİD’in hem diğer cihatçı çetelerin arkasında duran üçlü bir ‘şer ekseni’ mevcut: ‘Batılı emperyalistler, AKP-MHP rejimi, Siyonist İsrail.’ Cihatçı terörü Suriye-Irak başta olmak üzere Ortadoğu halklarının başına bela eden de, bitmesini engelleyen de bu eksendir. Cihatçı çetelere yüz milyarlarca dolar harcayan Körfez şeyhleri de kuşkusuz ki bu suçun aktif ortaklarıdır.
Bu güçler sadece cihatçı belanın kaynağı değil aynı zamanda bölgedeki savaşların, kıyımların, açlığın, sefaletin de sorumlularıdır. Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi, Yemen’i yakıp yıkmak için harcanan dev servet bölge halkları için kullanılsaydı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bütün sorunlar çözülebilirdi. Oysa onlar her zamanki gibi tam tersini yaptılar. Ülkeleri yakıp-yıkmak, insan doğa tarih kıyımı yapmak ve halkları sefalete sürüklemek için bu devasa servetleri harcadılar. Bu tabloda bölge halkları emperyalist-siyonist güçlerle suç ortaklarının Ortadoğu üzerindeki hegemonyasını kırana kadar yazık ki bu vahim tabloda esaslı bir değişiklik yapmaya muvaffak olamayacaklar.