AKP-saray rejimi çöküşe yaklaştıkça saldırganlaşıyor. Üç kentin HDP’li büyükşehir belediye başkanlarını polis zoruyla görevden alırken, Suriye topraklarına yeni bir işgal saldırısı başlatma histerisi sergiliyor. Dinci-faşist rejimin başı T. Erdoğan yeni zaferler kazanmaktan söz ederken, Türk ordusu Suriye sınırına yaptığı yığınağı tahkim ediyor. Derinleşen açmazlarını militarist histeriyle örtmeye çalışan rejim, bekasını şiddete endekslemiş görünüyor.
Rejimin sergilediği yayılmacı histeri, sermaye kodamanlarının sınıf çıkarlarıyla örtüşüyor. Ancak sömürücü sınıfların çıkarlarını temsil eden AKP-saray rejiminin hırsları, komşu halklara karşı pervasızlığı doruğa çıkartıyor. Suriye topraklarını gasp etme çabası Kürt halkına düşmanlıkla tamamlanıyor. Suriye topraklarından parça koparma politikası Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmanın imkanı sayılıyor.
Bu yayılmacı histerinin ürünü olan “güvenli bölge”, Washington’daki efendilerin çizdiği çerçeveye uygun tasarlanmış. Bu ise saray rejiminin beklentilerine yanıt vermiyor. Suriye’nin iradesini hiçe sayan bu küstah politika hem Türkiye’nin hem komşu halkların başına yeni musibetler açabilir ancak kokuşmuş saray rejimine zafer kazandıramaz. Zira ne kadar “efelik” seremonileri sergilese de Perinçekçi dalkavukların desteklediği AKP-MHP koalisyonu göbekten ABD emperyalizmine bağımlıdır.
***
Türkiye-Suriye sınırında oluşturulacak koridor konusunda anlaşmaya varıldığı söylense de taraflar memnun görünmüyor. Zira saray rejimi “güvenlik koridoru” adı altında Suriye topraklarının bir kısmını işgal etmek istiyor. Koridor için 30-40 km. derinlik istenmesinin başka bir anlamı yok. Hedefine ulaşabilseydi, cihatçı çeteleri yedeğine alarak yeni alanlara sarkabileceğini var sayıyor. Bu kirli hesaplar şimdilik işe yarar görünse de olayın sonunda yayılmacı hevesler saray rejiminin kursağında kalacaktır.
Ankara’daki işbirlikçilerine sus payı veren ABD, PYD ile Türk devletini aynı noktada buluşturmaya çalışıyor. Güvenlik koridorunun PYD tarafından desteklenmesi, kısmen de olsa bir mutabakata varıldığına işaret ediyor fakat bunun kalıcı bir anlaşmaya dönüşme ihtimali düşüktür. Zira tarafların hedefleri birbiriyle uyuşmuyor. Verili koşullarda arayı bulan ABD’nin şu veya bu sebepten dolayı aradan çekilmesi durumu tersine çevirir. Dolayısıyla bu ‘iğreti denge’ ancak taraflar ABD’ye angaje oldukları sürece korunabilir.
***
ABD ile saray rejiminin Suriye’ye karşı düşmanlıkta buluşmaları Rusya-İran ikilisini rahatsız etti. Son yıllarda T. Erdoğan’a “hayat öpücüğü” bahşeden Putin yönetimi, İdlib’in cihatçı çetelerden arındırılmasına onay vermiş görünüyor. Aylardır Suriye ile müttefiklerinin İdlib’i cihatçılardan temizleme çabalarını frenleyen Putin bu konuda tutum değiştirmiş durumda. Konuyla ilgili açıklama yapan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye ordusunun cihatçı çetelere karşı giriştiği harekatı desteklediklerini ilan etti. Harekat konusunda Türkiye’ye bilgi verildiğini belirten Lavrov, amacın cihatçıları İdlib’den temizlemek olduğunu belirtti.
Suriye’de bölgesel çıkarlarına göre tutum alan Putin yönetimi, bu bağlamda saray rejimine bazı tavizler vererek İdlib’deki sürecin uzamasına neden oldu. Bu aynı politika PYD ile Suriye yönetiminin anlaşamamasının esas nedenlerinden biriydi. Görünen o ki, Rusya’nın bu politikası değişme sürecine girmiş bulunuyor.
“Güvenlik koridoru” oluşturulmasının Suriye’nin egemenlik haklarına kaba bir saldırı olduğunu ilan eden İran yönetimi ise, AKP-saray rejiminin yayılmacı politikalarından duyduğu rahatsızlığı sık sık dillendiriyor. Elbette Rusya da İran da Türkiye’yle arayı bozmak istemiyorlar. Fakat buna rağmen ABD ile anlaşmaya varılmasını hoş karşılamadıklarını gizlemiyorlar. Nitekim İdlib’i temizleme harekatının son günlerde ivme kazanması, “güvenlik koridoru” hamlesinden bağımsız değil. Gelişmelere bağlı olarak yeni hamlelerin gündeme gelmesi de olasılık dahilindedir.
***
Kazanımlarını koruma kaygısıyla hareket eden PYD ile müttefikleri, verili koşullarda ABD’ye angaje olmanın “en iyi seçenek” olduğunu var sayıyorlar. Bundan dolayı “güvenlik koridoru”nu Türk devletinin saldırganlığını önleyen bir güvence kabul ediyorlar. Bu gelişme, “Türk devletinin PYD liderliğini muhatap almaya başladığı” şeklinde de yorumlanıyor. ABD aracılığıyla saray rejimi ile anlaşma beklentisi olsa da PYD liderliğinin T. Erdoğan’la müritlerine güvenmesi için hiçbir neden bulunmuyor.
Bu plan kazaya uğramadan uygulanabilirse, bir süre için PYD’yi rahatlatabilir. Ancak uzun vadede yeni sorun alanları yaratması kaçınılmazdır. Zira NATO’nun ikinci büyük ordusunu besleyen Türk devletinin kayırılması ABD için önceliklidir. Suriye’ye müdahalenin dayanağı olarak kullanılan PYD şimdilik gözetilse de buna dayanarak Kürt halkının özgürlüğünü kazanması olası değil. Emperyalist orduların olduğu yerde halklar özgürleşemez ancak yeni belalarla karşılaşırlar.
Şimdilik ufukta görünmese de verili koşullarda -Kürtler dahil- bölge halkları için uygun çözüm; PYD ile Suriye yönetiminin anlaşmasıdır. Ancak o zaman hem ABD’nin hem AKP-saray rejiminin müdahaleleri durdurulabilir. Bu kolay değil elbet. Zira hem Rusya saray rejimini kayırmaktan vazgeçmeli hem Suriye yönetimi Kürt halkının taleplerini gözetmeli hem PYD içinde ABD’ye angaje olmayı benimseyen eğilimin geriletilmesi gerekecek. Bunun dışındaki çözümler ise, gelecek açısından çatışma-savaş olasılığını güçlendirecektir.
***
Müttefikleriyle koordineli hareket eden Suriye yönetimi, kendisinin davet etmediği yabancı güçleri ülkeden çıkarana kadar mücadelenin devam edeceğini söylüyor. “Direniş ekseni” diye anılan bu güçler, ABD ordusu dahil tüm yabancı güçleri Suriye’den çıkarma konusunda kararlı olduklarını sık sık dile getiriyorlar. Bu ise, Suriye topraklarının bir kısmını ilhak etme histerisiyle hareket eden saray rejiminin hezimete uğramasını kaçınılmaz kılıyor.
Bu gelişmeler son yıllarda iki ipte oynamayı marifet sanan T. Erdoğan’la müritlerinin manevra alanlarının daralma sürecinde olduğunu gösteriyor. Bir süredir ABD ile yaşanan sorunları Rusya-İran ikilisiyle geliştirdiği ilişkilerle kısmen hafifleten saray rejimi, Washington’daki efendilerine her zamankinden de muhtaç duruma düşecektir. Zira “esas kıble” olan Washington’a yamandıkça, manevra alanı da daralacaktır.
Bu histerik hevesler hüsrana mahkum olsa da bölge halklarının olduğu kadar Türkiye işçi sınıfı ile emekçilerinin de başına yeni belalar açacaktır. Rejimin bu hastalıklı heveslerine karşı direnme sorumluluğu, öncelikle işçi sınıfı ve emekçilere düşmektedir. Bu direniş içeride işsizliğe, sefalete, zorbalığa karşı mücadeleyi güçlendirecek, bölgede ise halklar arası kardeşliği pekiştirecek tek yoldur.