İnternet yayıncılığı “fondaş” rejimin hedefinde

Mafyatik rejim sıkıştıkça, çöküş histerisi şiddetleniyor. Bundan dolayı temel hak ve özgürlüklere hırsla saldırıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 31 Temmuz 2021
  • 13:31

Türkiye’de bazı basın yayın kuruluşlarının ABD merkezli vakıf Chrest Foundation’dan fon desteği aldığı haberinin yayınlanmasıyla bir tartışma başlatıldı. Tartışmanın merkezinde Ruşen Çakır’ın kurduğu Medyascope var. Haberi yapan Odatv’nin amacı ya da fon konusu ayrı bir tartışma. Esas sorun saraya biat etmeyen gazetecileri susturmak için her yola başvuran rejimin başlatılan tartışmayı fırsat bilip saldırıya geçmesidir.

Saray rejimi bir medya ordusu besliyor. Ama dinci-gericiliğin borazanı olan bu medyanın toplum nezdinde beş paralık bir itibarı kalmadığı için, rejim biat etmeyen gazetecilere derin bir kin besliyor. Birkaç istisna dışında tüm TV kanalları, gazeteler, dergiler rejim tarafından ele geçirildiği için, biat etmeyenler İnternet ve sosyal medya üzerinden yayın yapıyorlar. Bundan dolayı sosyal medya, son dönemde AKP şefinin hedefindeydi. Nitekim Kıbrıs ziyareti sırasında yeni bir “sosyal medya düzenlemesi” yapacaklarını ilan etti. Bu arada “Sarayın Goebbels’i” diye anılan Fahrettin Altun da, sahneye çıkıp biat etmeyen medyayı “5’nci kol” diye ilan ederek yeni bir saldırı hazırladıklarını haber veren şu açıklamayı yaptı:  

“Yeni kisveler altında beşinci kol faaliyetlerine müsaade etmeyiz. Yabancı devletlerin veya kuruluşların fonlarıyla ülkemizde faaliyet gösteren medya kuruluşlarına yönelik bir düzenleme ihtiyacı olduğu açıktır.” 

“5. kol” tartışmalarının ardından RTÜK “Fon alan medya milli güvenlik sorunlarına yol açabilir” diye bir safsata ortaya attı. AKP-MHP rejiminin beslediği trollerin düğmesine basıldı. Sosyal medyada “FondaşMedya” etiketiyle medya kuruluşlarının logolarını toplayıp “İşte fon alanlar” diye hedef göstermeye başladılar.

Tüm bunlar saray rejiminin hedeflerini gözler önüne seriyor. Amaçları fon tartışmaların kullanarak denetim altına alamadıkları medya kuruluşları üzerindeki baskıyı daha da arttırmaktır.  

Basın kuruluşlarının “üstüne çöken” saray rejimi, aşamalı bir şeklide medya üzerinde tekel kurdu. Tahminen medyanın %95’i saray beslemeleri ve yandaşlardan oluşuyor. Her faturada vergisi ödenen TRT ve Anadolu Ajansı ise hem AKP borazanlığı yapıyor hem yandaşların nemalandığı bir alan haline getirildi. Saray borazanı olmayan medya kuruluşları ise RTÜK’ün kestiği cezalar, BİK üzerinden cezalandırmalarla yıldırılmak isteniyor. Bu zorbalığı, gazetecilere yönelen baskı, şiddet ve tutuklama saldırıları tamamlıyor. Yani mafyatik rejim ekonomik, hukuki ve fiziki şiddeti kullanarak haber alma/haber verme hakkını engellemeye çalışıyor.

***

AKP-MHP iktidarının basına yönelik politikaları önceki dönemin devamı niteliğindedir. ‘90’lı yıllarda gündeme gelen “Sansür ve Sürgün Kararnamesi” ile Kürt hareketine yakın basın ve ilerici-devrimci gazete ve dergiler yine zorbalıkla susturulmak istendi. Gazete binaları bombalandı, gazeteciler tutuklandı, katledildi, gözaltında kaybedildi.

Geçmişten bugüne sermaye devleti her zaman ilerici-devrimci basına saldırmıştır. AKP rejimin farkı ise, baskıların yanı sıra düzen medyasını dinci-gericiliğin borazanı ve rejimin yalan makinası haline getirmesidir. Burjuva muhalif gazetecileri bile medyadan tasfiye etmesi ve baskıyla susturmak için saldırmasıdır.  

***

Türkiye’de basın özgürlüğünün sınırları, ülkedeki burjuva demokrasisinin güdüklüğüyle de dolaysız bir ilişki içerisindedir. Bu açıdan, Kızıl Bayrak’ın “Kızıl Bayrak 10. yayın yılını geride bıraktı! Devrimci sınıf çizgisi ve geleneğinin yayın kürsüsü” başlıklı 10. Yıl değerlendirmesinde ortaya konanlar bugünün tablosuna da açıklıkla ışık tutmaktadır:

“Normal burjuva demokrasisi koşullarında bile en biçimsel kalan özgürlüklerden biri basın özgürlüğüdür. Burjuva düzen altında kağıt üretimi ve stoklarından gelişmiş baskı tekniğine, tanıtımdan dağıtıma kadar herşey burjuva özel mülkiyetinin boğucu tekeli altındadır. Bu ise yasal açıdan en tam bir basın özgürlüğünü bile işçi sınıfı ve emekçiler, onların parti ve örgütleri için pratikte büyük ölçüde sınırlar. Fakat Türkiye’de sorun, her kapitalist ülkede sermaye sultasından gelen bu ekonomik kısıtlılıkların da ötesindedir. Türkiye’de burjuva anlamda bile gerçek bir demokrasi olmadığı gibi onun en temel unsurlarından olan, olması gereken gerçek bir basın özgürlüğü de doğal olarak yoktur. Olduğu kadarıyla basın özgürlüğü, tıpkı olduğu kadarıyla demokrasi gibi, alabildiğine güdük ve iğreti durumdadır, bin bir yasal ve fiili kısıtlama ve sınırlama altındadır.”

Bununla birlikte, sermaye devletinin geçmişten bugüne hedef aldığı ilerici-devrimci basına yönelik tahammülsüzlük alanı, AKP-MHP iktidarı döneminde tüm muhalif kesimleri kapsayacak biçimde genişledi. Artık saldırganlık, saraya biat edenler dışında kalan herkese yöneltiliyor. Toplamında çıkışsız kalan iktidar elinde kalan tek enstrüman olan baskı ve zorbalıkla ayakta kalmaya çalışıyor. Basın, medya kuruluşları ve gazeteciler bu zorbalıktan paylarına düşeni fazlasıyla alıyorlar. Dinci-faşist iktidarın fon tartışmaları ve yeni yasal düzenlemelerle birlikte hedefi de internet yayıncılığını ve sosyal medyayı da kontrol altına almaktır.

Fon desteği alanların ajan ilan edilmesi, dinci-gericiliğin riyakarlıkta sınır tanımadığını birkez daha gözler önüne sermiştir. Zira AKP, emperyalist/ siyonist güçler tarafından imal edilmiş bir partidir. AKP’nin kurum, vakıf ve dernekleri ise yıllardır ABD ve AB fonlarını adeta hortumluyorlar. Örneğin sarayın aparatı SETA, 2019’da sadece “Avrupa’da İslamofobi” raporu yazmak için AB’den 126 bin 951 avro fon almıştır. Bu, fon talanının sadece küçük bir örneğidir. Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, Afganistan’da emperyalistler için silahlı bekçilik yapanlar, mültecileri koz olarak kullanıp AB’den milyarlarca avro almaktan da utanmıyorlar. Hal böyleyken rejimin temsilcilerinin fonlar konusunda konuşmaları ancak tiksintiyle karşılanabilir.

Mafyatik rejim sıkıştıkça, çöküş histerisi şiddetleniyor. Bundan dolayı temel hak ve özgürlüklere hırsla saldırıyor. İnternet yayıncılığı ve sosyal medyayı susturmak için zaten hazırlık yapılıyordu. Güçleri yeterse farklı sesleri susturmaya çalışacaklar. Ancak bu pervasız saldırının hedefine ulaşması kolay değil. Zira ne ilerici-devrimci basın mevzilerini terk edecek ne dürüst basın emekçileri susmayı kabul edecektir.