İktidarın “doğal afetler” karşısındaki acizliği

Madenlerde yaşanan “kazalar”, çürük ve denetimsiz şekilde yapılan binaların depremde tuz buz olması, ailesini kaybeden çocukların kaçırılması veya cemaatlere teslim edilmesi, deprem bölgesine camii imamları gönderilmesi, nehir yataklarına şehirlerin kurulması gibi olayları, Erdoğan’ın “kader planı” diye tanımladığı bilim dışı gerici zihniyetin ürünüdür.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Eylül 2024
  • 08:00

Kapitalist sistemde insan yaşamının neredeyse hiçbir değeri yok. Bu gerçeği insanların ölüm şekli üzerinden de görebiliyoruz. Buna insanların toplu ölümü de dahil. Dünyada pek çok yozlaşmış, yaşamı ve insanı hiçe sayan rejim var. Ancak doğal afetler, iş “kazaları” ve doğal yaşamın yok oluşu/edilişi karşısında, Türkiye’deki mevcut dinci-faşist rejimin tutumu, konumu ve pratiği rezalet ve felaket boyutlarındadır.

***

Türkiye bir deprem ülkesidir. Coğrafi olarak hareketli ve kırılgan fay hatları kuşağının üstünde olan Anadolu, insanlık tarihi boyunca pek çok yıkıcı depremlere şahit olmuştur. Yakın geçmişe bakacak olursak; 27 Aralık 1939 Erzincan depremi, 17 Ağustos 1999 Gölcük ve Adapazarı depremi, 23 Ekim 2011 Van depremi ve son olarak 6 Şubat 2023 Maraş merkezli depremler… Bunlar son yüzyılda yaşanan depremlerin yıkıcılığı hakkında bir fikir verebilir. Depremlerin yarattığı yıkımın yanı sıra; deprem sonrası gelişen sürece müdahalede yaşanan aksaklık ve yanlış yöntemler en az depremler kadar yıkıcı sonuçlara yol açtı.

Böylesi bir coğrafyada depremlerin bu kadar büyük bir yıkım getirmesinin üstü “doğal afet” ya da “yüzyılın felaketi” gibi söylemlerle örtülemez. Literatürde, doğal afet; yağmur, sel, fırtına, heyelan, deprem, yıldırım, yangın gibi doğa olaylarının yarattığı yıkım için kullanılan genel bir ifadedir. Oysaki “doğal afetlerin” yarattığı yıkımın en büyük nedeni, doğal yaşam alanlarının fütursuzca tahrip edilmesi, felaket düzeyindeki kirlilik, ormanların yakılması veya kesilmesi, fay hatları ve nehir yatakları üzerine şehirler inşa edilmesi ve bütün bunların denetimsiz, rant odaklı bir şekilde yapılmasıdır.

***

6 Şubat 2023 Maraş merkezli deprem 11 ilde yıkıcı etkiler yarattı. On binlerce binanın yıkılmasına ve yüz binlerce insanın ölümüne sebep olan felaketin ardından, devletin yaptığı ilk iş vatandaştan para dilenmek oldu. Bir taraftan para toplama yarışına giren devlet öbür taraftan yaşanan felaket karşısında yeterli ve doğru bir pratik hat sergileyememenin yarattığı politik iflasla, çareyi Olağan Üstü Hal (OHAL) ilan etmekte buldu. Öyle ki, ancak üçüncü gün kurtarma çalışmalarına başlayan devlet kurumlarına güvenin kalmaması üzerine toplanan yardımların ve bağışların pek çoğu Kızılay’a değil, Haluk Levent’in kurduğu “AHBAP” derneğine yapıldı. Üstelik uluslararası yardımların da pek çoğu bu dernek üzerinden gerçekleşti. 

Bir devlet kurumu olan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), depreme ilk ve genel müdahalede pek çok açıdan yetersiz kaldı. Kızılay’ın AKP’li şefi ise depremin ikinci gününde çadır satıyordu. Bu kepazeliklerin pek çok nedeni olsa da en önemlisi, diğer pek çok devlet kurumu gibi AFAD’ın da çürümüş ve kokuşmuş olmasıdır. Bu çürümenin kaynağı elbette sermaye devletidir. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından “geçici” olarak çıkarılan “Özel İletişim Vergisi” toplanmaya başlanmıştı. AKP’li Milletvekili Naci Bostancı’ya bir vesile ile “deprem için toplanan vergiler nerede?” diye sorulduğunda ''Deprem vergileri depremde kullanılacak diye bir şey yok!'' diyerek tam bir pişkinlikle AKP’nin depreme ve doğal afetlere bakışını özetlemişti.

AKP-MHP iktidarının bir başka acizliği ise orman yangınlarına karşı yapılan müdahalelerdeki yetersizliğidir. Çoğu zaman ormanlar rant alanlarına dönüştürülmek için planlı bir şekilde yakılıyor ve yangın söndürme çalışmaları öyle ya da böyle savsaklanıyor. Bunda liyakatsiz, sırf AKP’li olduğu için kurumların başına atanan kişilerin beceriksizliği de rol oynuyor. Türkiye’nin pek çok alanda dünyanın lideri olduğu safsatasını dillerinden düşürmeyen iktidar, yangına müdahale için yeterli sayıda uçak ve helikopterlere sahip değil. Halihazırda var olan araçlar ise hangarlarda çürümeye terk edilmiştir. Bu vahim tablo pişkinlik ve vurdumduymazlığın vardığı boyutu gözler önüne seriyor.

***

2014 yılında Soma madeninde yaşanan ve 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan kazanın ardından gelen eleştirilere karşı, dönemin başbakanı Erdoğan “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok” diyerek, önlem almayan yandaş kapitalistlerin vahşi katliama zemin hazırlamasını savunmuştu. Geçtiğimiz günlerde ise Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Ahmet Tural"Tanrı ile aramıza girmeyin. Bunların hepsi doğal afet" diyerek işledikleri suçları Tanrı’nın sırtına yıkmaya çalıştı. 

İnsanı, doğayı, yaşamı hiçe sayan bu pervasız söylemler, yaşanacak yeni bir felaket karşısında iktidarın yapacakları ve yapmayacakları hakkında da fikir veriyor. Oysa ki 2024 Dünya Risk Endeksi’ne göre Türkiye “afet riskinin çok yüksek olduğu ülkeler” arasında yer alıyor. Elbette bu Saray rejiminin umurunda değil. Ne de olsa bedeli kendileri ödemiyor. 

***

Erdoğan’a göre “Kader planı” çerçevesinde gerçekleşen Soma madenci katliamı ne ilkti ne de son oldu. Keza Bartın’da yaşanan toplu katliamın ardından da benzer vaazlar verilmişti. Oysa meydana gelen maden ve iş “kazalarının” “kader planı” zırvasıyla bir alakası yoktur. Kazaların ölümlü sonuçlanması, kapitalistlerin gerekli önlemleri almaması ve ağır çalışma koşullarından kaynaklanıyor. Katil kapitalistlere kalkan olan AKP şefinin “İşin fıtratı” dediği şey, daha fazla kâr ve daha fazla ranta dayalı vahşi kapitalizmin fıtratından başka bir şey değildir. 

Tüm bunlar, mevcut siyasi iktidarın toplum ve doğal yaşam için en az “doğal afetler” kadar tehlikeli ve yıkıcı olduğunu gösteriyor. Madenlerde yaşanan “kazalar”, çürük ve denetimsiz şekilde yapılan binaların depremde tuz buz olması, ailesini kaybeden çocukların kaçırılması veya cemaatlere teslim edilmesi, deprem bölgesine camii imamları gönderilmesi, nehir yataklarına şehirlerin kurulması gibi olayları, Erdoğan’ın “kader planı” diye tanımladığı bilim dışı gerici zihniyetin ürünüdür. Baştan aşağı çürümüş olan iktidarın bugüne kadar aldığı politik ve pratik tutumlar da bu kokuşmuş orta çağ artığı ideolojiye dayanmaktadır.

K. Torlak