AKP-MHP koalisyonunda erozyon devam ediyor. Siyasal kriz nedenine dönüşen AKP-Erdoğan diktatörlüğü, daralan toplumsal destek boşluğunu milliyetçi-dinci söylemlerle doldurmaya çalışıyor. Buna da yoğun bir siyasal baskı ve polis şiddeti eşlik ediyor.
Korona salgını günlerinde emekçileri açlıkla salgın kıskacına terk eden rejimin meşruiyeti daha geniş bir kesim tarafından sorgulanır hale geldi. AKP şefinin, korona önlemlerine dair yapılan haftalık açıklamalarda salgına karşı alınacak önlemlerden çok muhalif kesimlere saldırmasının, keza dış politikada yayılmacı emperyalist hezeyanlarını kusarak savaş tamtamları çalmasının arkasında erozyondan kaynaklı bir çaresizlik yatıyor.
Her zaman olduğu gibi, besleme sermaye gruplarının ve yandaş medyanın yanı sıra, işçi ve memur sendikalarının yönetimlerini gasp eden bürokratlar şebekesi de gerici-faşist iktidarın yardımına koştu. Yine, bütçeden en büyük payı kapmasına rağmen dünyevi zenginliklere gözü doymayan Diyanet, kaptığı lokma uğruna toplumun inançlarıyla oynamaktan, çeşitli gündemleri AKP gericiliğinin ihtiyaçlarına göre yorumlamaktan ve fetvalar uydurmaktan geri kalmadı.
Toplumsal meşruiyetini yitiren AKP-Erdoğan iktidarı ve beslemeleri toplumun en zayıf ve güçsüz kesimini aşağılayıp horlamalarına, çoğunlukla da hedef göstermelerine karşı yükselen sesleri “devlete saldırı” olarak lanse ediyorlar. Ardından da Erdoğan’ın yargısı devreye giriyor. Bunun son örneklerinden biri, Baro yöneticileri hakkında soruşturmalar başlatılması oldu. Bununla da yetinmeyen gerici iktidar, baro vb. mesleki örgütlerini ele geçirmek için yeniden hamle yaptı. Bu tür örgütlerin seçim sistemini değiştirmeye yönelik yasa değişikliğini, korkuluk olarak el altında beklettikleri bu düzenlemeyi gündeme taşımak için harekete geçti. Hukukçu Turgut Kazan, barolar tarafından “FETÖ projesi” olarak adlandırılan bu saldırıyı, “Nasıl ki 15 Temmuz darbe girişiminden faydalanarak Türkiye’ye kalıcı bir olağanüstü hal rejimi getirdilerse, şimdi de korona virüsünden yararlanarak baskı rejimi oluşturmanın yollarını arıyorlar.” cümlesiyle özetledi.
Toplumsal desteği azaldıkça saldırganlaşan her rejim gibi AKP-MHP koalisyonu için de kural değişmedi. Korkutarak, satın alarak medya tekelini ele geçiren dinci-gerici iktidar bununla da yetinmiyor. Kendisine tabi olmayan muhalif medyayı kökten susturmak için de yanıp tutuşuyor. “Yakında bu virüslerden de kurtulacağız” diyerek hedef gösterdiği muhalif medyanın susturulması için RTÜK, savcılık ve besleme troller koordineli olarak harekete geçtiler. RTÜK eliyle TV ve basın organlarına yayın durdurma ve para cezaları yağdırıldı. İktidara bağlı savcılıklar ceza soruşturmaları başlattılar. Trol ve troliçelerin karalama ve hedef gösterme kampanyalarını MHP ve AKP’nin tehditleri tamamladı.
Örneğin muhalif belediyeler AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal tarafından “paralel yapı”, “yerel hükümet” vs. diye suçlandılar. Faaliyetleri de “kaos çıkartmak, devleti zaaf içinde göstermek” şeklinde lanse edildi. Muhalif belediyelere yönelik bu saldırılara, Bahçeli’nin -CHP’yi kast ederek- “ikide bir pişmiş aşa su katma arayışı, dönen tekere çomak sokma arzusu” türünden salvoları eşlik etti. Bunları ise alenen ölüm tehditleri tamamladı. MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, CHP’li Özgür Özel’e gözdağı verdi: “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız. Haddini bil. Ülkücü Hareket sana haddini bildirmeyi bilir.” AKP İstanbul İl Başkanı Bayram Şenocak, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu ölümle tehdit etti: “CHP İl Başkanı, genlerine uygun maceralar arıyor. Haberi olsun; Boğaz, bu mevsimde serin, yazın da derindir.” AKP şefinin uydusu haline gelen yargı, bu açık ölüm tehditlerini görmezlikten gelerek, tek bir soruşturma dahi açmadı.
Gazeteciler ve sosyal medya hep hedefte
“Türkiye’yi etkisi altına alan küresel koronavirüs salgınıyla ilgili çeşitli kentlerde haber yapan en az 12 gazeteci gözaltına alındı; üçü Emniyette ifade vermek zorunda kaldı. Suçlamalarda başlıcası ‘halk arasında endişe ve panik yaratmak amacıyla tehdit’ olurken, salgın sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IBAN numarası vererek bağış istemesini eleştiren bir gazeteci de ‘dini değerleri aşağılama’ iddiasıyla tutuklandı.” (Bianet)
Medyayı korkutup sindirerek, satın alarak veya el koyarak tekeline alan AKP-MHP rejimi geçmişten bu yana sosyal medyayı da sürekli saldırı altında tutuyor. Son olarak sosyal medya üzerinde tam bir denetim kurmak için harekete geçti. AKP ve MHP’li vekiller, sosyal medyaya girişin T.C. kimlik numarası ile yapılmasını zorunlu kılan bir yasal değişiklik yapılacağını ilan ettiler. Gerici-faşist iktidarın kirli amaçları için yasa hazırlığı yapan bu “görevliler”, toplumun kendi sesini duyurma ve haber alma olanaklarını ortadan kaldırmak için korona günlerini arsızca istismara devam edeceklerini gösterdiler.
Faşist ve gerici rejimler için sosyal medya tam bir yüktür. Zira foyalarının ortaya çıktığı, maskelerinin düştüğü bir rol oynayabiliyor. Örneğin yakın günlerde Adana’da Suriyeli bir genin polis tarafından kalbinden tek kurşunla vurularak katledilmesinin ardından tam olarak böyle bir durum yaşandı. Cinayetin hemen akabindeki resmi açıklamalarda gencin “kaza kurşunuyla” öldüğü iddia edildi. Yandaş medya polisin işlediği cinayeti aklamak için büyük bir yalan kampanyasına girişti. Fakat gerek resmi yalanlarlar gerekse de yalanların borazanlığını yapan iktidar medyasının dezenformasyonu sosyal medya duvarına çarparak, birkaç saat içinde deşifre oldu. Suçlular koalisyonunun çirkefi, sosyal medya sayesinde ortalığa saçıldı. İşte AKP-Erdoğan iktidarı şimdi bu kanalı tümden tıkamak istiyor.
Ekmek yok, kurşun verelim!
AKP şefi ve koltuk değneği Bahçeli’nin, “Ekonomide spekülasyon yapanlar ne kurşunun ne bombanın maliyetini bilenlerdir” minvalinde açıklamalar yapmaları boşuna değil. Zira derinleşen ekonomik kriz koşullarında toplumun barınma, beslenme, ısınma, sağlık gibi ihtiyaçlarını karşılaması her geçen gün zora giriyor ve bu da tepkileri sürekli besliyor. En ufak bir toplumsal muhalefeti cop, zindan ve kurşunla zapturapt altına alabilmek için içerde ve dışarda daha çok saldırganlaşmaları bu yüzdendir. Türk sermaye devletinin silahlanma harcamalarının son dokuz yılda yüzde 86 gibi rekor bir artışla yılda 20,4 milyar dolar seviyesine ulaşmasının temelinde de bu kirli amaçlar vardır.
Komşu ve bölge ülkelerine karşı emperyalist histeriyle sürdürülen saldırganlığı içerde artan polisiye harcama ve uygulamalar tamamlıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Aralık 2007 itibariyle “Emniyet hizmetleri sınıfında yer alan personel” sayısı 187 bin 510 olarak kaydedilirken, bu rakam 2018’de 255 bin 974’e yükseldi. Rakamlardan da görüleceği üzere son 10 yıl içinde polis sayısında yaklaşık yüzde 26 oranında bir artış kaydedilmiştir. AB’de 314 kişiye, Türkiye’de ise 185 kişiye bir polis düşüyor. Bu rakamlara son yıllarda alınan 21 binden fazla silahlı bekçi sayısı da eklendiğinde, militarist güçlerin aralıksız ve düzenli bir istikrarla büyüdüğü görülecektir.
Ekonomik krizinin korona salgınıyla birlikte daha da derinleşeceği bir sır değildir. İşsizlik, yoksulluk ve açlık yaygınlaşırken, özellikle esnaf ve küçük işletmelerin iflaslarının da artarak süreceği öngörülüyor. Toplumsal desteğini yitiren gerici-faşist iktidarı önümüzdeki günlerde çok daha zor günler bekliyor. AKP-MHP koalisyonu da bütün hazırlıklarını buna göre yapıyor. Faşist iktidar blokunun içeride ve dışarıda tırmandırdığı saldırganlığın temelinde, büyüyen bu korku yatıyor.