Geçtiğimiz cumartesi günü ‘İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde yapılan saldırıda 3 Türk askeri yaşamını kaybetti. Milli Savunma Bakanlığı (MSB) tarafından yapılan açıklamada saldırının kimler tarafından yapıldığı belirtilmedi. Ancak saldırıyı Ensar Ebu Bekir es-Sıddık Seriyyesi adlı cihatçı örgüt üstlendi. Bu örgüt ilk kez 28 Ağustos 2020’de Hama kırsalındaki Sellet ez-Zuhur köyü yakınlarındaki TSK üssüne yönelik bombalı araç saldırısı gerçekleştirmişti. 2020 yılından bu tarafa da TSK’ye ait onu aşkın saldırıda bulunduğu biliniyor.
Hafta sonu yaşanan saldırının ardından Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, meslektaşlarını İdlib’de ‘Suriyeli muhaliflerle’ teröristleri ayırma çalışmalarının, “Hedeflenenden çok uzak” olduğunu söyledi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in iki yıl önce üzerinde anlaştığı maddeleri uygulamaya çağırdı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise “Rusya Federasyonu ile yaptığımız görüşmeler sonrasında imzalanan mutabakatlar var. Biz bu mutabakatlara uyuyoruz. Muhataplarımızın da bu mutabakatlara uymalarını bekliyoruz” dedi. Ankara ise bu saldırılara rağmen ısrarla İdlib’de bulunmaya devam ediyor.
Peki İdlip’de gerçekten ne oluyor. Türkiye neden hâlâ ısrarla burada. Bu soruların yanıtlarını Abant İzzet Baysal Üniversitesinden Dr. Fatih Yaşlı ve Boğaziçi Üniversitesinden Dr. Seda Altuğ ile konuştuk. Siyaset Bilimci Yaşlı, “İdlib’de TSK güçlerine yönelik bir saldırı olduğunda, bunun cihatçılar tarafından yapıldığını biz iktidar cenahı ve Genelkurmay tarafından yapılan açıklamalara bakarak anlıyoruz. Eğer o açıklamalarda saldırıyı yapan örgütün ismi verilmiyorsa, biliyoruz ki cihatçılar yine saldırdı” ifadelerini kullandı.
Siyaset Bilimci Dr. Seda Altuğ da son saldırıyla Türkiye’nin cihatçı gruplarla ilişkisini bozmayacağını belirterek, iktidarın İdlib politikasının orta vadede değişmeyeceğini söyledi.
“İktidar cihatçılara kalkan rolü üstlenmiş”
Abant İzzet Baysal Üniversitesinden Dr. Fatih Yaşlı, “İdlib’de uzunca bir süredir fiili bir şeriat devletçiği, bir “İslam emirliği” var ve bu emirliği ismini değiştirerek Nusra Cephesi adını alan Suriye el Kaide’siyle irili ufaklı çok sayıda cihatçı örgüt birlikte yönetiyor. Bunu mümkün kılan şey ise iktidarın yeni-Osmanlıcı politikalar doğrultusunda burada bir tür koruyucu kalkan rolü üstlenmiş olması. Yani TSK’nin Suriye’deki askeri varlığı olmasa, cihatçılar büyük ihtimalle çoktan yenilecek ve İdlib Suriye ordusu tarafından ele geçirilmiş olacaktı. Ancak Suriye devleti buraya operasyon yaptığında, TSK unsurları Suriye ordusunun karşısına çıktı ve Rusya’nın ara buluculuğuyla bir ateşkes tesis edilmesiyle birlikte ordunun ilerleyişi de durdu” ifadelerini kullandı.
Zaman zaman cihatçı örgütlerin, nedenlerini pek de açıklamadıkları bir şekilde TSK unsurlarını hedef aldıklarını yaşamlarını yitiren askerlerin de olduğunu belirten Yaşlı şunları söyledi:
“Bu saldırıların nedenleriyle ilgili kesin bilgilere sahip olmasak da iki varsayım öne sürebiliriz: Birincisi bölgedeki Türkiye unsurları ile cihatçılar arasında bir çıkar çatışması, bir ihtilaf söz konusu olduğunda, cihatçılar kendi yanıtlarını bu saldırılar aracılığıyla veriyorlar. Ve ikincisi “vekalet savaşları”nın yaşandığı bir bölge olan İdlib’de vekil güçler arasındaki ilişkiler gerildiğinde ve saha hareketlendiğinde, bu güçler birbirlerine taşeronları üzerinden mesaj gönderiyorlar ve bu saldırılar da o mekanizmanın bir parçası. Ancak ne olursa olsun, burada esas olarak görülmesi gereken, sınırın hemen öte tarafında ve egemen bir ülkenin toprakları üzerinde, komşu bir ülkenin fiili bir devlet kurarak onu koruması altına alması, üstelik o devletin cihatçı bir örgüt tarafından yönetilmesi ve tüm bunlara rağmen cihatçı terörün zaman zaman dönüp kendisini koruyup gözeten güce yöneliyor olduğu gerçeğidir.”
“Failler kamuoyundan gizleniyor”
Cihatçı grupların yaptığı saldırılara ilişkin iktidarın yaptığı açıklamalara dair de Yaşlı’nın değerlendirmesi şöyle:
“İdlib’de TSK güçlerine yönelik bir saldırı olduğunda, bunun cihatçılar tarafından yapıldığını biz iktidar cenahı ve Genelkurmay tarafından yapılan açıklamalara bakarak anlıyoruz. Eğer o açıklamalarda saldırıyı yapan örgütün ismi verilmiyorsa, biliyoruz ki cihatçılar yine saldırdı. Saldırıların faillerinin anılmaması ise bilinçli bir tutum, çünkü örgüt ismi verildiğinde ve saldırıların cihatçılar tarafından yapıldığı söylendiğinde, birileri çıkıp “Bu örgütlere destek veren biz değil miyiz” sorusunu sorabilir ve bu da iktidarın İdlib politikasının sorgulanmasının önünü açabilir. İşte bunu engellemek için açıklamalar bu şekilde yapılıyor ve failler kamuoyundan gizleniyor.”
“Muhalefetin tutumu riyakar”
Muhalefetin tutumuna ilişkin Yaşlı, “Muhalefetten de bu konuda ses çıkmıyor. İktidarın sınır dışı operasyonlar için gündeme getirdiği tezkerelere “evet” diyen ve “milli mesele” adı altında izlenen dış politikaya dair neredeyse tek bir kelime etmeyen muhalefet partileri, bu askerlerin kimler tarafından öldürüldüğünü sorgulamıyor, bu soruların kamuoyu tarafından da sorulmasını beraberinde getirecek bir politika izlemiyor. “Sınır namustur” hamaseti üzerinden göçmenleri/sığınmacıları düşmanlaştıran bu partiler, söz konusu olan başka bir ülkenin sınırları ise bunu görmezden geliyor, riyakarca bir tutum sergiliyorlar” ifadelerini kullandı.
“İdlib daha da hareketlenecek”
İktidarın İdlib politikasının gerisinde yeni Osmanlıcı emperyal heveslerle İslamcılığın sentezi olduğunu anlatan Yaşlı, şunları söyledi:
“İktidarın İhvan kuşağının lideri olma heveslerinin sonuçlarından biri İdlib. Yaşanan tüm gelişmelere rağmen, yani Mısır’dan Tunus’a İhvan rejimlerinin çökmesine ve Rusya’nın desteğiyle Suriye’nin ülkenin büyük bir bölümünde cihatçıları yenilgiye uğratmış olmasına rağmen, iktidar Suriye siyasetinde geri adım atmıyor. Öte yandan Suriye ise Rusya’nın desteğiyle son günlerde İdlib’e yönelik saldırılarını artırmış durumda ve geniş ve kapsamlı bir operasyon ihtimali giderek artıyor. İktidar İdlib’de ortaya çıkacak durumu ülkede yeni bir milliyetçi teyakkuz hali yaratmak için kullanır mı, estirilecek bir milliyetçilik dalgasıyla birlikte bunu sandığa tahvil etmek ister mi, ülke seçimlere “küçük çaplı” olacağı varsayılan bir savaşla götürülür mü, bunlar benim aklımdaki sorular ve bunlara kesin bir şekilde “hayır” demek imkansız. Önümüzdeki süreçte İdlib daha da hareketlenecek ve bu soruların yanıtlarını o zaman görmüş olacağız.”
“İktidarın orta vadede İdlib politikası değişmez”
Boğaziçi Üniversitesinden Dr. Seda Altuğ, İdlib ile ilgili gelişmeleri gazetemize değerlendirdi. Hükümetin İdlib politikasının, Suriye politikasının bir parçası olduğunu hatırlatan Altuğ, “Hükümetin Suriye politikasının ana ekseni Suriye’deki özerk Kürt yönetiminin gücünü kırmak ve egemenlik sahasını daraltmak. Onun yerine kendisine ideolojik ve politik olarak yakın gruplar üzerinden nüfuz alanının genişletmek. Gerek İdlib politikası gerekse de Tell Abyad, Afrîn ve Bab-Cerablus’taki Türkiye kurum ve idaresi aynı saiklerle oluşturulmuş durumda. Hükümet bu siyasetini Suriye ve Türkiye’de yönetimleri altında olan insanlara gerekçelendirirken elbette farklı popülist söylemlere başvuruyor. Birinde Suriye rejim karşıtlığı, diğerinde sınır ötesindeki teröristleri temizlemek söylemleri buna örnek olarak verilebilir” ifadelerini kullandı.
“Saldırı, cihatçı gruplarla Türkiye ilişkileri bozmaz”
İdlib’de 3 askerin yaşamını yitirdiği patlamayla ilgili “Bu patlamanın Türkiye’nin İdlib politikasında bir revizyona yol açacağını veya Türkiye’nin Hey’et Tahrir el Şam (HTŞ) gibi radikal İslamcı, cihatçı gruplarla ilişkilerinin bozulduğunun bir göstergesi olduğunu düşünmüyorum” dedi. Görebildiğim kadarıyla bu patlamayı yapan grup nispeten daha küçük bir cihatçı örgüt ve M4 Karayolu’nun açılmasının karşıtı. Türkiye’nin bu grup üzerinde kontrolü olduğunu sanmıyorum, hatta belli ki en azından bu noktada Türkiye ile ilişkileri olan HTŞ’nin de bu grup üzerinde aktif bir gücü yok” ifadelerini kullandı. Altuğ, Hükümetin İdlib ve Suriye politikasına orta vadede bu şekilde devam edeceğini belirterek, “ABD’nin Ortadoğu’dan ve özellikle Suriye’den geri çekilmesi konuşulurken, Suriye rejimi, Rusya ve ABD arasındaki güç dengeleri yeniden tanzim edildiği ve edileceği bir süreçte, Türkiye’nin ne İdlib’den ne de doğrudan yönetimi altında olan diğer bölgelerden çekilmesini bekliyorum” dedi. İdlib’deki gelişmelerin iç siyasete yansımasıyla ilgili konuşan Altuğ, “Hükümetin Suriye’deki ayaklanma başladığından beri yürüttüğü İslamcı, Kürt-karşıtı, antidemokratik ve farklı bölgesel ittifaklara dayanan manevra yeteneği yüksek siyaseti Türkiye toplumuna popülist milliyetçi ve İslamcı söylemlerle açıklanmaya çalışıldı, çoğu zaman ise böylesi bir açıklamaya gerek bile duyulmadı” dedi. İdlib’in Türkiye’de tartışılma biçimleri ile dış dünyada tartışılmasının arasındaki farka dikkat çeken Altuğ şunları söyledi:
“Gerek mülteci politikası gerekse Suriye politikası Suriye’yi Türkiye’nin ciddi bir iç mesele haline getirmiş görünüyor. Dolayısıyla da Suriye uzun zamandan beri Türkiye’nin halletmekten çok uzak olduğu otoriterlik, mezhepçilik ve etnik meselelerinin süzgecinde tartışılıyor. İdlib’deki patlama sonrasında 3 Türkiye askerinin hayatını kaybetmesine dair ne hükümet ve çevresinin ne de muhalefetin verdiği tepkilere şaşırmıyorum.”
Mülteci düşmanlığı için uyarı
Son dönemlerde artan ırkçılık ve mülteci karşıtlığına da vurgu yapan Altuğ, şu uyarıda bulunuyor: “Mülteci karşıtlığının ve ırkçılığın yükselişte olduğu bir ortamda, bunların iç kamuoyundaki tercümesi de kısaca ‘Bizim askerimiz ölüyor, onlar burada güzel güzel yaşıyorlar’ diye özetleyebileceğimiz mülteci karşıtlığı oluyor. Mülteci karşıtı tercümeleri önlemenin ilk yolu şeffaf, katılımcı ve eşitlikçi bir mülteci politikası izlemek. Aksi takdirde Suriye’de Türkiye’nin askerlerinin akıbeti Türkiye’deki Suriyeli mültecilere bir taş ve sopa olarak geri dönüyor.”
Şerif Karataş- Evrensel / 15.09.21