Türkiye’de “paralel devlet”, “derin devlet”, “kontrgerilla” vb. gibi kavramlar sıkça kullanılan kavramlardır. Sermaye devletinin, gerçekleştirdiği katliamların üzerini örtmek ve devlet kurumlarını aklamak için kullandığı bu kılıflar, özellikle ilerici kamuoyu tarafından iyi bilinir. Egemenler, iktidarlarını korumak amacıyla tarih boyunca devrimcilere, ezilen halklara, aydınlara yönelik suikast, katliam gibi organize cinayetler, işkence, faili meçhul, kaybetme gibi kirli yöntemler kullandılar. Her defasında da gerek yargı eliyle gerekse de algı yönetme teknikleriyle devlet “temize” çıkarıldı.
Bu yöntemlere, ihtiyaç hasıl olduğunda düzen güçlerinin iç iktidar kavgalarında da başvuruldu. “Ergenekon”, “Balyoz”, “FETÖ” davaları ve operasyonları bunun yakın dönemdeki örnekleri olarak gündemdeler. Toplumda çeşitli tepkilere yol açan “Ergenekon davası” 12 yıl aradan sonra “Böyle bir örgüt yok” kararı ile sonuçlandı. “Ergenekon örgütünü kurma, yönetme vs.” suçuyla yargılanan tüm sanıklar beraat ettiler. Bu süreci yöneten hakim ve savcılardan çoğu ise “FETÖ” suçlaması ile tutuklandılar. Zekeriya Öz gibi bu senaryoda parmağı olan birçok isim de yıllardır firari durumda.
2007 yılında başlayan “Ergenekon davası”nın iddianamesinde, “Ergenekon terör örgütü en başta, ‘derin devlet’ ifadesi ile anılan, ülkemizde birçok kanlı eylemler gerçekleştiren, gerçekleştirdiği bu eylemlerle ciddi kriz, kargaşa, anarşi, terör ve güvensizlik ortamı oluşmasını amaçlayan…” ifadeleri yer almış ve “darbe teşebbüsü” suçlaması yapılmıştı. Emekli generaller, albaylar, çeşitli rütbelerden askerler, Vatan Partisi şefi Doğu Perinçek, Hrant Dink cinayeti sanıklarından Yasin Hayal’in avukatı Fuat Turgut, Susurluk skandalına adı karışan üst rütbeli komutanlar, JİTEM kurucularından Veli Küçük, Sedat Peker gibi oldukça geniş yelpazeden kişi bu davada yargılandı. Büyük bölümü “ulusalcı” diye geçinen, gerçekte ise katıksız şovenizmleriyle namlı bu isimler yıllarca devletin kirli ve kanlı işlerini yaptılar. Dava sürecinde bu isimlerin karıştığı sayısız katliam, şantaj, mafyavari ilişkilerden bahsedilse de devletin pisliği tüm açıklığı ile ortaya serilmedi.
ABD’nin 2000’lerdeki Ortadoğu politikaları, “ılımlı İslam projesi”, Kürt sorununda ABD modeli çözüm vb. hesapları, TSK içerisindeki geleneksel güçlerin, özellikle Kürt sorununa yaklaşım konusunda hizaya çekilmelerini gerektiriyordu. Bir başka deyişle TSK içerisinde Kürt ulusal sorununa geleneksel devlet aklıyla yaklaşan kesimler terbiyeden geçirilmedikçe, ABD’nin Kürt politikasına pürüz çıkarmayı sürdüreceklerdi. “Derin devlet” güçlerinin hizaya çekilmesi, aynı zamanda AKP-Cemaat koalisyonunun iktidarlaşma sürecine de uygundu. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde verilen e-muhtıra, geleneksel devlet güçleriyle AKP-Cemaat koalisyonunu arasındaki kavgayı yeni bir aşamaya sıçrattı. Dinsel gerici koalisyon bir taşla birkaç kuş vurma hesabıyla atağa geçti. Ergenekon soruşturması ile hem ABD’nin politikaları gözetiliyor hem AKP-Cemaat koalisyonunun iktidarlaşmasının önündeki büyük bir engel ortadan kaldırılıyor hem de sermaye devletinin o güne kadar işlediği tüm kirli suçlar geleneksel tetikçilerin sırtına yüklenerek devletin aklanmasının yolu açılıyordu.
Soruşturma çerçevesinde önceki yıllardan çok daha kapsamlı ve zengin içerikte arşiv hazırlandı. “Derin devlet” iddiaları somut bir terör örgütü şeklinde sunuldu. Ancak ‘60’lardan günümüze kadar uzanan suikastlar, 1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi vs. gibi toplu katliamlar, Kürt halkına yönelik kirli iç savaş yöntemleri, daha yakın zamanda gerçekleştirilen Suruç, Ankara gibi katliamların devlet ile bağları hiçbir şekilde bu soruşturma kapsamına dahil edilmedi. Toplumda “devletin bağırsakları temizleniyor” algısı yaratıldı ve bazı kesimlerde kontrgerilla yapılanmasının temizleneceği beklentisi oluşturuldu.
Bu süreci “Oslo görüşmeleri”, “açılımlar”, “barış”, “çözüm” gibi manevralar eşliğinde yürüten AKP iktidarı, gücüne güç kattı. Kürt halkını aldatma ve oyalama amacıyla gündemde tutulan “çözüm süreci”, bölge ve ülkedeki gelişmeler üzerine rafa kaldırıldı. AKP-Erdoğan iktidarı 2012 başlarında Fethullahçı çete ile sorunlar yaşamaya başladı ve Haziran Direnişi sonrasında iş birliği tümüyle sona erdi. Gülen cemaati ile kavganın 2016’da darbe girişimine varması, günümüze kadar uzanan faşist cendere, seçimler atmosferinden çıkılamaması gibi hızlı değişen Türkiye gündemleri arasında “Ergenekon terör örgütü”ne ihtiyaç kalmadı. Artık AKP-Erdoğan zorbalığının elinde “FETÖ-Paralel Devlet Yapılanması” gerekçesi var. Toplumsal muhalefet tarafından dikkatle takip edilen, devlet bağlantılı katliamlar-suçlarla bağlantılı yargılama süreçlerinin çoğu son üç yıldır “FETÖ”ye yıkılıp aklanmaya çalışılıyor. Aynı şekilde kamusal alanda “FETÖ” bahanesi öne sürülerek ilerici güçler tasfiye ediliyor.
Sermaye devletinin kontrgerilla yapılanmasından hiçbir şey eksilmedi. Yöntemler aynı, senaryolar ve aktörler döneme göre değiştiriliyor. Kürt halkına, devrimcilere, direnişe geçen işçilere, ilerici kamu emekçilerine yönelik saldırılar tüm şiddetiyle devam ediyor. Medyadaki sansür ve baskılar nedeniyle Kürt kentlerinde yaşananlar toplumdan gizlenmeye çalışılsa da orada baskının had safhada olduğu bilinen bir gerçeklik.
“Derin devlet, paralel devlet, kontrgerilla” vb. isimlerle anılan örgütlenme sermaye devletinin omurgasıdır ve esasta geçmişten günümüze sınıf mücadelesine, ilerici-devrimci-yurtsever güçlere karşı kullanılmaktadır. Bu kirli yapısıyla sermaye iktidarını tarihe gömecek olan da sınıf ve emekçi kitlelerin devrimci mücadelesi olacaktır.