Kapitalist sistemin bekası için siyasal rejimin gerektiğinde faşizan bir karaktere büründüğünü, hem Türkiye’den hem de diğer ülkelerde yaşanan tecrübelerden biliyoruz. İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler ve İspanya’da Franko dönemleri bu gerçeğin en bilinenleri. Bu dönemlerde faşist diktatörlükler sadece devletin şiddet aygıtları ile yetinmemiş, açık-gizli paramiliter güçleri ve kontrgerilla tarzı yapılanmaları da etkin bir şekilde kullanmıştır.
Türkiye’de de sermaye devletinin “sivil” faşist çeteleri ve kontrgerilla yöntemleri gerek sosyal mücadeleler, gerekse Kürt hareketi karşısında sık sık kullandığı biliniyor. Gelinen süreçte ise AKP iktidarı bu konuda çok daha pervasız adımlar atmış bulunuyor.
Erdoğan AKP’si tarafından son açıklanan KHK ile “15 Temmuz ve devamı” niteliğindeki olaylar karşısında inisiyatif gösterecek “sivil” unsurlara yasal dokunulmazlık getirildi. Böylece olası bir toplumsal hareketlilik karşısına çıkarılacak olan gerici-faşist kontra güçler hem cesaretlendirildi hem de önü açıldı.
*
Yakın zaman içerisinde reislerine bağlılıklarını göstermek için ellerinde silahlarla sosyal medyada poz verenler, referandumda ‘Hayır’ diyenlerin eşlerinin kendilerine helal olduğunu söyleyenler, barış bildirisini imzalayan akademisyenleri “kan banyosu yaptırmakla” tehdit eden Sedat Peker gibi kontra-mafya şefleri dokunulmazlık zırhı ile korunma altına alındı.
AKP iktidarının dinci-faşist güruhları sokağa salma konusunda pervasızlığı biliniyor. Hatırlanırsa Kobanê eylemlerinde gerici çeteler insan avına çıkmıştı. Başarısız darbe girişiminde bir kez daha sahneye çıkan cihatçı çeteler “demokrasi kahramanı” ilan edilmişlerdi. Yakın tarihimizin sayfalarını geriye doğru çevirecek olursak karşımıza sermaye devletinin oldukça kabarık linç sicili çıkacaktır. Tutsak ailelerinin, devrimci öğrencilerin, Kürt halkının ve ilerici toplumsal muhalefetin eylemlerine yönelik saldırılarda linçe uğrayan insan sayısı oldukça fazladır.
Devlet adına konuşanların kontrgerillayı sahiplenmesi ise olağan bir davranış halini almıştır. “Bin operasyon” ile ilgili konuşacak olmasını duvardan çekilecek tuğlaya benzeten Ağar’dan, Çatlı gibi kontrgerilla tetikçileri için “kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyen Çiller’e kadar konuya dair söz söyleyenlerin hepsi aynı kanlı hamuru yoğuran ve bu hamurda yoğrulanlardır.
Bugün koruma zırhı ile donatılmak istenenler, dün devlet tarafından kendilerine verilen kibritle 2 Temmuz’da Madımak’ı tutuşturanlardır. 12 Eylül öncesi Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Malatya’da Alevi evlerine önce çarpı işareti atıp ardından insanları, hamile kadınları karnındaki çocuklarıyla birlikte öldürenlerdir. Sokak ortasında aydınları, devrimcileri, okulunda öğrencileri, fabrikasında grevci işçileri öldürenler, kahvehaneleri tarayanlar aynı karanlık şebekelerdir. Kuşkusuz bu katiller o zaman da devlet koruması altındaydılar. Demirel’in meşhur “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” sözü bu gerçeğin itirafıdır.
Şimdilerde din sarığı altında hareket eden güruhlar o günlerde de kanlı mesailerine devam ediyorlardı. Denizler Amerikan emperyalizminin 6. Filo’sunu denize dökerken, onlar 6. Filo önünde secdeye duruyor, ellerindeki kalın sopalar ve silahlarla devrimcilere saldırıyorlardı. Faşistlerin eğitim gördüğü komando kamplarında, CIA karargâhlarında eğitimlerini tamamlamış olanlar kendileri gibi tetikçi yetiştirmek için işkence ve infazların derslerini veriyordu. Sömürüsüz, daha güzel bir dünya, bağımsız bir ülke isteyenlere karşı dinci-faşist çeteler aynı safta, karşı devrim kampında buluşmuştu. İsimleri kimi zaman “Ülkü Ocakları” kimi zaman “Milli Türk Talebe Birliği” idi! “Vatan” adına, “din” adına yapamayacakları şey yoktu; Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin vahşice öldürülmesi gibi…
*
Bahsedilen bu kontrgerilla tetikçileri, tarihimizin karanlık zaman tünelinde gizlenmiştir. Görev sıraları geldiğinde inlerinden çıkmış ve kan dökmüşlerdir. İşte şimdi son KHK ile sırtı sıvazlanan, çeşitli kamplarda eğitime tutulduklarından bahsedilen bu dinci faşist çeteler yeni bir görev için hazırlanmaktadır.
Bu yeni kontra örgütlenmenin ilk yapı taşları Haziran Direnişi döneminde, “esnaf duyarlılığı” adı altında döşenmişti. Osmanlı Ocakları ve SADAT gibi çeteler bu dönemde daha da ön plana çıktı, palazlandı. 15 Temmuz sonrası dernekleşen Halk Özel Harekât adlı çete de bir başka linç şebekesidir. İşte şimdi bu girişim daha da detaylandırılarak emre hazır hale getirilmektedir. Tıpkı şu günlerde İran’da son yaşananlar nedeniyle yeniden gündeme gelen Besiç milisleri gibi…
Yaşanabilecek bir toplumsal eylemin, hatta bir işçi grevinin bastırılması için bu paramiliter güçler devreye sokulacaktır. Ancak bu tetikçiler sadece önceden seçilmiş, askeri eğitim almış kişilerden de oluşmayacaktır. Son KHK ile kitlesel linç güruhu yaratılmaya çalışılmaktadır. Maraş Katliamı’nda olduğu gibi aynı mahallede yaşayanların komşularının katili olması istenmektedir. Bugün Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlenmesi önümüzdeki sürecin ipuçlarını vermektedir.
Sonuç olarak yeni bir kontra yapılanmaya tanık olmaktayız. Karanlık suç şebekelerini etkisizleştirmek, yeni provokasyonların ve katliamların önüne geçmek ise, işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik, kitlesel ve militan mücadeleleri ile mümkün olabilir.