Sermaye düzeninin 2002’den sonraki göreceli istikrarı, Erdoğan’ın kontrolündeki düzen güçleri tarafından sağlanıyordu. Çeşitli dayanaklara yaslanılarak sağlanan bu başarı uzun bir süre devam etti. Gülen çetesiyle beraber yürünen bu yolda koalisyon ortaklarına ne istedilerse verildi. Ta ki çıkar gruplarından biri pastadan daha büyük pay istemeye başlayana kadar... Ortaklık bozulunca dünün “saygıdeğer”, “hizmet gönüllüsü” “hoca efendisi” birden “paralel devlet” oldu. Sonrası 15 Temmuz ve gerisi malum…
15 Temmuz’u da fırsata çevirmesini bilen Erdoğan için yine sıkıntılı günler başladı. Gerici-faşist blok son yerel seçimlerde büyük illeri kaybetti, hem de İstanbul seçimleri yenilenmesine rağmen. Yaşanan güç kaybı sermaye düzeni için başka alternatiflerin ortaya çıkmasına da yol açtı. Eskimiş AKP’den yeni AKP’ler çıkmaya başladı.
Daha sayılamayan birçok etken Erdoğan’ın taktiklerini belirleyen oldukça geniş siyaset akademisyeni topluluğuna işlevsiz yeni yol haritaları çizdirmektedir. Ancak artık söylenecek yeni bir şey de kalmadığı, her şey zaman içinde tüketildiği için, Erdoğan’ın bu çok maaşlı danışmanları tek çareyi Erdoğan’ın karşısına yine Erdoğan’ı çıkarmakta buldular. Böylece başka bir düzen muhalefetine olan ihtiyacı ortadan kaldırabileceklerini düşünüyor olmalılar.
Erdoğan’ın “İstanbul’a ihanet ettik” sözü hatırlanacaktır. Öte taraftan Erdoğan’ın saltanatını sarsmadığı, prestijini olumsuz yönde etkilemediği kimi öne çıkan toplumsal sorunların bizzat Erdoğan tarafından “çözüm”e kavuşturulduğunu görmekteyiz. Termik santrallere filtre takılmasını erteleyen tasarıyı geri çevirmesi, Simit Sarayı’nın Ziraat Bankası’na peşkeşi ile ilgili “adaletsizlik” söylemleri ve son olarak da asgari ücretle ilgili “Bir jest yaparız” açıklamaları gibi... Yüksek fiyatlı mülklerden vergi alınacak olması da yine Erdoğan’ın gündemine böyle girebilir. Bu taktik manevraların gerisinde seçim hesapları olduğu açıktır.
Erdoğan’ın bu düşünce sistematiği ve bu konularla ilgili yaptığı açıklamalar sermaye düzenini ele vermektedir. Açlık sınırının altındaki asgari ücretin insanca yaşama yetecek seviyeye getirilmesi, vergi kesintisine son verilmesi gibi talepleri olan milyonlarca asgari ücretlinin karşısına “bir jest yaparız” diye çıkılıyor olması zaten sorunun bir hak meselesi olarak görülmediğini göstermektedir. Erdoğan, gün geçtikçe yoksullaşan tebaasına sadaka müjdeleyen bir padişahın lütufkârlığıyla konuşmaktadır. “Ayak takımı” olarak görülenlerin insanca çalışma ve yaşama isteklerinin karşılanması, temel hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesi vb. istemler ayakların baş olması riskini doğuracağından, bu jestlerin de bir sınırı vardır.
Mevzu Erdoğan olunca zikzaklı konuşmaların, öncekilerin aksi yönünde açıklamaların haddi hesabı yoktur. Emperyalist yıkım merkezleri ile birlikte saf tutup, mazlum halkların kanının dökülmesine ortak olanların savaşların acılarından bahsetmesi gibi… Ya da dünyayı yoksullar için cehenneme çeviren kapitalist-emperyalist sistemin bir parçasında, hükümranlığını sürdürdüğü ülkede yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan düzenin başı olmakla övünüp, “dünya beşten büyüktür” demesi gibi…
Sermaye sınıfından ve onun devletinden, partilerinden, kurumlarından bağımsız düşünebilen, yaşananlara işçi sınıfının devrimci penceresinden bakabilen, dünyayı buna göre yorumlayabilen aklı başında hiç kimse, Erdoğan da dahil olmak üzere düzen siyasetçilerinden bir tutarlılık beklemez. Erdoğan ve benzerlerinin ikiyüzlülükleri, pişkinlikleri ve yalanlarıyla sarhoş olanlar yığınların elbette tutarlılık gibi arayışı yoktur. Dolayısıyla onlar bu yalan bağımlılığından kurtulmadıkları sürece sefalet koşullarında yaşayıp ağır faturalar ödemeye ve hep kaybetmeye devam edeceklerdir.