TÜİK Ağustos 2019 raporunda işsizlik oranı %14 olarak açıklanmıştı. DİSK-AR’ın 15 Kasım 2019’da yayınladığı İşsizlik ve İstihdam Raporu’nda ise dar tanımlı işsizlik %14,2, geniş tanımlı işsizlik %20,6 olarak belirtildi. Ekonomik krizin bahane edilmesi ile işten atılanların da sayısı hayli yüksek. Özellikle genç işsizliğinde zirve yaşanıyor. İş bulamama durumunun uzaması, borçların birikmesi, haciz baskıları toplumda ciddi sorunlara yol açıyor. Toplu intiharlar, kendini yakma eylemleri gibi sonuçlar ortaya çıkıyor.
Erdoğan ve AKP’si işsizlik oranlarına dair yanıltıcı açıklamalarda bulunarak, sorunun üstünü örtmeye çalışıyorlar. “İşsizlik sorunu yok, iş beğenmiyorlar” söylemi, emekçilerin belli bir kesiminin dahi savunabildiği görüş haline gelmiş durumda. “İş çok, beğenmeyene yok” bakışı dışında, Erdoğan’ın yeni argümanı, “işgücüne katılım oranının artmış olması” şeklinde. Güya sorun istihdam edilme oranında değil, işgücüne katılan insanların artmış olması. Eğitim düzeyinin yükselmesi de iş arayanların sayısını, dolayısıyla işsizlik rakamını nispeten fazla gösteriyor diyorlar. Kurulan bu düz mantığın önceki senelerin resmi verileri ile karşılaştırınca nasıl bir aldatmaca olduğu görülecektir.
Örneğin, işgücüne katılım oranının en yüksek olduğu 1989 yılında işsizlik oranı %8,55 olarak raporlanmış. Elbette yıllar geçtikçe nüfusun artması ile işgücüne katılım da arttı, ancak işsizlik oranlarının sayı hesapları üzerinden bir manipülasyona konu ediliyor olmasıdır sorun. “İşsizlik niye artıyor? Çünkü iş beğenmiyorlar, işgücüne katılım arttı, Suriyeliler yüzünden…” gibi açıklamalar yaparak bu sorunun gerçek nedenini sorgulamayı çarpıtıyorlar. Öte yandan EYT’lilerin taleplerini ısrarla kabul etmeyen Erdoğan, EYT’lilerin yeniden iş arayıp işsizliği artıracaklarını ifade ederek, bu durumu da saptırıyor. Bu açıklamalar ile sınıf içerisinde kutuplaşma yaratılıyor.
İşçi ve emekçilerin işsizlik konusunda saflaşmayı bahsi geçen söylemler üzerinden değil, sınıfsal bir bakış açısıyla ele almaları gerekir. İşsizlik, kapitalizmin yapısal bir sorunudur. Ayrıca teknik geliştikçe birçok meslek kaybolmakta, aynı işin yapılabilmesi için gerekli işgücü azalmaktadır. Çalışma haftası ile saatlerinin düşmesi ve planlı üretim mümkünken, kapitalistler kârları uğruna sömürü mekanizmalarını her türlü yol ile işletiyorlar. İşsizlik, sermayedarların ağır çalışma koşullarını dayatmalarına yarayan bir araç olarak kullanılıyor. Bu yüzden kapitalizmin temsilcilerinden kalıcı bir çözüm beklemek yersizdir.
Bugünün Türkiye’si de kapitalizmin temel işleyiş yasalarından olan işsizlik ve krizi bir arada ve yoğunlaşmış haliyle yaşamaktadır. Krizin de etkisiyle işsizlik oranları rekor kırıyor. EYT’lilere ödenecek emeklilik maaşları bile çok görülüyor. Şirketleri kurtarmak amacıyla işçi ve emekçilerin kemerleri sıkılıyor, başta işsizlik fonu olmak üzere tüm kamusal kaynaklar yağmalanıyor.
İşçi ve emekçilerin sorunun esas kaynağına yönelmeleri tek çıkış yoludur. Dünyanın farklı coğrafyalarında kitlelerin sokak muhalefetini yükseltmiş olmaları da özünde neo-liberal politikalar sonucu yaygınlaşan sefaletin yaratmış olduğu öfkenin sonucudur. Türkiye işçi ve emekçilerinin de ihtiyacı, aynı şekilde mücadele etmekten geri durmamaktır.