Muğla Milas’a bağlı İkizköy’de bulunan Akbelen Ormanı’nda Limak ve IC Holding’in ağaçları katletmesine karşı başlayan direniş ikinci haftasını geride bıraktı.
Direniş süresi boyunca önce kesilecek ağaçların “ömrünü tamamladığı” söylendi, sonra kesim yapılan alanın “küçük” bir bölge olduğu ifade edildi. Devamında ise enerji üretiminin sürmesi için kesimin “zorunlu” olduğu, şirketin “milyonlarca fidan diktiği” vb. demagojik açıklamalar ve YK Enerji çalışanları adına gazetelerde açıklamalar yayınlandı… Akbelen Ormanı’ndaki talan devam etti, buna karşı başlatılan direniş de.
Son olarak Erdoğan “Çevreci kılığına girmiş marjinaller” diyerek Akbelen’de direnenleri hedef gösterdi. Saray rejiminin şefi Akbelen’de Limak Holding’in talanına sahip çıktı ve Güney Ege’de kullanılan elektriğin neredeyse üçte ikisinin bu santrallerle üretildiğini iddia etti. Erdoğan, kömürle üretimin arttırılmasının savunusunu yaparken bunun “tüm dünyada geçerli yöntem” olduğunu söyledi. Oysa son yıllarda pek çok ülkede kömürle üretimin bırakılmasına dönük “çalışmalar” var. Erdoğan’ın asılsız iddialarının yanı sıra, Meclis’te Akbelen için verilen tüm önergeler AKP-MHP oyları ile reddedildi, sosyal medyada trol orduları “terör örgütleri destekliyor” vb. söylemlerle direnişi karalamaya başladı.
Öte yandan, Akbelen’deki direniş seçim öncesinde “Aman sokağa çıkmayın!”, “AKP kaos yaratmak için sokaklara çıkılmasını bekliyor!”, “Sandıkla bunları göndereceğiz!” diyerek tüm tepkileri sandığa endeksleyenlere de yanıt oldu. Direniş, iktidarın saldırılarına karşı gerçek ve kalıcı yanıtın sokakta verilebileceğini gösterdi. Geçtiğimiz hafta Akbelen’e “desteğe” giden CHP ve diğer burjuva muhalefet partilerine yönelik tepkiler ise bunun somut göstergesi oldu.
Geçtiğimiz dönemlerde Cerattepe’de “Hukuk yoksa kütük var!” diyen Artvinliler, doğa kıyımına karşı “Devlet kimdir?” diye haykıran Havva ana, siyasal hak ve özgürlüklerin gaspı karşısında direnişin sembolü olmuştu. Akbelen’de süren direniş de bu yanıyla en basit bir hak arama mücadelesi için bile direnmenin şart olduğunu göstermektedir. Kazdağları’ndan İkizdere’ye, Cerattepe’den Cudi’ye, Muğla Yatağan’dan Milas’a, Dikmece’den Akbelen ormanına… Sermaye doymak bilmez bir açlıkla emekçilerin yaşamlarını talan ediyor, haklarını ve özgürlüklerini gasp ediyor.
Seçim sonrası saldırganlıkta sınır tanımayan AKP-MHP rejimi, direnme potansiyeli taşıyan tüm kesimlere dönük zorbalığını arttırdı. İçinden geçmekte olduğumuz süreçte tırmandırılan polis terörü, gözaltı-tutuklama furyası vb., muhalif kesimlerin devlet terörüyle bastırılmaya çalışıldığını açıkça göstermektedir.
Grev yasakları ile OHAL’i savunan, emekçilerin yaşamlarına, topraklarına, haklarına göz diken ve talan eden Saray rejimi emekçilere sömürü cehennemini dayatmaktadır. Buna karşı merkezinde işçi sınıfının yer aldığı birleşik ve kitlesel mücadeleyi büyütmek günün en yakıcı ihtiyacıdır. Topluma dayatılan çok yönlü saldırıları geri püskürtmenin yolu sosyal, siyasal, sınıfsal hak ve özgürlüklere sahip çıkarak fiili-meşru mücadeleyi güçlendirmekten geçmektedir.
Fabrikalarda düşük ücretlere ve ağır çalışma koşullarına karşı eylem yapan işçilerin, hakları için iş bırakan emekçilerin, Akbelen’de orman kıyımına karşı direnenlerin, Galatasaray Meydanı’nda direnen Cumartesi Anneleri’nin mücadelesine sahip çıkmak, güçlendirmek ve birleştirmek bugün talan düzenine verilebilecek en güçlü yanıt olacaktır.