Rosa Luxemburg, genç yaşlardan itibaren haklı mücadelesi için durmadan savaşan, tüm zorlu koşullarda dahi inancını yitirmeyen, proleter devrimi kendine yol edinmiş kadın bir devrimcidir. Lenin, Rosa’yı “O bir kartaldı ve hep öyle kalacak” sözleri ile tariflemişti.
Rosa Luxemburg, 5 Mart 1870’de Polonya’da Line ve Alias çiftinin beş çocuğunun en küçüğü olarak dünyaya geldi. 3 yaşındayken ekonomik zorluklar nedeniyle ailesi Varşova’ya taşınmak zorunda kaldı. Bacağındaki rahatsızlık nedeniyle bir yıl hastanede kalan Rosa, annesinin desteğiyle okumayı yazmayı öğrendi ve on yaşına kadar evde öğrenim gördü. Yahudi kimliğinden kaynaklı ilk ayrımcılığını Rus Kız Ortaokulu’nda yaşadı. Zorlu geçen ortaokul yıllarından sonra, Avrupa’da kadın öğrencilere kapısını açan tek üniversite olan Zürih Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne yazıldı. Daha genç yaşlarında sosyalizmle tanışan Rosa Luxemburg dönemin solcu grupları içinde yer aldı ve sadece 18 yaşındayken içinde bulunduğu gruplar ve politik görüşü yüzünden İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. İsviçre’de öğrenimini tamamladıktan sonra kendisine göre mücadelenin kalbi olan Berlin’e geldi. Alman vatandaşlığına geçebilmek için burada sahte bir evlilik yaptı. Burada ilk olarak Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) ileri gelen marksistleri ile yakın ilişkiler geliştirip, partinin aktif bir üyesi oldu. Rosa’ya göre sosyalizm engin bir yenilenme ve zenginleşme kaynağıydı. Rosa Luxemburg, Marx’ın “varolan her şeyi insafsızca eleştirme” yöntemini benimseyip sosyalizm düşüncesi içinde tartışılmayacak hiçbir konunun olmadığını ileri sürdü. Sosyalizm mücadelesinde Rosa Luxemburg eleştiriyi silaha dönüştürebilen, teorik yenilenmelerin tüm risklerini kimliğinde taşıyan ve bunu salt bir teorisyen olarak değil, aynı zamanda eylemci olarak da gerçekleştiren bir devrimciydi.
***
Alman kapitalizmi, 1873 durgunluğunu aşmasıyla birlikte geniş bir coğrafyaya yönelik politikalar geliştirmeye ve adımlar atmaya başladı. Bu yönde işçi sınıfı içinde özellikle vasıflı iş gücüne farklı ücret politikaları uygulandı. Tekeller bu yöntemle vasıflı işçileri işçi sınıfından kopararak ayrıcalıklı işçiler yaratıp, işçi sınıfının birleşik gücünü parçalamak istiyorlardı. İşçi sınıfı içerisinde oluşan bu aristokrat kesim, SPD’nin parlamenter çizgisiyle bütünleşti. Siyasal arenada reformcu eğilim giderek güçlenmeye başlar. Bu eğilimin en önde gelen sözcüsü Bernstein’di. Bernstein “evrimci sosyalizm” diye de tanımlanan temel görüşlerinde, kapitalist toplumun gelişiminin sınıflar arası çelişkiyi yumuşatacağını, kapitalizmi ehlileştireceğini ve sendikal mücadeleyle kapitalist sömürünün ortadan kalkacağını ileri sürmekeydi. Rosa Luxemburg, Bernstein tezlerine karşı çıkıp, parti yönetiminden bu revizyonist görüşlere tavır almasını istedi. Rosa Luxemburg 1899’da yayımlanan ‘Sosyal Reform mu Devrim mi?’ adlı çalışmasıyla Bernstein’ın revizyonist görüşlerine yönelik eleştirilerini dile getirdi. Böylece SPD içinde reformizm ile devrimci çizgi arasında en sert biçimde devam edecek mücadele net olarak taraflarını bulmaktaydı. Rosa Luxemburg bu çalışmasında, kapitalizmin çelişkileri, devrimci mücadele içinde sendikaların rolü, parlamentarizm, karma hükümetler, devrimci şiddet, açlık ve devrim gibi konuları inceleyerek işçi sınıfının kurtuluşunun sosyal reformlarla değil, sosyal devrimle mümkün olacağını savundu. Birçok konuda artık SPD ile ayrılıklara düşüyor ve SPD yönetimini, eylemini örgütsel yapı için bir tehlike olarak görüyordu. Yine son yıllarda burjuva parlamentarist eğilim belirginleşmiş olmasına karşın, SPD’nin işçi sınıfı içinde etkili olmasından dolayı Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, SPD’den ayrılmayı işçi sınıfından uzaklaşmak olarak görüyor, kopmayı bir türlü göze alamıyorlardı. Ancak SPD’nin, emperyalist savaşı Alman burjuvazisi cephesinden desteklemesinden sonra ayrılmak onlar için zorunluluk haline geldi.
Rosa ve Karl, 5 Ağustos 1914’te SPD içerisinde Enternasyonal grubunu kurdular, sonradan bu grup “Spartakistler Birliği” adını aldı. Spartakistler ise işçi hareketinin tarihinde ihtilalin ve enternasyonalizmin parlak temsilcileri olarak yer aldılar. Bir çok kitlesel eylem gerçekleştirdiler. Bütün bunlar yaşanırken aynı zamanda dünya savaşı patlak vermişti. Spartakistler 1916, 1 Mayıs kutlamalarına olağanüstü önem verirken Luxembug fabrikalarda ve Postdam Meydanı’nda toplanan 10 bin savaş karşıtı göstericiye dağıtılan broşürleri yazmıştı. Mitingin gerçekleştirildiği alanda Luxemburg dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklanmış ve dört yıl bir ay hapis cezasına çaptırılmıştı. Bir yıl içinde dört cezaevi görmüştü, en son Wronki Cezaevi’ne nakledildi. Cezaevinde zorlu dönemler geçirdi. O’nu en çok zorlayan tecritti ve tecridi sadece kalemiyle kırabilirdi. Dostlarını harekete geçirmek, onlara hayat aşılamak için kalemini içerde geçirdiği sürece, daha bir inatla, daha bir kararlılıkla, daha bir sabırla ve daha büyük cesaretle kullandı. O uzun taş duvarlar onu pratikten alıkoysa da, yazdığı makaleler ve eleştiri yazılarıyla varlığını her zaman hissettiriyordu. 6 Kasım’da siyasi mahkumlara af ilan edildi. 8 Kasım’da takvimine mavi mürekkeple büyük çarpı atıp “Gece 10’da” diye yazmıştı. Cezaevinden hemen ayrıldı ve geceyi ertesi gün yapacakları gösteriyi hazırlayan demiryolu işçileri sendikasının bürolarında geçirdi. Berlin’e, devrim ülkeyi silip süpürmesinden dört, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden bir gün sonra geldi. Luxemburg’u hemen Berliner Lokalanzeiger’in yazı bürosuna götürdüler. Önceki gecede bir grup işçi, imparatorun gözdesi olan bu sağcı gazeteyi işgal etmiş ve proletarya tarafından kamulaştırıldığını bildirmişlerdi. Daha sonra Spartakis Birliği’nin ve ardından Alman Komünist Partisi’nin yayın organı olacak olan Die Rote Fahne’nin (Kızıl Bayrak) ilk sayısını çıkarmış oldular. Matbaacılar gazeteyi basmayı reddetmişlerdi. İlk iki sayısı çıktıktan sonra başka bir matbaa aranmaya başlandı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Küçük Dergi adlı bir dergi bulundu ve Kızıl Bayrak’ın üçüncü sayısı yayınlandı. Spartakistler için süreç kızgınlaşmış ve daralmıştı, Spartakist ayaklanma kendiliğindendi; lidersiz, plansız, örgütsüzdü. Spartakistler’in yakasına yapışmak için sabırsızlanan Gönüllü Birlikler, işçileri vahşi bir şekilde dövüp bedenlerine tanınmayacak şekilde parçaladılar. 1918 Aralıkı’ndaki Spartakist ayaklanma bastırılıp, sosyal demokrat hükümet kazanmıştı. Bütün ısrarlara rağmen Rosa, Berlin’i terketmedi. Spartakist kıyım başlamıştı.
Rosa ve Karl bir müddet Berlin’in merkezindeki Eden Oteli’nde saklanırlar ama yerleri tespit edilir. Onları tutuklamak için askerler otele gelirler. Kimlik tespiti yapmak için Rosa’yı yüzbaşının yanına götürürler. Kimlik tespitinde de dik başlılığını koruyarak her zamanki gibi, yüzbaşının sorularına sivri cevaplar verir. Rosa Luxemburg cezaevine götürülmek için askerlerle arabaya giderken oradan bir asker aradan sıyrılarak dipçikle Rosa’nın kafasına birkaç kez vurur, ağzından ve burnundan kan gelen Luxemburg yerden kaldırılır. Baygın bir şekilde iki askerin arasına arka koltuğa konulur, araba yüz metre ilerledikten sonra bir silah sesi gelir; Rosa, arkadaşı Sonia’ya hapishanede yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Her şeye rağmen görev başında bir sokak çatışmasında ya da dar ağacında can vermek isterim”. Rosa’nın da istediği gibi mücadelesi uğruna katledilip ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Bu çürümüş düzen birçok devrimciyi katletse bile onların düşüncelerini, inançlarını, devrim mücadelesini asla yok edemeyecektir. Rosa Luxemburg’un dediği gibi: “‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, gür sesi ile şunu haykıracaktır: ‘Vardım, Varım, Varolacağım!’”