Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu- 5

Halihazırdaki program ezen ulus burjuvazisiyle/devletiyle uzlaşma ve bütünleşme istek ve umuduna dayalıdır. Bunun boşa çıktığı, buna ilişkin umutların kırıldığı bir durumda (ki halen olayların seyri belirgin biçimde bu doğrultudadır) haliyle yeni bir yönelim ve buna uygun düşen yeni bir program gündeme gelecektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 10 Aralık 2024
  • 08:45

Burada beşinci bölümünü sunduğumuz "Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu" başlıklı beş bölümlük metin, 2005 yılında yapılmış çok daha kapsamlı bir inceleme ve eleştirinin alt bir başlığını oluşturmaktadır. Son gelişmelerin devrimci bir bakış açısıyla anlaşılmasına önemli bir katkı sağlayacağı inancıyla metni bölümler halinde okura yeniden sunuyoruz.

“Demokrasinin sınırlarını genişletme” programı 

(Devam…)

Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu bağlamında sözü yeni PKK programına getirmiş olsak da, gerçekte bu programı gereğinden fazla önemsememiz gerekmiyor. Buna başlıca iki neden gösterebiliriz. İlkin PKK şahsında son dört-beş senede iki program eskitmiş bir hareketle yüz yüzeyiz. Bu durumda bu üçüncüsünün ona ne kadar dayanacağı sorusu kendiliğinden beliriyor ve haliyle halihazırdaki programı ciddiye almayı da zora sokuyor. Öte yandan Türkiye solundan çok iyi bildiğimiz o yaygın geleneğe benzer biçimde (siyasal mücadelede temel kılavuz olması gereken parti programının gerçekte tümüyle işlevsiz bir süs olarak kenarda kalması), PKK de siyasal mücadelesini programı ışığında ele alan bir hareket değil ve üstelik bu başından beri böyle. PKK ulusal bir hareket olarak Kürt sorunu eksenli kimliğini çıkışından bugüne elbette korumuş, fakat bunun ötesinde sorunun çözümüne ilişkin programatik ilkelerine ve belirlemelerine esasa ilişkin bir bağlılık göstermemiştir.

Buna rağmen yeni PKK programına bir anlam atfedilecekse eğer, bu yalnızca yeniliği ölçüsünde bu programın onun bugünkü bilincinin ve politik konumunun bir göstergesi olarak ele alınması sınırları içinde olmalıdır. Fakat bu bilinç ve konumda her an yeni bir değişiklik ve dolayısıyla buna uygun yeni bir program ihtimali de gözardı edilmeksizin. Halihazırdaki program ezen ulus burjuvazisiyle/devletiyle uzlaşma ve bütünleşme istek ve umuduna dayalıdır. Bunun boşa çıktığı, buna ilişkin umutların kırıldığı bir durumda (ki halen olayların seyri belirgin biçimde bu doğrultudadır) haliyle yeni bir yönelim ve buna uygun düşen yeni bir program gündeme gelecektir. Devrimci konumunu yitirmiş ve dolayısıyla az çok istikrarlı ve tutarlı bir stratejik doğrultudan kopmuş her hareket gibi PKK’nin de olayların dalgalanması içinde ikide bir siyasal yönünü ve programını değiştirmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Bu duruma düşmüş hareketlerin konum ve davranışlarını belirleyen sağlam ilkeler değil, fakat tümüyle olayların akışına eşlik eden ilkeden yoksun bir pragmatizmdir. 

Yine de tüm bu değişimler ve zikzaklar içinde değişmeyen temel önemde bir olgu var. PKK Kürt sorununu devrimci bir demokrasi dinamiği olarak ele alan, böylece çözümü Türk ve Kürt emekçilerinin sınıfsal çıkarlarıyla ve birleşik mücadelesiyle ilişkilendiren bakış açısından ilelebet kopmuş bulunmaktadır. Yaşadığı köklü ideolojik-politik dönüşümlerin ardından PKK için artık Türk devleti/burjuvazisiyle uzlaşıp barışarak sorunu çözmenin alternatifi, dar burjuva milliyetçiliğine dayalı bir kutuplaşma ve bunun kaçınılmaz olarak gündeme getireceği emperyalist müdahaleler olabilir ancak. Sorun bugünden bu niyet ve hesabın içinde olunup olunmadığı değildir kuşkusuz. Fakat bugünkü konum nesnel ve mantıksal olarak geriye başka bir alternatif bırakmamaktadır. Bizzat Abdullah Öcalan’ın kendisi bir çözümsüzlük durumunun bundan başka bir alternatif bırakmayacağını döne döne yineleyip durmaktadır. “Kürtlerin bundan sonra stratejik rollerini başta ABD, İsrail olmak üzere her devlet ve güçle değerlendirebilecekleri gözden uzak tutulmamalıdır” (Bir Halkı Savunmak, s.324) derken o, Güney Kürtleri tarafından zaten halen uygulamada kullanılan nesnel potansiyel bir olanağı dile getirmiş olmanın ötesinde, bir çözümsüzlük durumunun alternatifini de somut olarak formüle etmiş olmaktadır. 

 İmralı sonrası değişim ve dönüşümün en tehlikeli ve tahrip edici yönü de buradadır. Türk devleti/burjuvazisiyle barışıp bütünleşme çizgisinin halihazırdaki Kürt hareketi için ilerici-devrimci bir alternatifi yazık ki artık yoktur. Bugünkü çizgiye dolgu malzemesi olan ve bu gündelik sürüklenişi de politika yapmak sanan kuyrukçu solun bir türlü kavrayamadığı da budur.

***

Bir önceki bölümde belli yönleriyle irdelediğimiz PKK programının somut içeriği üzerinden konuya devam edelim. 

Bir programdan çok Abdullah Öcalan’ın son kitabındaki yeni görüşlerinin açıklamalı bir özeti olan 67 kitap sayfası tutarındaki yeni PKK programının yalnızca 7 sayfalık son iki bölümünün program sunuluşuna uygun bir düzenleme içinde olduğunu belirtmiş bulunuyoruz. Bu bölümlerden ilki “Demokratik Dönüşümün Özellikleri” başlığı taşıyor, buna ilişkin açıklamalardan oluşuyor ve daha çok da bir sonraki bölüme geniş bir sunuş oluşturuyor. Demokratik Dönüşümün Görevleri” başlıklı son bölüm ise “Bizi demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü topluma ulaştıracak olan demokratik dönüşümün başlıca görevleri şunlardır” alt ibaresi taşıyor ve kendi içinde yedi alt bölüm olarak düzenlenmiş bulunuyor. 

Bu yedi alt bölümden üçü “devrim” başlığı taşısa da (“Demokratik Devrimin Geliştirilmesi için”, “Kadın Özgürlük Devrimi için”, “Toplumsal Ekolojik Devrim için”) gerçekte bütünlüğü içinde bu tipik bir siyasal-sosyal reformlar programıdır. Siyasal yönden “demokrasinin sınırlarını genişletme” amacına, sosyal yönden ise son yerel seçimler vesilesiyle Türkiye’nin reformist solu üzerinden tanıma olanağı bulduğumuz “belediye sosyalizmi” anlayışına dayalı bir program. 

Yeni PKK programı siyasal yönden “demokrasinin sınırlarını genişletme” programı olmak zorundaydı; zira Abdullah Öcalan’nın “yeni sistemi”nde, demokrasi sorunu artık tüm devrimci anlamını yitirmiş, siyasal tavizlere dayalı reformlar yoluyla mevcut sınıf iktidarı sistemini kendi temelleri üzerinde demokratikleştirmek sorununa indirgenmiştir. Bu ise bildiğimiz şekliyle, demokrasinin sınırlarını genişletme çizgisi anlamına gelmektedir. Sosyal yönden “belediye sosyalizmi” olmanın ötesine geçemezdi bu program; zira yine Abdullah Öcalan’nın “yeni sistemi”nde, mevcut sınıf iktidarıyla birlikte sınıf ve mülkiyet ilişkileri de tartışma dışı tutuluyor, onlara hiçbir biçimde dokunulmuyor; bu durumda geriye, belediyelerin sınırlı yerel olanaklarıyla yapılacaklarından ibaret bir sosyal önlemler demeti kalıyor.

Bunlara daha yakından da bakabiliriz.

“Kürt Sorununun Demokratik Çözümü”ne ayrılmış birinci alt bölümün 2. maddesi şöyle (1. madde “demokratik konfederalizm” üzerinedir): “2- Kürdistan üzerinde egemen olan devletlerin köklü bir reformla demokrasiye duyarlı hale getirilmesi. Devlet üzerindeki askeri etkinin sınırlandırılması, her türlü vesayetin kaldırılması. Genel kamu otoritesi olacak şekilde devletin küçültülmesi (Buna Kürt Federe devletleşmesi de dahildir).” (PKK Yeniden İnşa Kongre Belgeleri, s.239)

Mevcut devlet yapısını esas alan fakat onu “köklü bir reform”dan geçirmeyi hedef olarak saptayan bu madde neo-liberallerin aynı konudaki görüşlerinin bir benzeri, sorunun muhtevası bakımından değilse bile mantığı yönünden bir tekrarıdır. Abdullah Öcalan bunu “devletin ideolojik olmaktan çık(arl)ıp teknik bir servis aracı haline getirilmesi” olarak formüle ederken neo-libaral mantığı çok daha açık biçimde ortaya koymuş oluyor (Bir Halkı Savunmak, s.301). Bu ele alışta, tıpkı neo-liberallerde olduğu gibi, devletin sınıf niteliği, onun bir sınıf egemenliği aracı olduğu gerçeğinin üstü örtülüyor. Anti-demokratik yapısı giderilir ve halihazırdaki hantallığından kurtarılırsa eğer, mevcut devlet içte kamu güvenliğini ve dışta ulusal savunmayı (PKK programı atlamış olsa da Abdullah Öcalan bunu her seferinde önemle ekliyor) sağlayan bir “teknik aygıt” haline gelecektir. Bu kapsamdaki bir “devlet reformu”nu yıllar öncesinden formüle eden neo-liberaller bunu “İkinci Cumhuriyet” programı olarak sunmuşlardı. Abdullah Öcalan aynı programı Kürt sorunu ekseni üzerinden “demokratik cumhuriyet” programı haline getirdi. Öngörülen devlet reformunun siyasal kapsamı Kürt sorunu üzerinden farklılık gösterse de, devletin özüne yaklaşım burada aynıdır ve her iki program da cumhuriyet olup da demokrasi olamayan mevcut devletin demokratikleştirilmesi ortak hedefine dayalıdır.

 Aynı alt bölümün 4. ve 5. maddeleri sözkonusu devlet reformunu bu kez Kürt sorunuyla bağlantı içinde ifade etmektedirler: 

“4-Kürt kimliğinin anayasal kabulü. Devletin Kürtleri ulusal-kültürel varlık ve siyasal hak sahibi olarak tanınması.” 

“5- Devletin zor kullanmadığı koşullarda demokrasi ve devletin ilkeli uzlaşmasından yana olunması. Pratik uygulama olarak, Kürdistan’da halkın kendi öz demokratik yönetimi artı genel kamu otoritesi olarak (Türkiye, İran, Irak, Suriye, Kürt) devlet formülünün esas alınması.”

Abdullah Öcalan’ın yeni görüşlerinin PKK’de yarattığı kafa karışıklığının dikkate değer bir örneği olarak bu iki maddeyi bilerek bir arada verdik. “Kürt kimliğinin anayasal kabulü”, İmralı sonrası PKK çizgisinin ifade uygunsa Kürt sorununa ilişkin azami programıdır. Bu tanıma sağlandığı takdirde “devletin demokrasiye duyarlı” hale getirilmesi başarılmış olacak, “1 devlet +1 demokrasi” formülü pratik bir anlam kazanacak ve bu, “Kürdistan’da halkın kendi öz demokratik yönetimi artı genel kamu otoritesi olarak (...) devlet formülü”nde ifadesini bulacaktır. İlk bakışta ‘70’li yılların “Türkiye’ye demokrasi, Kürdistan’a otonomi” formülünü andırsa da anlatılmak istenin bu olmadığını biliyoruz. Zira devlet örgütlenmesinin özerk bir ulusal alt öğesi olarak otonomi, ilkin Abdullah Öcalan’ın ilkesel önemde saydığı “devlete bulaşmama” görüşüne ve ikinci olarak da mevcut üniter yapının korunmasına ilişkin tutumuna aykırı düşüyor. 

“Kürdistan’da halkın kendi öz demokratik yönetimi”ni 1. maddedeki “Kürt halkının komünden halk kongresine kadar her kademede örgütlenen Demokratik Konfederalizm” kapsamında anlamaya çalışsak bile, yine de buradaki kargaşa giderilmiş olmuyor. Zira bu kez de “Devletin Kürtleri ulusal-kültürel varlık ve siyasal hak sahibi olarak tanıması” formülü karışıklık yaratıyor. Söylenenler “devletin Kürtleri ulusal-kültürel varlık” olarak tanıması sınırları içinde kalsaydı, bu alt kimliğe dayalı kültürel haklar olarak anlaşılabilirdi. Fakat bir ulusal varlığı aynı zamanda “siyasal hak sahibi” olarak tanımak, sorunu tümüyle devletin yapılanması alanına çekmek demektir. Zira ulusal sorunda siyasal alan kamu yaşamı ve devlet ilişkileri alanıdır ki, tek ulus egemenliğine dayalı mevcut üniter yapının tasfiyesi tartışılmadan bu alanda herhangi bir adım atmak olanağı olamaz. Abdullah Öcalan’ın “üst kimlik olarak Türkiye ulusu kavramı” da bu karışıklığı gideremez. Zira ilkin böyle bir ortak üst kimlik iyi niyete dayalı öznel temennilerle yapay olarak değil ancak tarihsel bir süreç içinde ve doğal bir biçimde oluşabilir. İkinci olarak bu, yine de bu üst kimlik altında iki ulus gerçeğini ortadan kaldırmaz ve böyle olunca da devletin ulusal yapısı gibi netameli bir sorunda bizi bir santim olsun ileri götürmez. 

Tüm bunlar, İmralı’dan beri ve hele de Abdullah Öcalan’ın devlet ve demokrasiye ilişkin son teorileri çerçevesinde, ulusal bir hareket olarak PKK’nin artık kendi varlık nedeni olan Kürt sorununun çözüm çerçevesi konusunda bile ne istediğini bilemez duruma düştüğünü gösteriyor. Programatik formüllerdeki açık karışıklık ve belirsizlik bunun ifadesidir. Bu karışıklığın gerisinde biraz da “demokratik konfederalizm” üzerine belirsiz söylemlerin arkasına saklanarak kendi gerçek hedefleri konusunda açık konuşmaktan kaçınma tutumu var kuşkusuz. Fakat bir siyasal parti kendi amaç ve hedefleri konusunda açıkça konuşamaz, bunlara programında açıkça yer veremez hale gelmişse eğer, bu da bir başka zaafiyet ifadesi sayılmalıdır. PKK Türkiye’de demokrasi sorununu Kürt sorununa indirgemiş, onu ise bu türden belirsizliklere mahkûm etmiştir.

Fakat belki de biz gereğinden fazla iyi niyetli davranıyor ve “Kürdistan’da halkın kendi öz demokratik yönetimi” formülasyonuna olduğundan fazla bir siyasal anlam yüklemeye çalışıyoruz. Aynı bölümün 15. maddesinde “Özgür belediyecilik temelinde yerel yönetimlerin halkın demokratik yönetiminin esas bir alanı haline getirilmesi”nden sözediliyor. Belediye eksenli “öz demokratik yönetim” PKK programının sosyal ve ekonomik alana ilişkin görüşleriyle de daha çok uyuşuyor. Her halükarda şu kadarına kesin gözüyle bakabiliriz; halihazırda devlet Kürt kimliğinin kültürel tanınması temelinde ve bir genel afla PKK’yi kendi legalitesi içine alabilse, buna karşılık PKK, siyasal alana ilişkin istemleri bir yana bırakarak, “Kürdistan’da halkın kendi öz demokratik yönetimi” adına çeşitli türden kitle örgütlenmeleriyle destekli bir “özgür belediyecilik”le yetinmeye hazırdır. 

Burjuvazi adına ülkeyi yönetenler beklenmedik düzey ve kapsamdaki teslimiyetin aşırı rehavetiyle sorunu küçümseyip sonuçta bunu yapmamış olsalar bile İmralı sonrası dönemde pekala bu kadarı yapılabilir, fakat bu hiçbir biçimde ne “cumhuriyetin demokratikleşmesi” ve ne de Kürt sorununun çözümü anlamına gelirdi. Bu sadece son 40 yıllık birikimin ürünü Kürt hareketinin düzene başarılı bir operasyonla eklemlenmesi anlamına gelirdi. En aşırı türden bir burjuva gericiliğinin ruh, yapı ve biçim verdiği mevcut bürokratik militarist devlet aygıtı tasfiye edilmeksizin Türkiye’de demokrasi kurulamaz ve tepeden tırnağa ezen ulus ideolojisi, kültürü ve politikasıyla yoğrulmuş mevcut “üniter devlet” yapısı tasfiye edilmedikçe Türkiye’de Kürt sorunu çözülemez. Salt kendi siyasal sınırları içinde ele alındığında bile bu iki zorunluluk yine de sonuçta devrime çıkar.

“Kürt Sorununun Demokratik Çözümü”ne ayrılmış bölümün “Ortaçağ kalıntısı ağalık, şeyhlik, aşiretçilik, tarikatçılık gibi olguların uygun yöntemlerle demokratik dönüşüme uğratılması”ndan söz eden 8. maddesini daha önceden görmüş bulunuyoruz. Köylülük ağırlıklı bir coğrafya olan Kürdistan’a ilişkin bir programda, 20 yıldır süren mücadelenin yükünü önemli ölçüde omuzlayan ve acısını yaşayan Kürt köylülüğünün özgürleşmesini ve demokratik uluslaşma sorununu ilgilendiren Ortaçağ kalıntılarına ilişkin söylenenler böyle ve bundan ibaret. “Ekonominin Sosyalizasyonu” başlıklı alt bölümde kooperatifleşme üzerinden ve tüm emekçiler kapsamında yapılan atıf sayılmazsa eğer, tüm PKK programında köylülük diye bir sorun yok zaten. Sınıf ve mülkiyet ilişkilerini dokunulmaz sayan yeni teorik temelden ayrı düşünemeyiz bu tutumu. Teoride sınıfsal sorun dışlanınca, programda da haliyle herhangi bir yansıması olamamaktadır. Fakat “Ortaçağ kalıntısı ağalık, şeyhlik, aşiretçilik, tarikatçılık gibi olgular”ın köklü bir tasfiyesi yaşanmadıkça, bundan ayrı düşünülemeyecek olan köylülüğün özgürleşmesi gerçekleştirilmedikçe ve kapsamlı bir toprak reformuyla birleştirilmedikçe, “Kürdistan’da halkın kendi öz demokratik yönetimi” iddiası yeni türden bir burjuva aldatmacası olmaktan öteye gidemeyecektir.

“Kürt Sorununun Demokratik Çözümü”ne ayrılmış bölümde elbette bir dizi başka madde var. Fakat bunlardan dikkate değer olanları burada andıklarımızdan ibaret. Geriye kalanlar ya “Otoriter, oligarşik ve teokratik yönetimlere karşı olunması” (3. madde), “Siyasetin demokratikleştirilmesi” (6. madde), “Yönetim tarzında demokratik işleyişin esas alınması” (7. madde) türünden kendi başına bir program için fazlaca bir anlam ifade etmeyen hükümlerden ya da “Kürdistan’daki köy koruculuğu ve özel tim gibi özel savaş aygıtlarının dağıtılması” (9. madde), düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanması (10. madde), “Kürdistan’da yaşayan azınlıkların demokratik örgütlenme ve katılım çabalarının desteklenmesi” gibi en sıradan bir demokratik reform programında bulunması gereken hükümlerden oluşuyor.

***

“Demokratik Dönüşümün Görevleri”ne ayrılmış ikinci alt bölüm başlığı üzerinden daha iddialı bir görünüm sunuyor: “Demokratik Devrimin Geliştirilmesi için”. Fakat yazık ki burada değil demokratik devrim gibi genel bir iddiayı destekleyecek, kendi başına alındığında “devrim” kapsamında sayılabilecek bir tek hükme rastlamak bile olanaklı değil. İlgili bölümü ekte tüm maddeleriyle vermek yoluna giderek bunu okura daha dolaysız biçimde göstermekten başka bu bölüm üzerine söylenebilecek pek bir şey yok burada. Belki 3. madde hakkında bir çift söz söylenebilir.

 “Dinin reformdan geçirilerek çağdaş bilim ve felsefe ile uyumlu hale getirilmesi”nden sözeden bu madde, yeni ideolojisiyle PKK’nin din konusunda sıradan bir burjuva demokratik tutumun bile gerisine düştüğünü gösteriyor. Dinin bilimle temelden çeliştiğini kabul etmek ve bu ikisinin hiçbir biçimde birbiriyle bağdaştırılıp uyumlu hale getirilemeyeceğini savunmak için marksist, hatta materyalist bile olmak gerekmez. Samimiyetle dinsel inanca sahip bir kimse bile din ile bilimin tümüyle iki ayrı alan olduğunu, dinsel inanç ile çağdaş bilimin bağdaştırılamayacağı kabul edebilir. “Dinin reformdan geçirilerek çağdaş bilim ve felsefe ile uyumlu hale” getirilebileceği iddiası açıkça gerici bir burjuva düşüncesidir. Ortaçağ kalıntısı kurumlar karşısında açık ve kesin bir tutum takınamayan yeni PKK programı, bu tutarsızlığını aynı şekilde din konusunda da sergilemektedir.

Yeni PKK programına bu kadar girmişken “Kadın Özgürlük Devrimi”“Toplumsal Ekolojik Devrim” ve “Ekonominin Sosyalizasyonu”na ayrılmış bölümler üzerinde de kısaca durmamız gerekecek... (Demokrasi Mücadelesi ve Kürt Sorunubaşlıklı yazı dizisi, burada sözü edilen konular ele alınmadan sona ermiştir…-Red.)

(Kızıl Bayrak, Sayı: 2005/43, 29 Ekim 2005)

Yeni PKK Programı’ndan...

“Demokratik Devrimin Geliştirilmesi İçin”

1- Toplum ve bireyin devlet ve birey sömürüsüne, çapulculuğuna ve hırsızlığına karşı savunulması.

2- Toplumun ekonomi ile terbiye edilmesine karşı çıkılması. Ekonomik kaynaklar üzerinde devletin değil, toplumun hakkının sağlanması.

3- Dinin reformdan geçirilerek çağdaş bilim ve felsefe ile uyumlu hale getirilmesi.

4- Sivil toplum örgütlülüğünün toplumun her kesiminde yaygınlaştırılması temelinde toplumsal özgürlüğün ve katılımcılığın geliştirilmesi.

5- Sendikalar ve dernekler gibi demokratik kitle örgütlerinin geliştirilmesi.

6- Herkese çalışma ve yaşam güvencesi olacak bir sosyal sigorta sisteminin geliştirilmesi için mücadele edilmesi.

7- Çocukların, engellilerin ve yaşlıların haklarını koruyan, sorunlarını çözen ve onlara hizmeti öngören düzenlemelerin yapılması.

8- Kamusal bir görev olan sağlık hizmetinin devlet ve sivil toplum tarafından herkese ulaştırılmasının sağlanması.

9- Gençliğin ruhsal, beyinsel ve fiziki gelişimi için gereken eğitsel ve sosyal çalışmaların yürütülmesi, toplumsal ve siyasal yaşama aktif katılımının sağlanması.

10- Tüm dillerin özgürlüğünün ve eşitliğinin sağlanması, Kürt dili önündeki tüm engellerin kaldırılması.

11- Kürtçe yayıncılığın gelişmesinin önündeki engellerin kaldırılması.

12- Kürt tarihini araştırmak, kültür ve sanat çalışmalarını geliştirmek için örgütlü bir faaliyetin yürütülmesi.

13- Özgür toplum, ahlaklı toplumdur ilkesinden hareketle yeni toplumsal ahlakın geliştirilmesi.

14- Savaş nedeniyle yerini terk etmiş olan halkın geri dönüşü için gereken imkân ve desteğin sağlanması.

15- Demokratik bir hukuk sisteminin geliştirilmesi.

(PKK Yeniden İnşa Kongre Belgeleri

Çetin Yayınları, s.240-241)