Çöküşe varan ekonomik kriz, peş peşe yapılan zamlar, yükselen enflasyon işçi ve emekçilerin yoksulluğunu günden güne derinleştiriyor. Okulların açılması durumun vahametini daha belirgin hale getirdi ve yoksulluğun acısını en çok çocukların çektiğini yeniden hatırlattı. Eğitim masrafları eylül ayı harcamalarını katlarken, fiyatı en çok artan ihtiyaçların başında ise “gıda ürünleri” geliyor.
Tam da bugünlerde Sağlık Bakanlığı, okul çağı çocuklarında sağlıklı ve dengeli beslenmenin, büyüme ve gelişimin yanında okul başarısı, algılama, dikkat ve bilişsel yeteneklerin artmasında da etkili olduğunu anlatan bir rapor yayınladı. Bakanlık, “süt, yumurta, mevsim meyveleri, kuruyemiş, et, balık gibi gıdaları çocukların sıklıkla tüketmeleri gerektiğini” tavsiye etti. Raporda yetersiz beslenme durumunda çocukların hastalıklara karşı dirençsiz olacağı, algılama, dikkat yeteneklerinde gerileme yaşanabileceği ve okul başarılarının düşebileceğine dikkat çekildi.
Bu açıklamayı yapan Saray’ın Sağlık Bakanlığı zenginlere sunum yaptığını sanıyor olmalı. Söylenenler doğru olduğu gibi her çocuğun sağlıklı/dengeli beslenme hakkı da var. Oysa araştırmalar, çocukların sağlıklı beslenmek bir yana; okula aç gittiğini, öğün atladığını, beslenme çantalarının boş olduğunu ortaya koyuyor. Açlık sınırının 6890 TL olduğu Saray rejiminde asgari ücret 5500 TL olunca başka türlü olması da mümkün değil. Tabii Sağlık Bakanlığı bu tür “ayrıntılarla” ilgilenmiyor.
Açlık, kansızlık, zayıflık!
Eğitim emekçilerinin yaptığı araştırmalara göre her 4 çocuktan 1’i okula aç gidiyor. Özellikle bu yıl artan enflasyon ve zamlar nedeniyle çocukların açlığının artacağı yine aynı araştırmalarda belirtiliyor.
Hekimlerin çalışmasına göre ise lise öğrencilerinin yüzde 13,2’si beslenme eksikliği nedeniyle olması gereken kilonun altında. Bu oran ilkokulda yüzde 14,9’a, ortaokulda ise yüzde 19,8’e yükseliyor. Çocuklarda kansızlık görülme sıklığı ise ilkokula gidenlerde yüzde 87, ortaokula gidenlerde yüzde 74,2, liseye gidenlerde ise yüzde 64,2. Buna göre eğitim kurumlarına giden milyonlarca öğrencinin yarıdan fazlası ciddi bir geçim sıkıntısı çekiyor.
Derin Yoksulluk Ağı’nın hazırladığı “Türkiye’de çocuk yoksulluğu” raporuna göre ailelerin yüzde 74’ü bebek maması ve bezi almakta zorlanırken, yüzde 21’i hiç alamıyor. Aileler 0-3 yaş çocuklarını hazır çorba, şekerli su, pirinç lapası gibi besin değeri bu yaş grubu için yeterli olmayan besinlerle beslemek zorunda kalıyor. Hanelerin yüzde 38,7’sinde neredeyse her gün öğün atlanıyor. Görüşülen ailelerin yüzde 39’u temiz içme suyuna erişemediğini söylüyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre ailesinin yanında temel ihtiyaçları karşılanamayan çocuk sayısı 150 bine ulaştı.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’nın Dünya Yoksulluk Haritası’na göre, Türkiye’de 84,3 milyon nüfusun 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor ve her ay on binlerce kişi bu listeye ekleniyor.
Yukarıdaki veriler milyonlarca ailenin sağlıklı besine ulaşamadığını çarpıcı biçimde gösteriyor. Resmin öteki yüzünde ise saraylarında sefahat sürmeye devam edenler var. İşçi ve emekçilerin içine itildiği bu yoksulluk girdabının sorumlusu kapitalistler ve onlar için çalışan AKP-MHP rejimidir. Milyonların bilincini “kutsal aile” zırvalarıyla bulandırmaya, ekonomik krizin emekçiler üzerindeki yıkıcı etkisini ‘dincilik/milliyetçilik şalı’ ile örtmeye çalışanlar, tam bir utanmazlıkla “aile” içinde yaşanan sefalete sırtlarını dönüp saraylarında sefahat süremeye devam ediyorlar.
Kalıcı çözüm için…
Mafyatik AKP-MHP rejiminin politikalarından dolayı son bir yılda gıda maddeleri fiyatlarında 4 kata varan artış yaşandı. Saray’ın aparatı TÜİK’in verilerine göre bile gıda enflasyonu %90’ı aştı. Bu vahim tabloya rağmen Saray rejimi aynı telden çalmaya devam ediyor.
Düzen partileri seçimlerin de yaklaşmasının etkisiyle çocuklara okullarda bir öğün ücretsiz yemek ve içme suyu verilmesi için birtakım adımlar atıyor. Demokratik kitle örgütleri soruna ilişkin taleplerini dile getiriyor. Çözüm olarak “Bakanlık, belediyeler bu imkânı sağlasın” diyenler var. “Okul aile birlikleri üstlensin, imkânı olan aileler daha fazla beslenme koysun” önerileri de yapılıyor. Elbette okulda bir öğün yemek MEB’ın sağlayamayacağı bir talep değil. Ödenekten teknik altyapıya kadar devlet kurumlarının elinde yeterli olanaklar olduğu biliniyor. Kaynakların emekçiler için doğru ve planlı kullanımı ile sorun rahatlıkla çözülebilir. Talepler anlamlı olsa da yaşadığımız düzende çocukların sağlıklı beslenme ve büyüme hakkının elinden alınması hiç de ekonomik bir planlamayla çözülebilecek bir sorun değil.
Sağlıklı beslenme ve büyüme yalnızca karın doyurmak değil. Yanı sıra nitelikli sağlık hizmetlerinden faydalanabilmek, barınmaya uygun konutlarda yaşamak, çocukları şiddetin her türlüsünden koruyabilmek, çocukların zihinsel ve fiziksel gelişimini destekleyecek süreçlerden faydalanabilmelerini sağlamak vb. gibi pek çok yanı var. Kısacası sağlıklı beslenme mücadelesi de insanca yaşam mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” bir dünya için, geç kalmadan mücadeleyi ilmek ilmek örmenin zamanıdır. Aksi takdirde düzen partilerinin “anlamlı” vaatleriyle oyalanmak ve sorunun devam etmesini kahırla izlemekten kurtulmak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla çözümü de ancak işçi ve emekçilerin çocuklarını sağlıklı beslenme ve büyüme hakkından yoksun bırakan bu kokuşmuş sisteme karşı örgütlü mücadelenin yükseltilmesiyle sağlanabilir.