Özel sektör öğretmeni Mehlika ile iş yaşamı ve yaşadığı sorunlar üzerine konuştuk…
- Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
İsmin Mehlika. Lisansımı Kırıkkale’de tarih üzerine, yüksek lisansımı Ankara’da eğitim bilimleri üzerine yaptım. İki yıl kadar tapu arşiv uzmanlığı deneyimim oldu. Dokuz yıldır özel kurumlarda Tarih ve Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak çalışıyorum.
“Hep kaygıyla yaşamak…”
- Bir özel sektör öğretmeni olarak iş yaşamındaki sorunlardan bahsedebilir misiniz?
Tabii ki... Öncelikle özel sektör öğretmeni olmak demek sürekli kısa vadeli plan yapmak demek. Her sene anlaşma yapabilecek miyim, kurumumda devam edebilecek miyim kaygısıyla yaşamak demek. İşe ilk başladığımda ‘tecrübesiz olduğum için sorunlar yaşıyorum, deneyimim artarsa daha iyi şartlarda çalışabilirim’ zannediyordum. Sonrasında fark ettim ki ben deneyimimi arttırdıkça şartlarım iyileşmedi, aksine beklentiler ve iş yüküm daha da arttı. Hatta sendikaya üye olmadan önce işyerindeki sıkıntıyı görmeyip sürekli koşullarımın iyileşmesi için kendimi yargılama, düzeltme psikolojisiyle hareket ediyordum ama sendikaya dahil olunca sorunun benden kaynaklanmadığını, bu durumun birçok öğretmene uygulanan bir baskıdan kaynaklandığını gördüm.
En önemli sorun, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda bizi tanımlayan bir ibare yok. Haklar ve ücretler söz konusu olduğunda vasıfsız işçi statüsünde değerlendiriliyoruz (süreli olduğunu göz önüne alırsak mevsimlik işçi de diyebiliriz), ama adli, cezai bir durum olduğunda kamu öğretmeni gibi cezalandırılıyoruz. Bu dengesizlik yanılmıyorsam 2007’deki kanunun kaldırılmasıyla oldu. Mesleğe başladığım dönemde bir “staj kaldırma” uygulaması vardı. O yıl sadece yol parası karşılığında, stajımı tamamlayabilmek için bir yıl çalışmak zorunda kalmıştım. Şimdi öyle bir uygulama yok.
Bir diğer önemli sorun, sektörde görünmeyen ama dibine kadar hissettiğiniz hiyerarşi. Zaten devlet sizi kamu ve özel sektör öğretmeni olarak ayırmış durumda. Özel sektörün kendi içinde de deneyimli öğretmen-deneyimsiz öğretmen, YKS-LGS öğretmeni gibi ayırımlar var. Hatta branşınıza göre… Bu durum ne kadar ciddiye alınacağınızı da belirliyor. Sonra, kendi branşımızın dışındaki branşlara da girmek durumunda kalabiliyoruz. Ben tarih öğretmeniyim aslında ama sosyal bilgiler ve din kültürü branşlarına da girdiğim oldu. İdare açısından ne kadar fazla derse giriyorsan, o kadar iyi. Tek maaşla 2 öğretmenlik iş… Bunun dışında, kurumun ulaşımı kolay, merkezi bir yerde diye başvuruya gidiyorsun fakat işe başlayınca farklı farklı ilçelerde görevlendirebiliyorlar. Bu durum öğretmenin enerjisinin ve konsantrasyonunun dağılmasına sebep oluyor. Başka ilçelere çalışmaya gönderdiklerinde yol ücreti vb. masrafları da karşılamıyorlar. Kurumlar, herhangi bir sorun veya memnuniyetsizlik durumunda çoğunlukla topu öğretmene atıyorlar. İlk gözden çıkarılan öğretmen oluyor.
Bütün kurumlarda talimatlar, ders programı vs. whatsapp gruplarından veriliyor. İdareciler direkt muhatap olmuyor öğretmenlerle. Bu da varsa bir sorun öğretmenin yalnız bırakılması ve farklı aktarılabilmesi anlamına geliyor. Muhbir öğrenci meselesi başlıca bir sorun. Yeni başladığım bir kurumda, ilk ders günümde rehberlik hocası gelip sınıftan bir öğrenciyi alıp idareye götürmüştü. “Öğretmen iyi mi, güzel ders anlatıyor mu?” diye. Sonuçta ben o çocukla yeni tanışmışım, beni tanımıyor, ders anlatış tarzımı vb. bilmiyor. Doğal olarak herhangi bir formasyon bilgisi de yok, beni nasıl değerlendirebilir ki? Tipimi, kıyafetimi vb. bile beğenmemiş olabilir, hoşlanmamış olabilir. Biz bir kurumla anlaşınca direkt çalışmaya başlamıyoruz. Mülakat oluyor ardından deneme amaçlı ders anlatılıyor. Ama “muhbir öğrenci” diye tabir ettiğimiz uygulama bu aşamalardan da sonra uygulanıyor. Sonuçta bu uygulama bir taraftan öğretmene gözdağı verme amacı taşırken diğer taraftan da öğretmenin otokontrollü davranmasına neden oluyor. Kurumlarda eğitimle alakası olmayan insanlar sırf “ortak “olduğu için söz sahibi olabiliyor ve öğrencilerle muhatap olup “öğretmenlerle ilgili bir sorun yaşarsanız gelip beni bulun” diyebiliyor. Bu ise eğitimin tamamen bir şirket mantığı ile yönetildiğini kanıtlıyor. Rehberlik biriminin işlevi ne o zaman? Çalışma saatleri açısından da kamudaki öğretmenlere göre neredeyse iki kat çalışıyoruz. 50 saatten fazlaya varan dersler olabiliyor. Pandemi sürecinde suiistimaller daha da arttı. Online dersler sözleşmelerimize yansıtılmadı, “hoca nasılsa evde, yol-yemek parası vermiyor” mantığı ile. Sigortaların yatırılması veya başlatılmasıyla ilgili ciddi sıkıntılar oldu.
Bazı kurumlarda sürekli bir öğretmen sirkülasyonu var. Deneme süreleri düşünüldüğünde 2 buçuk 3 ayda bir öğretmen değiştirip, sigorta yatırmadan seneyi tamamlıyorlar. Kadro sürekli değişiyor. Sözleşme yaparken öğretmene senet imzalatan kurumlar var. Kendi isteğiyle ayrılan öğretmen, yüklü bir tazminat ödemek zorunda ama işten çıkarılırsa hiçbir itiraz hakkı yok.
- Biliyorsunuz iş yaşamında kadın işçilere yönelik taciz, şiddet, mobbing vakaları son dönemde daha da artmış durumda. Siz bir kadın çalışan olarak bu konuya dair yaşadığınız sorunlar nelerdir, bahsedebilir misiniz?
Kişinin karakterine göre değişebilir ama erkek öğretmenlerin otorite kurmada daha avantajlı olduğunu düşünüyorum. Tabii ki toplumun genel algısının erkek egemen şekilde biçimlendiğini göz önüne alırsak, bu durumun nedenini anlayabiliyorsunuz. Medeni haliniz de şartlarınızı bayağı etkiliyor. Bekâr bir öğretmen için “ihtiyacı fazla yoktur” düşüncesiyle daha az maaş teklif etme veya geciktirme mantığı güdülebiliyor. Evli olunca “hafta içi/hafta sonu” izin günlerinde sorun çıkabiliyor. İki durumda da önemli olan, “senden ne kadar faydalanabiliriz ne kadar kâr elde edebiliriz?”
Bir diğer önemli konu da fiziksel özellikleriniz ve giyim kuşamınız. Staj yaptığım kurumda, ki bayağı eski, köklü bir kurumdur sadece CV’lerdeki fotoğraflara bakarak güzel/yakışıklı stajyer seçtiklerine şahit olmuştum. O dönem tek derdim belgeyi almak olduğu için bir şey de diyememiştim tabii.
“Güvenceli çalışma istiyoruz”
- Özel sektör öğretmenlerinin yaşadığı hak gasplarına ve güvencesizliğe karşı mücadele için bir sendika kuruldu. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası. Siz de bu sendikanın bir üyesisiniz. Yaşadığınız sıkıntılara karşı sendikal örgütlenmeyi tercih ettiniz. Ve tabii ki sizin durumunuzda olan birçok öğretmen. Sendikal örgütlülük hakkında söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Sendikaya daha önce beraber çalıştığım bir arkadaşım vasıtasıyla girdim. Tabii ki yaşadığım sorunlara baktığımda sendikayı bunlara karşı bir örgütlenme aracı olarak görüyorum. Henüz yeni bir sendika ama kısa sürede büyük bir farkındalık ve bilinç oluştu. Birçok şeyi üye arkadaşlarla birlikte gözlemleyip birlikte yol alıyoruz, birlikte öğreniyoruz.
Sendikaya üye olunca, yapılan toplantılarda şimdiye kadar sözleşme imzalarken ne gibi hatalar yaptığımı, emeğimin tam karşılığının ne olduğunu fark ettim. Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’ne göre haftada en fazla 40 saat ders verebilirmişiz mesela. Bundan fazlası ek ders ücreti. Sonra resmi tatillerde derse girmek gibi bir zorunluluğun olmaması vs. Birçok meslektaşımın benzer şeylere maruz kaldığını gördüm. Yalnız olduğunuzda ve “açıkta kalmayayım” kaygısıyla hareket ettiğinizde çoğu şeyi fark etmiyorsunuz bile.
Sendika olarak bence en önemli çalışmamız “Taban maaş kampanyası”. Güvenceli çalışma yine en önemli amaçlarımızdan biri. Çalışan pek çok arkadaşımızın sigortası yok ve sigortasız olduğu için üye olamayan arkadaşlarımız var. Yani hem güvencesiz çalışıyorsunuz hem de buna karşı durmak için bir sendikal örgütlülükte yer alamıyorsunuz. Bu da bir handikap.
Bizler özel sektör öğretmenleri olarak, bir kamu öğretmeniyle eşit haklara sahip olabilmek ve vasıfsız/değersiz muamelesinden, duygusundan kurtulmak istiyoruz. Bunun da yolu, dayanışmadan ve örgütlülükten geçiyor. Birlikte olursak güçlü oluruz; birlikte olursak kazanırız. Her alanda alın terimizin karşılığını bulabilmesi dileğiyle.
Kızıl Bayrak / Ankara