Diyarbakır-Mardin bölgesinde yaşanan yangınlar hem kapitalist sistemin barbarlığını hem dinci-faşist rejimin insana, doğaya ve tüm canlılara düşman olan zihniyetini gözler önüne serdi. 15 kişinin hayatını kaybettiği, pek çok kişinin yaralandığı yangınlarda binlerce hektarlık alanda ağaçlar, tarım arazileri ve doğadaki canlılar da kül oldu. Yangın doğal, ekonomik, sosyal bir felakete dönüşürken, saray rejiminin şefleri “faciayı” seyretmekle yetindiler.
Saray rejiminin suç dosyaları bu konuda da çok kabarık. Geçen yıllarda yaşanan yangınlarda da benzer bir ihmal ve vurdumduymazlık sergileyenler bu defa da pişkin açıklamalar yaptı. Yangın Kürt coğrafyasında yaşanınca, rejimin riyakarlığına bir de ırkçılık ekleniyor. Irkçı-faşistlerin sosyal medyadaki paylaşımları, AKP-MHP iktidarının zihniyetini de yansıtıyor. Resmi açıklamalar gerçeğin, yani işlenen suçun üstünü örtme telaşını yansıtırken, saray rejimi ırkçı kampanyayı “görevli” ya da “gönüllü” trollere havale etmiş görünüyor. Zira “Cumhurbaşkanı’na hakaret” diye uyduruk bir suç icat ederek sosyal medya paylaşımlarından dolayı binlerce kişiyi hapse atanlar, kin ve nefret kusan ırkçı-faşist güruhun paylaşımlarını memnuniyetle izliyor.
***
AKP-MHP rejiminin halkı ölüme terk etme konusundaki pervasızlığı yeni bir olgu değil. Maraş merkezli depremlerde de on binlerce kişiyi enkaz altında ölüme terk eden rejimin kurumları, o günlerde çadır satmakla iştigal ediyorlardı. Saraylarda sefahat sürenler, suçu Allaha havale ederek kendilerini aklamaya çalıştılar. Çıkardıkları “imar afları” ile yıkıma davetiye çıkaranlar, depremin ardından halkı enkaz altında ölüme bıraktı. Bu aynı zevat yıkılmış kentlerin görüntüsünü keyifle izlediler. Zira oradan elde edecekleri rantın hesabını yapıyorlardı. Nitekim bugünlerde “rezerv alan” adı altında depremzedelerin malına/mülküne el koyarak rant çarkını işletiyorlar. Ege ya da Akdeniz sahilleri yandığında halkın üstüne çay paketleri atarak gösteri yapan Erdoğan, ülkenin ormanlarının yansını umursamadığını göstermekle kalmadı, “orman vasfını yitirmiş arazi” diyerek oraları ranta açma imkanı bulduğu için seviniyordu.
Diyarbakır Çınar ile Mardin Mazıdağı bölgeleri arasında çıkan yangını izleyen rejim, önce Kürt köylülerini suçlamaya kalkıştı. Diyarbakır Valiliği ile Sağlık Bakanlığı yangının anız yakılması sonucu başladığı yalanını ortaya attı. Oysa pek çok görgü tanığı yangının kopan elektrik tellerinden çıktığını bölgeye giden heyetlere anlattı. Nitekim sonrasında bu yalanı geri çekmek zorunda kaldılar. Buna karşın halen de gerçeği dile getirmiyorlar. Zira saraya yandaş şirketlerin önde gelenlerinden biri olan DEDAŞ’ı koruma telaşındalar. Suç dosyaları kabarık olan bu şirket, saray rejimi tarafından korunduğu için hesap vermekten yakasını sıyırıyor. Bu defa ise işi o kadar kolay olmayabilir.
***
Yangının bu kadar yayılması ve ölü sayısının fazla olmasından AKP-MHP rejimi sorumludur. Zira yangının başladığı anda harekete geçen DEM Parti milletvekilleri ilgili devlet kurumları ve iktidar nezdinde girişimde bulundular. Ancak tüm çabalarına rağmen yangını söndürme çalışmaları çok geç başlatıldı. Bu ise pek çok kişinin yangını söndürmek için çaba harcaması ve bu sırada feci şekilde hayatını kaybetmesine neden oldu.
Enerji hatlarında hiçbir bakım ve onarım yapmayarak yangına neden olan DEDAŞ, elektrikleri keserek de halka pervasızca eziyet etmektedir. 2020 yılında konuya dair bir rapor hazırlayan HDP, şirketin enerji hatlarına bakım yapmadığını somut verilerle ortaya koymuştu. Buna rağmen saray rejiminin korumasındaki şirket kılını kıpırdatmadı. Ne de olsa kapitalist şirketler için insanın, doğanın, canlıların bir kıymeti harbiyesi yok. İktidar da aynı zihniyette olunca, “yangın felaketleri” de bu kokuşmuş rejimin “olağan kötülükler” listesine ekleniyor.
***
DEDAŞ, AKP’nin uyguladığı vahşi neo liberal politikaların rantından beslenerek semiren şirketlerden biri. Elektrik dağıtımı gibi önemli bir işi özel şirketlere devreden rejim, alanı kar hırsıyla gözünü karartmış, kural tanımaz kapitalist şirketlere terk ederek felaketlerin de önünü açtı. Neo liberal politikalar gereği personel ve teknik donanım bakımından yetersiz bırakılan İtfaiye de yangınları söndürme konusunda acze düşüyor. Tıpkı AFAD’ın depremlerde aciz duruma düşüp insanları ölüme terk etmesi gibi. Yani her tarafından dökülen bir sistem var. Ancak sorun bundan ibaret kalmıyor, halk bu kokuşmanın yol açtığı felaketlerin kurbanı oluyor, her olayda ağır bedeller ödüyor.
Kapitalizm doğası gereği barbar bir sistemdir. Bu sistemin dinci-faşist, bilime düşman, halkı hor gören, ölümü “sıradan” bir olay kategorisine yerleştiren bir zihniyetle birleşmesi ise sorunları daha da derinleştiriyor. 1990’lı yıllarda “kirli savaş” politikasını uygulayan devlet Kürtlerin yaşadığı binlerce köyü yakıp yıkmış, gerillaların içinde saklandığı iddia edilerek ormanlar yakılmıştı. Şimdi ise her şeyin yanıp kül olmasını, canlıların ve doğanın yanmasını izliyor.
Böylesi bir katliamın “sıradan/olağan” bir şeymiş gibi sunulması hem kapitalizmin hem bu sistemin siyasi temsilci olarak iktidara taşıdığı dinci-faşist zihniyetin insan soyu önünde aşılması gereken bir engel olduğunun somut göstergeleridir. Bu kokuşmuş sistemle yarattığı siyasi gericilik yıkılmadan, emekçilerin “felaketlerden” kurtulması da mümkün olmayacaktır. Kurtuluşa giden yolun açılması da ancak halka karşı ağır suçlar işleyen sistemden hesap sorulmaya başlamasıyla mümkün olacaktır.