AKP şefi “sayın Esed’le” görüşmek istiyor!

İflas eden politikalar, sonu gelmez U dönüşleri

Gelinen aşamada saray rejiminin sıkışması, bölgede yaşanan değişimlerin yarattığı basınç, Suriye’ye yönelik saldırgan/işgalci politikanın iflas etmesi, beslenen cihatçı terör örgütlerinin ayaklara dolanan bir prangaya dönüşmesi gibi olgular, AKP şefini Beşar Esad’la “barışmaya” zorluyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 05 Temmuz 2024
  • 08:00

AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın 180 derece dönüşler yapması “sıradan vaka” sayılıyor. Dolayısıyla dün katil dediği kişiye bugün kardeşim demesi işten bile değil. Sefil çıkarlarını ve kokuşmuş saltanatını ayakta tutma hırsı o kadar dizginsiz ki, siyasette ne ilke ne kural ne ahlak ne seviye tanıyor. İçeride tek adama dayalı dinci-dikta rejimini ayakta tutup tahkim etmek, dışarıda saldırgan, yayılmacı/işgalci politikayı devam ettirmek için mubah görmediği şey yok. 

Yaptığı son açıklamalardan birinde “Geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar sayın Esed'le biz bu görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur” ifadelerini kullanan Erdoğan, U dönüşleri konusunda emsallerini fersah fersah geride bıraktığını birkez daha kanıtladı. Yine de Esad’la barışmak, hele de “ailece görüşmeler yaptık, yarın yine olur” diyebilmek, sermayeye hizmet eden her siyasetçinin harcı değil.

Irkçı-Siyonist rejimin başı Binyamin Netanyahu’dan Suudi Veliaht prensi Muhammed bin Selman’a, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi’den Birleşik Arap Emirlikleri Kralı’na kadar pek çok kişiyle ilişkilerinde U dönüşleri yapan Erdoğan, bu dönüşlerin en keskinini yapmak için hazır olduğunu ilan etti. Vurgulamak gerekiyor ki Esad’la barışmak diğerlerinden farklı bir duruma işaret ediyor. Sorun 13 yıl boyunca belli aralıklarla Esad’ı Esed diye anarak sayısız kez diktatör, katil gibi sıfatlarla anması ve her tür hakareti sıralamasından ibaret değil. Suriye’nin yakılıp yıkılmasında oynadığı rol, Esad yönetimini yıkmak için cihatçı teröristleri beslemesi, eğitip-donatması, onları koruma altına alması, bunlar yetmeyince defalarca emperyalist savaş aygıtı NATO’ya, “hadi Suriye’yi bombala artık” diye çağrılar yapmış olması, halen Suriye topraklarının bir kısmında işgalci güç bulundurması gibi ağır suçlar listesi var Erdoğan’ın heybesinde. Dünyada adil yargılama yapan bir mahkeme olsaydı, Suriye halklarına karşı işlenen bu ağır suçların bir numaralı sorumlusu olarak Erdoğan’ı sanık sandalyesine oturturdu. 

Hal böyleyken AKP şefinin Esad’la görüşmek için istekli olması tesadüf değil elbette. O hem Suriye’ye karşı işlediği ve halen işlemeye devam ettiği suçların ne olduğunu hem Esad’la barışmanın ne anlama geldiğini gayet iyi biliyor. Esad’a ve Suriye yönetimine duyduğu kin de yerli yerinde duruyor. Zira Esad yönetimi Erdoğan’ın Emevi camisinde namaz kılma hevesini kursağında bırakmış, İhvancıların Şam’da bayrak dalgalandırma hesaplarını bozmuştur. Yani Erdoğan’ın Esad nefretini besleyen sebepler ortadan kalkmış değil. Buna rağmen görüşmek için hevesli olması, saray rejiminin açmazlarının derinleştiğine işaret ediyor.  

Gelinen aşamada saray rejiminin sıkışması, bölgede yaşanan değişimlerin yarattığı basınç, Suriye’ye yönelik saldırgan/işgalci politikanın iflas etmesi, beslenen cihatçı terör örgütlerinin ayaklara dolanan bir prangaya dönüşmesi gibi olgular, AKP şefini Beşar Esad’la “barışmaya” zorluyor. Buna karşın barışmanın hızlı ve kolay olması beklenmiyor. Zira saldırgan/yayılmacı politikadan vazgeçmesi öyle kolay değil. Yine de saray rejimi ve onun şefi eninde sonunda bu seçeneğe mahkum görünüyor. Aksi durumda iflas eden politikada ısrarın faturası giderek kabaracaktır. 

***

Suriye yönetimi ve lideri Esad elbette Türkiye ile barışmak istiyor. Ancak ne 13 yıldır yapılanları unutabilir ne topraklarının işgal edilmesini tolere edebilir ne cihatçı teröre destek veren, koruma sağlayan bir rejimle barışabilirler. Vladimir Putin’in Erdoğan’la görüşmesi için yaptığı telkin ve baskılara rağmen Esad’ın bu noktalardan geri adım atmaması da bundan kaynaklanıyor. Saray rejiminin Şam yönetiminin haklı ve meşru taleplerini yerine getirmesi elbette kolay değil. Çünkü ne işgalci güçlerini Suriye topraklarından çekmek istiyor ne bir aparat gibi kullandığı “cihatçı çeteler kozunu” kaybetmeyi göze alabiliyor. Öte yandan, cihatçı çeteler de saray rejiminin prangaları haline gelmiş görünüyor. Suriye ile “normalleşme” süreci tartışmaları başlayınca TSK’nin işgal ettiği bölgelerdeki cihatçı çetelerin bir kısmının ayağa kalkması, sürecin sancılı bir şekilde ilerleyeceğinin ilk işaretleri sayılabilir. 

Sorunun çetrefilli olmasına rağmen Suriye-Türkiye görüşmelerinin Irak’ın başkenti Bağdat’ta yakında başlayacağı ifade ediliyor. Görüşmelerin hem İran hem Rusya tarafından desteklenmesi, Astana’da gerçekleştirilecek Putin-Erdoğan görüşmesinde konunun temel gündemi oluşturacak olması sürece verilen öneme işaret ediyor. Göründüğü kadarıyla görüşmeler her halukarda başlayacak. Buna karşın nasıl ilerleyeceği, saray rejiminin yayılmacı, işgalci politikasını, cihatçı teröre kalkan olma tutumunu nasıl ve ne zaman terk edeceğini kestirmek henüz kolay değil. Kürt halkına düşmanlığın yansıması olan PYD’yi ortadan kaldırma histerisine Şam yönetiminin olumlu bakmaması da AKP şefi ile rejimini sıkıştıran etmenlerden biridir.  

*** 

İflas etmiş bir politikada ısrarın sınırı olmak zorunda. Zira en ahmak sermaye siyasetçisi bile sonunda realiteyi gözetmek mecburiyetinde kalır. Nitekim AKP şefi de 13 yıldan beri histerik bir şekilde sürdürdüğü Suriye politikasının iflasını idrak etmiş görünüyor. Yayılmacı hırsının şiddeti de Esad’a duyduğu derin düşmanlık da yerli yerinde durmasına rağmen “normalleşme” görüşmelerine başlaması, iflas eden politikadan çıkış arayışında olduğuna işaret ediyor.  

Erdoğan’ın 2011 öncesine dönmeye hazır olduğunu ilan etmesi, sermaye adına izlenen politikanın ne kadar vahşi, acımasız, ahlaksız, ilkesiz, iğrenç olduğunu kanıtlayan çarpıcı örneklerden biridir. O hırs, o kin o kadar şiddetli ki, bir ülkenin yakılıp yıkılması, yüzbinlerin ölümü, toplumun yarsının yerinden yurdundan edilmesi sanki sıradan bir olaymış gibi sunuluyor. “Denedik olmadı” havasında insanlığa karşı işledikleri ağır suçları utanmadan savunuyorlar. Suriye halkına iyilik yaptıklarını bile söylüyorlar. Kapitalist/emperyalist dünya için bunlar “olağan” şeyler. Belli çıkarlar ve yayılmacı emeller için girişilebilecek kirli/kanlı ama onların zihniyetine göre “gerekli” işler. Sistemin efendilerinin ırkçı-Siyonist İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma destek vermesi aynı mantığın yansımalarından biridir. Bu olgular hem sistemin vahşi, barbar niteliğini gözler önüne seriyor hem insan soyunun bu sistemi yıkmadan rahata kavuşamayacağını gösteriyor.