Açlık ve yoksulluğa karşı mücadele konusunda kılını kıpırdatmayan Türk-İş, Aralık ayı açlık ve yoksulluk sınırına dair rakamlar açıkladı. Türk-İş’in verilerine göre, açlık sınırı yaklaşık 2590, yoksulluk sınırı ise yaklaşık 8437 TL'ye çıkmış. Tabi ki bu rakamlar ışığında açlık ve yoksulluğun daha da toplumsallaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye de 17 milyon açlık sınırının altında, 63 milyon kişi ise yoksulluk sınırının altında kalan gelirlerle yaşam savaşı veriyor. Geniş emekçi kitlelerin sefaleti özellikle son 18 yılda daha da katmerli hale geldi.
AKP sefaleti büyütüyor
AKP iktidarı uzun yıllardır geniş emekçi kitleleri önce muhtaç hale getirip, ardından da sadaka dağıtma stratejisini sürdürüyor. Bu stratejinin temel amacı geniş kitleler içinde şükürcü anlayışı büyütmek, kitlelerin açlık ve yoksulluk çarkına rıza göstermelerini sağlamaktır.
Yalan merkezi olan TÜİK’in rakamları bile yoksulluğu, sefaleti ve açlığı perdeleyemiyor. TÜİK’in “2019 Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları” verilerine göre, ciddi maddi yoksunluk, yani açlıkla karşı karşıya olanların oranı yüzde 26,3’e çıkmış. Yani 22 milyon kişi açlık sınırının altında bir hayatın yükünü omzunda taşıyor.
AKP iktidarının 18 yıllık icraatı döneminde yetersiz beslenme nedeniyle çocuk ölümleri arttı. Açlık sınırı altında yaşayan insan sayısı ayyuka çıktı. Yoksulluk altında yaşam, emekçi kitlelerin ana omurgasının sorunu haline geldi.
Açlık ve yoksulluğun kaynağı kapitalizm, insanlığı felakete sürüklüyor
Yaklaşık yedi milyar insanın yaşadığı dünyada ise her yüz kişiden yirmisi yatağa aç giriyor. Her yüz kişiden yetmiş beşi yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Yani kapitalizm açlık ve yoksulluğu büyüttükçe büyütüyor.
Bir yandan milyarlarca insan açlığın pençesindeyken, öte yandan dünyanın küçük bir azınlığını oluşturan kapitalistler sefahat içinde bir yaşam sürdürüyorlar. Sekiz asalak kan emici kapitalistin geliri dünya nüfusunun yarısına ulaşıyor. Dünyanın yüzde 1’ni oluşturan kapitalistler, dünyanın yüzde 99’nu oluşturan yoksulların gelirleri kadar servete sahipler.
Bu büyümenin arkasında emek hırsızlığı var. Bu büyümenin arkasında iş cinayetleri nedeniyle çalınan hayatlar var. Dünyadaki emperyalistlerin serveti artarken, işçi sınıfının ve emekçilerin payına açlık, yoksulluk ve sefalet düşüyor. Milyarlarca insan aşırı çalışma ve savaş nedeniyle ölümün pençesinde can çekişiyor.
Ekonomik-sosyal yıkımın, açlığın ve sefaletin milyarlarca insanın ortak sorunu olmasının kaynağı kapitalizmdir. Kapitalist üretim tarzı tabiatı gereği sömürü, eşitsizlik, yoksulluk, adaletsizlik ve savaş üretir. Zira kapitalist sistemin tek derdi vardır; kapitalistlerin karlarını maksimize etmek. Bu amacın gerçekleşmesi ise dolaysız olarak düşük ücretler, güvencesiz çalışma ve işsizlik sorunlarını doğurmaktadır.
Kapitalistler eşitsizlik üzerine kurulu düzenlerini her daim tahkim etmekte, milyarlarca insanın açlığı pahasına servetlerini artırmayı varlık nedeni olarak görmektedir. Çünkü kapitalizm insanlığa yabancıdır. İnsanın yaşaması, yeterli beslenmesi için çaba göstermek kapitalizmin doğasına aykırıdır. Kapitalizm ve kapitalistler için her şey paradır. Daha fazla kar ve para için milyarlarca insanın açlığa mahkûm edilmesi bu düzende olağandır.
Öte yandan kapitalistler, yoksulluk ve açlığın nedenlerini emekçilerin tembelliğine, kimi zaman hızlı nüfus artışına ya da iklimsel süreçlere dayandırırlar. Oysa yoksulluk ve açlık insanların tembel olması, hızlı nüfus artışı ya da verimsiz topraklar nedeniyle değil, burjuva sınıf egemenliğine dayalı özel mülkiyet düzeninden kaynaklanmaktadır. Bu düzende bolluk arttıkça, yani daha fazla gıda maddesi üretildikçe açlık çeken insanların sayısı da çoğalmaktadır.
Sosyalizm ise, kapitalist sistemin bu dengesizliğine son verecek olan sistemin adıdır. Çünkü sosyalizm, emek sömürüsüne son verir. Sosyalist sistemde üretim kâr için değil, işçi ve emekçilerin gereksinimleri için planlanır. Sosyalizm, üretim araçlarını bir avuç kapitalist sermaye sahibinin özel mülkiyeti olmaktan çıkarır, tüm toplumun ortak mülkiyeti haline getirir.