Avrupa Birliği’nin (AB) Avrupa Parlamentosu seçimleri, diğer AB ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da haftalardır gündemi belirliyor. AB ülkelerinde partilerin seçim kampanyaları ve konuları kısmen farklılık arz etse de bütün üye ülkelerde Avrupa’nın “güvenliği” ve “geleceği” söylemi seçim propagandasının temel eksenini oluşturdu. AB Düşünce Kuruluşu ‘Jacques Delors Merkezi’nin Müdür yardımcısı Dr. Thu Nguyen kısa süre önce durumu şöyle ifade etmişti: “2019 yılında gerçekleşen AB parlamento seçimleri bir iklim seçimiydi ve iklim sorunları çok önemliydi. Bu kez ise parlamentoda sağa kaymanın sorusu gündemde.”
Yani ne yapmalı? “Barış ve Güvenlik için aşırı sağ partilerin Avrupa Birliği’nde üstünlük kurmasını engellememiz gerekiyor.”
Oysa gerici-faşist partiler zaten yıllardır AB üyesi ülkelerin parlamentolarında büyük bir temsil gücüne sahip ve bazı ülkelerde hükümet ortağıdırlar. Kasım 2023’de Hollanda’da gerçekleşen seçimlerde Geert Wilders’in Özgürlük Partisi birinci olmuştu. İtalya’da ise faşist Giorgia Meloni Ekim 2022’den beri başbakan koltuğunda oturuyor. Almanya’da ilk kez 2014 senesinde %7.1 oyla AB Parlamentosu’na giren ve 2019 yılında oylarını %11’e çıkaran AfD anketlere göre yüzde 15 ila 22 arasında oya sahip. Nihayet gerçekleşen seçimlerin sonucu, Afd’nin %16 ile ikinci büyük Parti olduğunu gösterdi.
Halihazırda Avrupa Parlamentosu'nda yedi siyasi grup bulunmaktadır:
Sol 38, Sosyalistler ve Demokratlar Grubu (S&D) 144, Yeşiller Grubu (Yeşiller/EFA) 71, Avrupa Parlamentosu’nun en güçlü grubu olan Hıristiyan Demokratlar Grubu (Avrupa Halk Partisi, EPP) 176, Yenileme Grubu 102, Avrupa Muhafazakârlar ve Reformistler Grubu (ECR) 69 ve milliyetçi ve aşırı sağcı partilerden oluşan Kimlik ve Demokrasi Grubu (ID) 49 milletvekiline sahip.
Yeni oluşan Avrupa Parlamentosu bileşimi, aşırı sağın etkin olduğu bir siyasal atmosferi kıta çapına yaymıştır.
Avrupa Parlamentosu'ndaki sağcı partiler iki grup halinde örgütlenmiş: “Avrupalı Muhafazakarlar ve Reformcular” (ECR) grubunda Polonya’dan PiS ve İtalyan Fratelli d'Italia bulunuyor.
Daha da sağda konumlanan “Kimlik ve Demokrasi” (ID) grubu ise sekiz üye ülkeden sağcı popülist, milliyetçi ve aşırı sağcı partilerin ittifakından oluşuyor. Avusturyalı FPÖ ile Marine Le Pen çevresindeki Fransız Ulusal Birlik de burada temsil ediliyor. Almanya’da AfD de ID grubuna dahildi. Ancak AfD’nin açıklamaları ID grubuna bile “aşırı sağcı” geldiği için gruptan uzaklaştırıldı.
Almanya dışında AB ülkelerindeki ırkçı-faşist partiler:
Danimarka: Danimarka, Danks Folkeparti’nin (“Danimarka Halk Partisi”) etkisiyle şu anda Avrupa'nın en katı göç yasalarından birini uyguluyor. Göç konularına odaklanan parti, sınırların tamamen kapatılması çağrısında bulunuyor ve sığınma başvurularının Danimarka dışında işleme alınmasını istiyor.
Finlandiya: Finlandiya’nın sağcı partisi PS (“Finliler”), 2023 ulusal seçimlerinden bu yana Finlandiya parlamentosunun en güçlü ikinci fraksiyonu. Irkçı ve cinsiyetçi yorumlarıyla dikkat çeken parti göç politikasını bir başarısızlık olarak görüyor ve göçmenlerin kendi ülkelerine dönmeleri çağrısında bulunuyor.
İtalya: Post-faşist parti olarak adlandırılan Fratelli d'Italia ("İtalya'nın Kardeşleri") 2022'de İtalya'da yapılan ulusal seçimleri kazandı. İtalya’yı aşırı sağcı partiler Forza Italia ve Lega ile koalisyon halinde yönetiyor. Parti göçmenlere karşı propaganda yapıyor ve "önce İtalya" sloganını savunuyor.
Hollanda: Sağcı popülist Geert Wilders'in partisi, İslamofobik ve ırkçı konumuyla 2023 parlamento seçimlerinde açıkça en güçlü partiydi. Camileri ve Kuran'ı yasaklamayı planlayan ve Müslümanların temel haklarını büyük ölçüde kısıtlamak isteyen Wilders koalisyon ortaklarıyla beraber tüm zamanların en katı sığınma yasasını planlıyor ve sınır kontrollerini yeniden uygulamaya koymak istiyor.
Fransa: Rassemblement National, 2018 yılında aşırı sağcı Front National'ın halefi olarak kuruldu. Marine Le Pen yönetimindeki partinin hedefi, sağ popülist bir parti olarak daha ılımlı görünmek ve nüfusun daha geniş kesimlerine ulaşmak. Marine Le Pen, ülkenin kimliğini, değerlerini ve egemenliğini İslam'a, yozlaşmış politikacılara, Brüksel'in gücüne ve sözde başıboş küreselleşmeye karşı savunmak istediğini söylüyor. Rassemblement National, 16 milletvekiliyle aynı zamanda Avrupa Parlamentosu'ndaki ID grubunun en büyük partisi.
Fransa: Yeniden fethet! Aşırı sağcı parti, 2021 yılında kuruldu ve programı aşırı ırkçıdır.
Macaristan, Fidesz (“Macar Vatandaşlar Derneği”) 2010'dan beri Macaristan'ı yöneten sağcı popülist bir partidir. Macaristan Başbakanı Viktor Orban döneminde parti giderek daha sağa kaydı ve yönetimi otokrasiye dönüştürdü.
Avusturya: Aşırı sağcı ve milliyetçi parti olan Avusturya Özgürlük Partisi FPÖ en son 2017-2019 arası hükümette yer aldı. FPÖ yakın zamanda birçok eyalet hükümetinde yer aldı ve aylardır Ulusal Konsey seçimleri için yapılan anketlere göre yaklaşık %30 destekle önde görünüyor. Bu onun yakında ID fraksiyonunda önemli ölçüde daha fazla temsil edileceği anlamına geliyor.
Polonya: 2015'ten 2023'e kadar Polonya hükümetini oluşturan Hukuk ve Adalet (PiS) partisi, sağcı milliyetçi ve Katolik-muhafazakar olarak adlandırılıyor. AKP-MHP rejimini örnek alan PiS, basını ve yargıyı kontrolü altına almaya çalıştı, kadınların ve eşcinsellerin haklarını büyük ölçüde kısıtladı. Parti, göç politikası konusunda son derece ırkçı bir tutum benimsiyor.
***
AfD'nin ve Avrupa’daki diğer ırkçı-faşist partilerin siyasi etkileri nerden kaynaklanıyor? Bu partiler “mültecilerden korunma” ve ülke içinde “yeniden silahlanma” konularıyla seçim kampanyaları yürüttüler. Diğer tüm iktidar partileri ise, “iç güvenliği koruma” gerekçesiyle daha fazla polis devleti uygulamalarıyla ve mültecilerin sınır dışı edilmesi talepleriyle ırkçı-faşist partilerin önünü açtılar. Avrupa genelinde yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, önemli bir kesim, programlarını desteklediği için değil, diğer sermaye partilerini protesto etmek için ırkçı-faşist partilere oy veriyor. Mevcut sermaye partilerine duyulan güvensizlik seçmen nezdinde büyük bir erozyon yaratmış ve yeni arayışlara giren önemli bir kesim aşırı sağcı partilere yönelmiştir.
***
Sosyal krizin derinleştiği, yoksulluğun arttığı, Alman sermayesinin tekrar militarizmle tarih sahnesine çıkmaya çalıştığı koşullarda doğal olarak Sol’un güçlenmesi beklenirdi. Lakin reformist solun bu konudaki başarısızlığı ve devrimci sol hareketlerin varlık gösterememesi sağın yükselişini kolaylaştırıyor. Zira reformist sol sermaye devletiyle o denli bütünleşmiş ki, sisteme tepki duyanlar için çekim alanı oluşturamıyor. Toplumda sosyal ve ekonomik çelişkilerin en derin olduğu ve Alman Solunun düne kadar kalesi sayılan Thüringen, Saksonya ve Doğu Berlin’de AfD’nin güçlü olması tesadüf olmasa gerek. Toplumun emekçi yığınlarıyla bağını koparmış düzenin uslu çocuğu haline gelmiş bir ‘Solun’ faşist akımların yükselişi karşısında bir alternatif olamadığı her gün yeni bir vesileyle ortaya çıkıyor.
Ukrayna savaşına karşı alınan tutum ve basiretsiz yaklaşım başta olmak üzere, Gazze’deki soykırımda İsrail’i aklamaya dönük korkak açıklamalar da bu aynı “Sol” hareketlerin bir başka açıdan turnusol kağıdı olmuştur.
Bütün diğer düzen partileri ve reformist sol partiler gibi kendini “devrimci sol” olarak gören hareketler de -bazı istisnalar dışında- Gazze’deki soykırımın, militarizmin ve Ukrayna savaşının tereddütsüz olarak arkasında durmaktalar. Oysa Gazze Şeridi'nde altı ay içinde 40.000 kişi siyonist İsrail tarafından öldürüldü. İsrail şu anda Refah'a yaptığı saldırıyla Filistinlilere yönelik soykırımı sürdürüyor. Yarısı çocuk olmak üzere 1.2 milyon mülteci orada sıkışıp kalmıştır.
Ukrayna'da gençler ve işçiler iki yılı aşkın bir süredir Rusya'ya karşı yürütülen vekalet savaşında top mermisi olarak kullanılıyor. Şimdiye kadar en az 400.000 Ukraynalı ile 100.000 Rus askeri öldürüldü.
Bu savaşların hiçbirinin, başta ABD olmak üzere İsrail ve Ukrayna'nın en büyük destekçileri olan Almanya gibi NATO devletlerinin desteği ve kışkırtması olmadan patlak vermeyeceğini ve belirtmek gerekir.
Dolayısıyla Ukrayna'da ve Filistin’de barış ve özgürlüğün savunulduğuna dair söylemler tam bir ikiyüzlülüktür. Irak'a, Suriye'ye, Libya'ya ve Afganistan'a karşı yürütülen acımasız savaşlarda olduğu gibi, bu tamamen jeopolitik ve emperyalist çıkarlarla ilgilidir. Ne var ki bahse konu bu sol akımlarda bütün bu temel konularda sınıfta kalmış ve milim yol almayı beceremedikleri gibi düzenin ihtiyaçlarına soldan güç devşirmişlerdir.
Almanya'da, AfD'den Sol Parti'ye kadar tüm düzen partileri zorunlu askerlik hizmetinin yeniden getirilmesini ve gençlerin bir kez daha katliama sürüklenmesini tartışıyor. Savunma Bakanı Pistorius'a göre ise Almanya önümüzdeki 3 ila 5 yıl içinde Rusya ile bir savaşa hazırlanmalı, yeniden savaşa hazır hale gelmelidir.
Geçtiğimiz haftalarda dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerde Filistinlilerle dayanışma amacıyla yüzlerce protesto kampanyası düzenlendi. Milyonlarca kişi sokaklara döküldü. Uluslararası alanda, egemen sınıfın emperyalist savaş politikalarına karşı muazzam bir öfke var. Batılı hükümetler buna, temel demokratik haklara cepheden saldırarak karşılık verdiler. Protestoculara biber gazı ve tahriş edici gazla saldırılıyor, ifade ve toplanma özgürlüğüne yönelik bu saldırılar tüm burjuva medyası tarafından oybirliğiyle destekleniyor. Nisan ayı ortasında Berlin'de düzenlenen Filistin Kongresi başladıktan sadece birkaç saat sonra vahşice dağıtıldı. Soykırıma karşı protestolar da sürekli olarak Yahudi karşıtı olarak karalanıyor.
Politikacıların ve medyanın soykırımcı politikalarını ve Alman militarizminin geri dönüşünü, aynı egemen sınıfın sorumlu olduğu insanlık tarihinin en büyük suçu olan Holokost'a atıflar yapılarak meşrulaştırılmak istenmesi özellikle tiksindiricidir. Zira Holokost’u yapanlar şimdi de Gazze’deki Holokost’a destek veriyor. İsrail de her suçu Holokost ile meşrulaştırırken, Ukrayna'da faşistler ve antisemitlerle açıkça işbirliği yapmakta bir sakınca görmüyor.
***
Bahardan beri Almanya çapında AfD’ye karşı gerçekleştirilen protestolar düzen partilerinin oylarına pek olumlu bir katkı sağlamış görünmüyor. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ortaya çıkan sonuç bunu teyit ediyor. Organizatörlerin iktidarlar uyumlu olmaları ve hükümet partilerinin sonsuz desteğine mazhar olmaları sebepsiz değildi. "Amaç, aşırı sağcı partilere verilen oylardaki artışı durdurmak ve özellikle 16 yaş ve üzeri ilk kez seçime katılacak olan gençleri ‘demokratik’ partilere oy vermeye ikna etmek" idi. Peki öyle mi oldu? Tabi ki hayır. Bahse konu olan yaş grubu tam da içinde bulunduğu geleceksizlik korkusu ve politik alternatifsizlikle gerici faşist partileri tercih etti.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, bütün düzen partileri başta olmak üzere reformist Sol ve bilhassa Sahra Wagenknecht’in BSW’si AfD ile benzer bir dalga boyunda seçim çalışması yürüttü. ‘Güvenliğin’ merkeze alınarak mültecilerin düşmanlaştırıldığı bir propaganda mekanizması aylardır aralıksız bir şekilde çalışıyor. AB Parlamentosu Seçimlerinden bir hafta evvel Mannheim'da bir Afgan mültecinin, aşırı sağcı bir provokasyonun ardından bir polis memurunu öldürmesinden beri, sınır dışı etme sloganlarında birbirleriyle yarışa girmiş durumdalar. Bu durumda AfD gibi ırkçı faşist güruhun bir şey demesine ihtiyaç bile kalmıyor.