2022 1 Mayıs’ı yaygın, coşkulu ama kitle katılımı açısından zayıf bir tablo ile geride kaldı. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine yansıyan 78 ilde 198 etkinlik vurgusu, 1 Mayıs’ın yaygınlığını ortaya koyuyor. Bu gerçeğe ve eylemlerin birçoğunda coşkulu bir atmosfer yansımasına rağmen, Ankara, Bursa, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere, 1 Mayıs’ın önemli merkezlerinde katılımın pandemi öncesi döneme göre daha sınırlı kalması üzerinde özel olarak düşünmeyi gerektiren bir tablo olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle pandemi bahanesi ile yasaklı geçen iki yılın ardından ve hızla derinleşen ekonomik kriz ve yoksullaşma tablosunda ortaya çıkan bu durum, çok daha özel bir önem kazanıyor.
Bu tablonun ortaya çıkmasında 1 Mayıs’ın bayram arifesine denk gelmesini gerekçe olarak göstermek, açıkça kendini kandırmak olacaktır. Elbette Hak-İş ve Türk-İş bürokratları kendi cephelerinden bu bahaneyi çok özel bir şekilde kullandılar, bunu 1 Mayıs’ın gündemleştirilmesine karşı bir kalkan olarak değerlendirdiler. Ancak bu sınırlarda bile düşünüldüğünde, Hak-İş ve Türk-İş bürokratlarının üzerlerinde bir 1 Mayıs basıncı hissetmemesi önemli bir olgudur. Bunu, “temsil” ettikleri üye kütlesinin güncel taleplerini ne denli yüksek sesle dile getirdikleri ve üye tabanının onlardan ne türden bir beklenti içinde olduğu gerçeği ile birlikte değerlendirmek gerekir.
Bu sonuç gösteriyor ki, derinleşen ekonomik yıkım derin bir hoşnutsuzluğu biriktirmeye devam etse de sınıf, gövdesinin önemli bir bölümü ile, halen bu hoşnutsuzluğunu dile getirecek ve harekete geçirecek bir özgüvenden yoksun durumda.
Bu durum aslında sınıfın Pandemi dönemi reflekslerinin bir devamı olarak da değerlendirilebilir. Pandemi döneminde yaşamları pahasına üç kuruşluk ücretlerini kaybetmemek adına ölümüne çalışmaya devam eden işçiler, ağırlaşan ekonomik bunalım karşısında da halen büyük oranda elindeki koruma kaygısı ile davranıyor. Üstelik yıl başında ücret artışı gündeme gelen ve birçoğu kazanımla sonuçlanan onlarca lokal direnişe rağmen. Yani, uzun yıllardır sınıfın en temel sorunu olan güvencesizlik sorunu, bir kez daha ve çok daha ağır bir şekilde bir pranga olarak sınıfın boynuna asılı durumda.
Bu durumu DİSK ve KESK açısından da tekrarlamanın önünde özel bir engel bulunmuyor. Zira dile getirdikleri tüm büyük sözlere, 1 Mayıs’ı “emek haftası” olarak değerlendireceklerini iddia etmelerine rağmen, sendikal hareketin sol bürokrasisini oluşturan DİSK ve KESK açısından da tablo pek farklı değil. Belki onlar Pandemi döneminde olduğu gibi açıktan bir 1 Mayıs kaçkınlığı yapmadılar. Ancak alanlardaki nicel ağırlıklarının oldukça zayıf olduğu da bir gerçek. Hatta kimi özgün örnekleri dışta bırakırsak, sendikal hareketin alanlardaki varlığının büyük oranda ileri-politik üye kitlesi ile sınırlı kaldığını bile söyleyebiliriz.
Bu yanıyla 2022 1 Mayıs’ının sınıfın gövdesi ve güncel yakıcı talepleri ile değil, fakat büyük oranda ileri politik öznelere sıkışan politik bir karşı koyuş biçiminde geride kaldığını söylemek de mümkün. Gezi tutuklamalarının hemen ardından yaşanan 1 Mayıs eylemlerinin coşkulu ve politik karakterini de daha çok bu durumla birlikte anlamak gerekiyor.
Elbette bu durum 2022 1 Mayıs’ının önemini azaltmıyor. Tersine sol sendikal bürokrasiye ve reformist cendereye karşın toplumun ilerici kesimlerinde biriken mücadele isteğini ve arayışını ortaya koyuyor. Bu yanıyla oldukça değerli olduğunun da altını özel olarak çizmek gerekir.
Bununla birlikte İstanbul’da bir süredir sistematik bir çalışma yürüten İşçi Emekçi Birliği’nin alanda kendisine özgür bir kürsü oluşturması, Ankara’da ilerici-devrimci kurumların önerilerine kulaklarını tıkayan sol sendikal bürokrasinin alan içinde yine kurumların ortak tutumu ile protesto edilmesi, 2022 1 Mayıs’ının biriktirdikleri arasında özel bir yerde duruyor.
Elbette, bu girişimleri 2007 Taksim 1 Mayıs’ını önceleyen 2006 Kadıköy 1 Mayıs’ında Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun oluşturduğu basınç ile kıyaslamak henüz mümkün değil. Ancak mevcut sınırlarda bile bu girişimlerin sendikal bürokraside özel bir hazımsızlık kaynağı olduğunu da unutmamak gerekiyor.
1 Mayıs’ta Taksim üzerinden gündeme gelen girişimlerin ise halen sembolik olmanın ötesinde bir anlamı olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Dahası bu girişimler, sınıfın mevcut tablosu ve ruh hali içinde, onu harekete geçirme iddia ve cüretinden yoksun bir “öncü savaş” stratejisinin karikatürize edilmesinin ötesinde bir rol de oynamıyor.
Sonuç itibariyle 2022 1 Mayıs’ı kimi “falcılar”ın Nisan ayında patlayacağını iddia ettikleri sınıf hareketinin halen de mayalanma evresinde olduğunu gösteriyor. Ve bu mayalanma güvencesizlik prangasını da kırıp atacak bir bilinç, örgütlenme ve mücadele seferberliğini zorunlu kılıyor. Mevcut hali ile sendikal bürokrasinin de, sınıf hareketinde yaşanacak ani patlamalardan nemalanma umudu ile ardı ardına işçi çalışmasına çubuk büken geleneksel sol hareketin de, bu seferberlik için ne soluğu var ne de bu hareketi taşıyabileceği bir hedefi.
Dolayısıyla bu görev ve sorumluluk bir kez daha sınıf devrimcilerinin omuzunda.
Sınıf devrimcileri için seferberlik zamanı!