Lise ve üniversite sınavları geride kaldı. Tercih döneminin ilk etaplarını geçtik. Bu süre boyunca bilboardlarda, televizyonda her yerde “doğru tercih” temalı görseller, videolarla karşılaştık. “Tercih” yapacak büyük bir kitle var. Tabİi ki sınava giren öğrenci sayısı ile kıyasladığımızda bu rakam bile çok bir şey ifade etmiyor. Çünkü Liseye Geçiş Sınavı’na 1 milyon 120 binin üzerinde kişi girdi ancak 439 bin öğrenci tercih yaptı. İlk yerleştirme sonuçlarına göre bunların 138 bini liseye yerleşebildi. Bu öğrenciler eğitimin her aşamasında elene elene ancak bunu başarabildiler.
ÖSYM’nin verilerine göre üniversite sınavına giren 2,4 milyon öğrenciden 628 bin 796’sı puan barajının altında kalırken, 15 bin öğrenci 0,5 net dahi yapamadı. Bu rakamlar bile çok şey anlatıyor.
Eğitimin içinin tamamen boşaltıldığı, niteliksizleştirildiği, özelleştirildiği ve sermayeye peşkeş çekildiği bu dönemde AKP iktidarı eğitim süresini kâra çevirmeye çalışıyor. “Tercih” döneminde en fazla duyulan şu cümleler oluyor: “Doğru kariyeri seçmene yardımcı olacak 5 adım”, “popüler meslekleri değil, en uygun olanını seç”, “İşe kendini tanımayla başlamalı” vb.
İlk olarak, yapılan şey bir tercih değil, zorunluluk. Eşit olmayan, anti-bilimsel, ezbere dayalı, yapboza dönüşen bir sınav ve eğitim sisteminin sonucunda girilen sınavda bizlere vaat edilen “gelecek”, şıklar arasına sıkıştırılıyor. İkincisi, sistem “kariyer” adı altında bireyselliği, yanındakine çelme takıp elemeyi ya da üzerine basıp geçmeyi, adam kayırmacılığı anlatıyor. Bireysel kariyer planlarını kapitalizm böyle yönlendiriyor, kendisine uysal köleler yaratarak. Üçüncüsü, öğrenciler meslek seçimlerini isteklerine göre değil, para ve iş imkanlarına göre yapmaya çalışıyorlar. Kendisini tanımayan, daha doğrusu sınavlardan buna vakti olmayan, değer sistemi ve amacı olmayan bir kuşak yetiştirip, sonra da onların kendilerini tanımalarını istemek olsa olsa bir pazarlama cümlesi olabilir.
Bir milyondan fazla üniversite mezunu, işsiz. Ancak yine de gelecek arayışı, birer rant alanına dönüşmüş üniversitelerde aranıyor. Sermaye düzeni, eğitim alanını parlatarak pazarlamaya devam ediyor. Üniversitelerin tablosu ise korkunç durumda. Üniversitelerde rektörler tek adama bağlı atanıyor. Geçtiğimiz hafta 11 üniversiteye rektör atadı. Atamalarda ağırlıklı olarak imam hatip ve ilahiyat mezunu isimler yer aldı. Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları’nın açıkladığı verilere göre gençler üniversiteyi bitirince 5-6 ayda iş buluyor. En düşük 2 bin 435 TL ücret alındığı iddia ediliyor. Oysa gerçekler orta yerde duruyor.
“Tercihler” döneminde birçok üniversite, reklamını iyi yapmaya çalışıyor. Basit bir örnek verelim. SDÜ reklamında, “Süleyman Demirel Üniversitesi‘nde üniversite yönetimi tarafından öğrenci kulüplerinin düzenlediği etkinliklere katılımı teşvik etmek adına, öğrencilerin mezun olabilmek için tüm derslerini geçmelerinin yanı sıra üniversite yönetimi tarafından belirlenen sayıda etkinliğe katılmaları gerektiğini biliyor muydunuz?” deniliyor. Bu üniversitedeki mezuniyet sırasında öğrencilerin taşıdığı “Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir. K. Marx” yazan pankarta Sosyoloji bölümü profesörü saldırdı. Ardından aynı profesör, oğluna yaptığı torpil ile oğlunun yüksek lisansa kabul edilmesini sağladı! Sunulan vaatler birer yalandan ibaret olarak kalıyor.
Öğrenciler için liseye geçiş veya üniversite okumak, hatta mezun olmak bir “özgürleşme” olarak görülebiliyor. Ondan sonrası için daha özgür bir ortamda bilgi ve yeteneklerine uygun olarak çalışmak ve üretmek gibi bir amaç da edinilebiliyor. Kapitalizm bu hayalleri daha okurken bile imkansız hale getirebiliyor. Onlarca öğrenci okumak için çalışmak zorunda. Bunun yanı sıra bilgi ve yeteneklere göre okumak ve çalışmak tam bir hayal.
Bilim ürettiği savunulan üniversiteler kapitalizmin emrindedir. Bu düzenin bilimi bir avuç asalağın kârı ve milyonların yoksulluğu üzerine kurulu sisteme hizmet eder. Kapitalizmde teknoloji de bilimde zenginlerin çıkarını savunur. Hatta son bir yılda TÜBİTAK ve TÜBA’daki, keza üniversitelerdeki gelişmeler, “bilim ve teknoloji”nin AKP’nin kadrolaşma amacına da hizmet ettiğini göstermektedir. Bu sistem insanın gerçek gereksinmelerine değil, sermayenin birikim ve kârına göre işler. Sistemin sürekliliğini güvenceleyecek bir yaşam kurulur.
Sistem kendi amaçlarına uygun insan tipini de yaratmıştır. Tüketen, değersiz, amaçsız, sadece gereksinmelerini karşılayan ve buna yaşamak diyen insan tipi… Bu dönemde karşılığı anti-depresanlarla yaşayan, sosyal medya dışında bir sosyalliği kalmayan, yalnızlaşan insan tipi…
Yeni bir “tercih” dönemindeyiz. Sistemin gençliğe sunduğu gelecek tablosu kopkoyu bir geleceksizlik. Ancak özel mülkiyetin yerini toplumsal mülkiyetin aldığı, emeğin özgür olduğu, eşit koşullarda tercihlerin yapıldığı, eğitimin insana potansiyellerini gerçekleştirme olanağı tanıyacağı bir dünya tüm insanlığa bir gelecek sunabilir. Böylesi bir dünyayı kurana dek mücadele etmekten başka bir “tercih” ve gelecek yoktur.