Bir yıl önce yapılması planlanan Tokyo Yaz Olimpiyatları, pandeminin ilk dalgasının ortasında iptal edilerek, 2021’e ertelenmişti. Kyodo News haber ajansı tarafından temmuz ayında yapılan bir ankete göre Japon halkının yüzde 83’ünün karşı çıkıp olimpiyatların bu yıl da iptal edilmesini istemesine rağmen Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), olimpiyatların gerçekleşmesi için bastırdı. 23 Temmuz-8 Ağustos tarihleri arasında dünyanın her yerinden 11 binden fazla sporcu 33 spor dalında altın, gümüş ve bronz madalya için yarışıyor şimdi. Tepki olarak da haftalardır neredeyse her gün gösteriler devam ediyor.
Bu yılki olimpiyat oyunları pandemi gibi bir insanlık trajedisinin gölgesinde yaşanıyor. Organizatörlerin “pandeminin kontrol altında olduğu”, sporcu ve bakıcılarının toplanmasının güvenli olduğu iddialarına karşın hem Olimpiyat Köyü’nde hem de tüm dünyada Covid-19 vaka sayısında büyük artış yaşanıyor. Japonya’da da ve özellikle Tokyo’da yeni korona enfeksiyonları hızla artıyor. Olimpiyatların başlamasından bir hafta sonra, Japon hükümeti, hızla artan korona enfeksiyonları nedeniyle olağanüstü halin artık Tokyo’nun komşu illeri Chiba, Kanagawa ve Saitama ile ülkenin batısındaki Osaka için de geçerli olduğunu açıkladı. Tokyo ve Okinawa’da ise 22 Ağustos’ta sona ermesi gereken olağanüstü hal 31 Ağustos’a kadar uzatıldı.
Japon yetkililer sağlık sisteminin dayanıklılığı konusunda endişelerini dile getiriyor. Kabine başkanı Katsunobu Kato gazetecilere verdiği demeçte, “Enfeksiyonun bu kadar yayıldığını hiç görmemiştik” diyor. Hükümet, vatandaşları evde kalmaya ve olimpiyatları televizyondan izlemeye çağırmaya devam ediyor. Öte yandan hükümet ve IOC, enfeksiyonlardaki artışın olimpiyatlarla hiçbir ilgisi olmadığını iddia ediyor. Oysa olimpiyat oyunları için ikinci uçak gelir gelmez inen ilk sporcunun testi pozitif çıkmış ve karantinaya alınmıştı. Vakalar, on bini aşkın olimpiyat sporcusu ve çalışanları arasında da yayılıyor. Şu ana kadar oyuncular da olmak üzere oyunların organizasyonunda doğrudan yer alan 193 kişiye virüsün bulaştığı bildiriliyor. Bunların bir kısmı oyunlarda çalışan Japon vatandaşlarıdır. Geri kalanlar ise yurt dışından gelen sporcular veya milli takımların çalışanları.
Virüsün hızla yayılan varyantları da göz önüne alındığında Japon halkının yüzde 83’ünün bu yıl olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapmaya karşı olduğunun ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Tam da bu yüzden, açılış töreninde ulusal stadyum önünde toplanan göstericiler, “Hayatlarımız için Olimpiyat Oyunlarını İptal Edin! Açılış törenini derhal durdurun!” şiarını yükseltiyorlardı.
Olimpiyatların virüsün hızla yayılmasında rol oynayacağı kabul gören genel bir fikirdir. Buna rağmen IOC Başkanı Thomas Bach, sporcuların ve olimpiyatların “güvenli ve emniyetli” olacağını iddia etmekte ve 8 Ağustos’a kadar devam edeceği kararlılığını sergilemektedir. Bu tutum da kapitalistlerin çıplak sınıf çıkarlarını içermektedir. Zira öteki faktörler bir yana, oyunlara çok büyük miktarda paralar yatırıldığı gibi iptali de çok büyük paralara mal olmaktadır. Bu durumda insan sağlığının kapitalistler için bir anlamı kalmıyor.
Tokyo’daki olimpiyat oyunları için harcanması tahmin edilen maliyet, organizasyon komitesi tarafından yaklaşık 11,3 milyar euro olarak bildirilmişti. Japonya Ulusal Denetim Kurulu, bu rakamın iki katından fazla olduğunu tahmin etmiş, Japon hükümeti ise maliyetin 25 milyar dolardan fazlaya mal olabileceğini açıklamıştı. Bunun sadece 7 milyar doları özel sektörden sponsorlar aracılığıyla finanse ediliyor. Geri kalan kısmı ise Japon vergi mükellefleri tarafından karşılanacak. Yani masraf Japon emekçilerinin sırtına bindirilecek. Oyunların iptali de çok paraya mal olmaktadır. Organizasyon komitesinin ne kadar para harcadığı belli olmasa da IOC tarafından yapılacak bir iptalin 27 milyar dolar civarındaki paranın bir kısmını kurtarıp kurtaramayacağı meçhuldür.
Metalaştırılan devasa bir sömürü alanı olarak spor ve olimpiyatlar
Günümüzde yüzmilyarlarca doların döndüğü devasa boyutlara ulaşmış bir spor endüstrisi gerçeği var. Kapitalistlerin spora ve olimpiyatlara bakışının gereği olarak küresel ölçekte tekelci boyut kazanan spor endüstrisi, sermaye sınıfı için son derece önemli bir yatırım alanıdır. Yaşam alanlarının tümünü olduğu gibi sporu da metalaştıran kapitalizm, spor endüstrisini sürekli büyüttü. Sanayiden, inşaat ve turizm sektörüne, oradan da medya ve spor tesislerine kadar genişleyen bir pazardır söz konusu olan. Dolayısıyla dev sermaye tekeli haline gelen spor sanayisinin yatırım ve ciroları da sürekli büyüme eğrisi gösteriyor. Yüzmilyonları bulan spor severlerin ihtiyaçlarına yönelik pazar alanları yaratılıyor ve bu pazarın tüketici kitlesi devasa boyutlara ulaşmış bulunuyor. Spor kulüpleri de kapitalist tekelci şirketler olarak çalışıyorlar. Sponsorlar, reklamcılar, medya, turizm, inşaat tekelleri, yiyecek içecek gibi metaları pazarlamak isteyenler, Adidas, Nike gibi spor devlerinin hepsi de bu pazarın içinde.
Dünya çapındaki spor malzemeleri tedarikçileri, onmilyarlarca doları sadece ayakkabı satışından olmak üzere yıllık yaklaşık 100 milyar doları aşkın satış yapmaktadır. Dünya futbol şampiyonası, multi-milyon dolarlık Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) tarafından düzenleniyor. 2014 yılındaki rapora göre kuruluş 141 milyon dolar kâr açıkladı. FIFA, Brezilya’daki son Erkekler Dünya Kupası’nın dünya çapındaki televizyon haklarını pazarlamakla neredeyse 2,5 milyar dolar kazandığını iddia ediyor. 2020’de ise 267 milyon dolar civarında bir kazancı sadece satıştan elde etti. Oyunlar özellikle reklam endüstrisi için de ilgi çekicidir. Bu yüzden Coca Cola, Adidas ve Toyota gibi şirketler çok para harcıyor. Sadece Japon şirketleri bu yıl reklam hakları için yaklaşık üç milyar dolar kazandı. Buna, insanların dünyanın her yerinde gördüğü televizyon reklamlarının maliyeti de eklenmelidir. Yalnızca ABD yayıncısı NBC, reklam yayınlarından 1,2 milyar dolar kazanıyor ve Toyota, 2015’ten bu yana oyunların en büyük sponsorlarından biri.
Spor aynı zamanda burjuvazinin elinde önemli bir kültürel ve ideolojik hegemonya araçlarından biri olarak da önemli bir rol oynuyor. Bu çerçevede milliyetçilik, ırkçılık ve cinsiyetçilik oyunların doğal parçası haline geliyor. Nitekim Tokyo olimpiyat oyunları da buna sahne oldu. Almanya bisiklet takımının yardımcı antrenörü Patrick Moster, Alman bisikletçi Nikias Arndt yanından geçerken, “Deve sürücülerine yetiş!” şeklinde bağırdı. Moster’in Cezayir ve Eritreli sporcuları kasteden bu ırkçı sözleri kameralara da yansıyınca yoğun tepkilere konu oldu. Yanı sıra otel ve kimi yerlerde “Yalnızca Japon” ve “Yalnızca yabancı” tabelaları da ayrımcılığın başka görünümünü oluşturuyordu. “Yanlış anlaşılmalar yarattık” diye kaldırılan tabelalar, gerçeği değiştirmedi ve bunlar “Japonya’da Apartheid yeniden canlandı!” değerlendirmelerine neden oldu.
Kapitalizmde spor, egemen sınıfın ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda kullandığı en etkili araçlardan biridir. İnsanın zihinsel ve bedensel gelişiminin önemli bir aktivite alanı olması gereken spor, kapitalist toplumda mega bir sömürü ve baskı alanına dönüştürülmüştür. Toplumsal yaşamın her alanını metalaştıran kapitalizm, sporu ve sporcuları da metalaştırmıştır. Buna ancak, “Halkın ruhsal ve bedensel sağlığını amaçlayan, dostluğu ve dayanışmayı güçlendiren kitle sporunun teşvik edilmesi”yle, her türden spor tesisinin tüm üretim ve yaşam alanlarında yaygınlaştırılmasıyla son verilebilir. Ve bu da kapitalizmin boyunu fersah fersah aşar…