Mayıs ayında Yunanistan’da yapılan seçimlerde SYRIZA’nın (Radikal Sol İttifak) oyları %20’ye, sandalye sayısı ise 71’e gerilemişti. Sağcı Yeni Demokrasi Partisi oyların yüzde 40,79'unu alarak mecliste 146 sandalye kazandı. Ancak bu sayı, Kiryakos Miçotakis’in tek başına hükümet kurmasına yetmiyordu. Bundan dolayı başbakan koltuğunda oturan Miçotakis seçimlerin yenilenmesine karar verdi.
Seçimler 25 Haziran’da tekrarlandı. Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi, bu kez 158 milletvekili çıkararak 300 üyeli mecliste mutlak çoğunluğu sağladı. Miçotakis hedefine ulaşırken, Aleksis Çipras liderliğindeki SYRIZA ise yüzde 17,83 oy oranı ile toplam 47 milletvekili çıkardı. SYRIZA’nın bir ay içinde bu kadar oy kaybetmesi ittifakta kriz yarattı. 2015 seçimlerinde birinci olan Radikal Sol İttifak, Çipras liderliğinde hükümet kuracak güce ulaşmıştı. Dolayısıyla seçim sonuçları tam bir hezimet oldu.
2019’da başlayan düşüş, ana muhalefet partisi olan SYRIZA’yı 47 milletvekili sınırına geriletti. İttifak içindeki tartışmalar şiddetlenirken, liderliği için partinin karar vereceğini ilan etmesinden kısa bir süre sonra Çipras parti genel başkanlığından istifa etti. “SYRIZA’nın liderliği için yapılacak seçimlerde aday olmayacağını” söyleyen Çipras, “halkın sorunlarını daha iyi anlayacak yeni bir SYRIZA’nın kurulması için elinden gelen bütün gayreti göstereceğini” belirtti. Kimi iddialara göre bazı gruplar ittifaktan ayrılacak. SYRIZA halen ikinci parti konumunda. Buna rağmen bu ittifakın “görkemli”, umut vaat eden dönemini kapattığını söylemek abartı olamayacak.
***
SYRIZA’nın yükselişi, yıllara yayılan sayısız genel grev ve kitlesel gösterilere paralel olmuştu. Krizin faturasını ödememek için direnen kitleler, 2015’te IMF ile AB dayatmalarına karşı direneceğini iddia eden Çipras liderliğindeki ittifakı destekleyerek hükümet kurmasını sağlamıştı. Ancak Çipras ve hükümeti verdikleri sözleri tutmadı. Hem IMF’ye hem AB’ye boyun eğdi, emperyalist dayatmalara karşı direnmekten yana tutum alanları ise görevden uzaklaştırarak yol düzlemişti.
Emekçileri değil düzeni kurtarmaya odaklı bir politika izleyen Çipras hükümeti, ömrünü doldurmadan erken seçime gitmek zorunda kalmış, 2019 seçimlerinde gerilemeye başlamış, Atina ve başka şehirlerde belediye başkanlıklarını kaybetmişti. Bu son seçimde ise sarsıcı bir hezimet yaşadı. Böylece sağcı parti tek başına hükümeti kurma imkanı yakalamış oldu.
İstifa eden Çipras’ın hükümet oldukları dönemi övmesi dikkat çekiciydi. İcraatlarından dolayı emekçilerin desteğini yitirmişken, o icraatları savunması, Çipras’ın ve temsil ettiği reformist çizginin içinde düştüğü utanç verici durumu gözler önüne seriyor. Krizden çıkışın faturasını esas olarak işçi ve emekçilere ödettiği dikkate alındığında, SYRIZA hükümetinin “başarıları” olsa olsa sermayeyi ve AB şeflerini memnun etmiş olabilir.
SYRIZA gibi kitle hareketi dalgasına binerek yükselen, radikal sol olduğunu iddia eden bir parti bile, düzenin belirlediği oyun kurallarına uyunca, yapabildiği şey, sermayeye hizmet etmek olmuştur. Kitle hareketinden güç alıp düzenle çatışmaya girmeden, belirlenen kurallara göre hareket etmekle yetinen bir parti adına ne derse desin, son tahlilde sermayenin işlerini idare etmenin ötesine geçemiyor. Elbette bu bir program ve strateji sorunudur. Kapitalizmin oyun kuralları içine hapsolan bir siyasal akımın istese de yapabileceği işlerin sınırı bellidir. O mindere çıkanlara emperyalist/kapitalist sistem kendi kurallarını dayatıyor. İddialarını bir kenara bırakıp dayatmalara boyun eğen SYRIZA’nın hezimeti, bu açıdan çarpıcıdır. Kitleler, “mesele sermayeye hizmetse, sağcılar bu işi daha yapar” mesajı vermiş gibidir.
Çipras’ın istifası ve SYRIZA’nın içine düştüğü kriz, ona umut bağlayan kitlelerde hayal kırıklığı yarattı. “Genel grevlere, gösterilere ara verip radikal sol ittifak ne yapacak” beklentisine giren kitleler, reformistlere bağlanan umutların illüzyondan başka bir şey olmadığını gördüler.
Sağcı partinin kazanması, Miçotakis’in reformları hızlandıracağını ilk günden ilan etmesi, emekçileri hedef alan saldırıların devam edeceği sinyalini veriyor. İşçi ve emekçilerin bir kez daha genel grevlere ve kitlesel gösterilere başlaması dışında bir çıkar yolu görünmüyor. Bu mücadelenin siyasi alanda ciddi sonuçlar yaratabilmesi ise, ancak devrimci önderlik alanındaki boşluğun doldurulması ve emekçilerin seçim sandıklarına umut bağlamaktan kurtulup inisiyatifi ellerine alabilecek bir aşamaya gelebildikleri zaman mümkün olacaktır.