İşgalci İsrail ordusu, Lübnan'a yönelik olası bir saldırıya ilişkin "operasyonel planı" hafta başında onayladığını ilan etti. Gazze’de soykırım savaşını sürdüren işgalci ordunun bu küstahça savaş ilanı, dikkatlerin Gazze’den Lübnan’a kaymasına neden oldu. Savaş ilanına “Lübnan’ı taş devrine döndürmek”, “Beyrut’u Gazze’ye çevirmek” gibi iğrenç tehditler de eşik etti.
Siyonistler histerik tehditler savururken ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin tehdit mesajlarını taşıyan “elçiler” ise Beyrut’u mesken edinmişti. Zira emperyalistler ne savaşın yayılıp bölgeyi yangın yerine çevirmesini istiyor ne soykırımcı Siyonistleri Filistin halkı ve direniş hareketinin kabul edebileceği bir ateşkese zorluyor. Gazze ile dayanışma cephesindeki direniş hareketleri ise Washington, Londra, Paris, Berlin gibi emperyalist merkezlerden gönderilen tehditleri, “Siz önce Gazze’de soykırım yapan İsrail’i durdurun” diye yanıtlıyorlar.
Histeri ile gerçeklik
İsrail’deki ırkçı-Siyonist rejimin şefleri, tehditlerinde dile getirdikleri şeyleri yapmak için fırsat kolluyorlar. Ancak bu öyle kolay yapılacak bir şey değil. Çünkü Lübnan direniş hareketiyle açık bir savaşa girişmek için ağır bir bedel ödemeye hazır olmak gerekiyor. Siyonistler ise böyle bir bedeli ödemekten kaçınıyorlar. Açık bir savaş, işgal ettikleri Filistin topraklarında kurdukları yerleşimci rejimin altını oyabilecek gelişmelere yol açabilir. Bundan dolayı Tel Aviv’deki Siyonist savaş çetesi, ABD’yi Lübnan’a saldırtmak ya da fiili bir durum yaratıp onu savaşa dahil etmeye zorlamak için çıkış arıyor.
Hegemonya savaşının esas cepheleri Çin ve Rusya olduğu için, ABD verili koşullarda Ortadoğu’da bir savaşa girişmeyi çıkarlarına uygun bulmuyor. Siyonistlerin temel açmazlarından biri budur. Çünkü ABD’nin katılmadığı bir savaşı sürdürebilecek güçleri yok. Gazze’deki soykırımı bile ancak ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve diğer emperyalist devletlerin sınırsız desteği ile sürdürüyorlar. Başta Hizbullah olmak üzere Lübnan direniş hareketi Gazze ile kıyaslanmayacak bir askeri donanım ve savaş kapasitesine sahip. Bu ise ABD’nin dahil olmadığı bir savaşa girişme konusunda Siyonist çeteyi frenliyor. Öyle bir caydırıcı güç olmasaydı Lübnan’a çoktan saldırmışlardı.
Savaş çetesinin bir diğer önemli açmazı ise, Hizbullah ile diğer direniş hareketlerinin Gazze ile dayanışma için açtıkları cepheyi adım adım genişletmeleridir. Son günlerde Lübnan direniş hareketi İsrail’in birçok askeri bölgesini, önemli fabrikalarını, işgalci ordu askerlerinin kimi merkezlerini peyderpey hedef aldı. İsrail saldırganlığı arttırdıkça, direniş hareketi de Siyonistlere daha güçlü, daha etkili darbeler vuruyor. Bu ise soykırımcı çetenin şeflerini çileden çıkartıyor. Ancak ABD savaşa doğrudan katılmadığı için daha ileri gidemiyorlar. İsrail’de dinci-faşistlerin bir kısmı ne olursa olsun savaşa girmekten yana. Ancak bunlar henüz kararları belirlemiyor. Buna karşın işgalci ordunun savaş planını onaylama kararı alması, savaş bulutlarının bölge üzerinde dolaşmaya devam ettiğine işaret ediyor.
Siyonist rejimin iç krizleri derinleşiyor
Gazze’de 9. ayında devam eden soykırım saldırıları Siyonistleri hiçbir askeri ya da siyasi hedefe ulaştırmadı. Filistin direniş hareketleri halen her gün işgalcileri hedef alan saldırılar düzenliyor. İsrail ordusu sürekli kayıplar veriyor. Gazze’de durum bu iken Lübnan cephesini açma tartışmaları, başında Binyamin Netanyahu’nun bulunduğu Siyonist rejimin iç sorunlarını günden güne derinleştiriyor. Nitekim önce “savaş kabinesi” içinde yer alan iki kişi istifa etti. Ardından Netanyahu kabineyi dağıttı. İşgalci ordu ile dinci-faşist hükümetin şefleri arasında sert tartışma ve sürtüşmeler yaşandığına dair haberler eksik olmuyor.
Öte yandan Siyonist rejimin ekonomik açmazları da artıyor. Emperyalist merkezlerden gelen büyük finansal desteğe rağmen İsrail ekonomisindeki kriz derinleşiyor. Siyonistleri rahatlatmaya çalışan ABD, gerici Arap devletlerini işin içine çekmeye çalışıyor. Ancak bu rejimler İsrail’le işbirliğini geliştirmek isteseler de koşullar buna pek elvermiyor.
Soykırımcı çetenin bir diğer temel sorunu ise, Netanyahu karşıtlarının oranının İsrail’de sürekli artması ve kitlesel gösterilerin devam etmesidir. Son günlerde gösteriler hiç olmadığı kadar kitlesel boyutlara ulaştı. Gazze’deki esirlerin getirilmesini talep eden göstericiler, Netanyahu’nun istifa etmesini de istiyorlar. Esirlerin kurtarılması ise ancak Filistin direniş hareketiyle anlaşma imzalamakla mümkün olabilir. Ancak ne Tel Aviv’deki savaş çetesi ne emperyalist merkezlerdeki hamileri bu yönde adım atabiliyor. Bu ise İsrail’deki karşıtlığı giderek keskinleştiriyor.
Kitle hareketinin basıncı altında kalan Netanyahu, son günlerde İsrail’de “iç savaş” riskinden söz etmeye başladı. Savaş suçlusu Netanyahu bu söylemi, kendisine karşı gelişen kitle hareketini şiddetle bastırmanın bir imkanı olarak görüyor. Kimi yorumlara göre, silahlı olan dinci-faşist Yahudi yerleşimcileri göstericilere karşı kullanılmak istiyor. Bu tartışmalar, işgalci/yerleşimci bir temel üzerine kurulan Siyonist rejimindeki yarılmanın giderek derinleştiğini gözler önüne sermektedir.
İşgalciler halkların direniş iradesini kıramıyor
ABD emperyalizmi Temmuz 2006’da İsrail’i Lübnan’a saldırtarak ülkedeki direnişi ezmek istedi. Ancak sonuç tam tersi oldu. Lübnan direniş hareketi işgalci orduya alışık olmadığı bir hezimet yaşattı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, savaş başladığında yaptığı açıklamada, “Yeni bir Ortadoğu’nun doğum sancılarını izliyorsunuz” diyerek “müjde” vermişti. Ancak Lübnan direnişi o kanlı planları bozdu.
Siyonist rejime ağır bir darbe indiren Aksa Tufanı hareketi, aradan geçen 17 yılda bölgede çok şeyin değiştiğini gösterdi. Bundan dolayı hem Siyonist şefler hem Washington, Berlin, Londra, Paris, Roma gibi başkentlerdeki emperyalist hamileri fazlasıyla huzursuz. Filistin halkının direniş iradesini kırma hesabıyla histerik bir saldırı başlattılar. Öyle bir histeriye kapıldılar ki, soykırımcı Netanyahu çetesinin eleştirilmesine bile tahammül etmediler. Tümü de histeri nöbetine tutuldu ve Gazze’de yükselen direniş iradesinin kırılması için ne gerekiyorsa yapılması konusunda mutabık kaldılar. Bu işin en çok birkaç ay içinde hallolacağını hesapladılar. Barbarlıklarını sergilemekte sınır tanımadılar. Ancak bir kez daha direnişin sert kayasına çarptılar.
Gazze halkı ağır bir bedel ödedi, halen de ödüyor. Ancak her şeye rağmen direniş iradesi kırılamadı. Filistin direniş hareketi tam da halkın bu sağlam iradesinden güç alarak halen işgalcilere karşı kararlılıkla savaşıyor. Ancak işgalcilerin sorunu bundan da ibaret değil. 8 Ekim’de başlayan Lübnan direnişi İsrail saldırganlığına karşı bir milim gerilemediği gibi, direnişçiler daha ağır silahlar kullanarak savaşı sürdürüyor. Gazze ile dayanışma için Kızıl Deniz’i İsrail gemilerine kapatan Yemen’deki Ansarullah hareketi liderliğindeki hükümet de ABD-İngiliz-Alman emperyalistlerinin saldırı ve tehditlerine rağmen geri adım atmadı. Irak’taki bazı direniş hareketleri ise İsrail’deki belli hedefleri vurmaya devam ediyor. Bir kez daha halkların işgalcilere karşı direniş iradesini kırma küstahlığı fiyaskoyla sonuçlandı.
İşgalciler güçlü oldukları kadar vahşidirler de. Ancak gayrı meşru, gayrı ahlaki ve gayrı insani olanı temsil ediyorlar. İşgalcilere karşı direnen halklar ise ağır bedeller ödeseler de haklı, meşru ve onurlu duruşu temsil ediyorlar. Emperyalist/Siyonist güçlerin planlarını bozan direniş iradesinin sarsılmaz gücü da buradan kaynaklanıyor.